AIDS ile mücadelede yeni yöntem


Fransa’da bilim adamları, laboratuvar deneyleri sırasında AIDS virüsünün çoğalmasını engelleyen yeni bir yöntem buldu.

İnternette Plos Pathogens adlı sitede yayımlanan araştırmaya göre, Montpellier Moleküler Genetik Enstitüsü araştırmacıları, HIV’in çoğalmak için kullandığı hücresel mekanizmalara saldıran bir kimyasal molekül geliştirdi. Şu an kullanılmakta olan AIDS ilaçları, virüsün bizzat kendi mekanizmalarını hedefliyor.

Enstitüden Profesör Jamal Tazi, “Virüsün beraberinde getirdiği bileşenlerine saldırmak yerine, hücrede kullandıklarını hedefliyoruz” diye konuştu.

Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezinden (CNRS) yapılan açıklamada, bu tamamen yeni yaklaşımın, arka arkaya mutasyon-adaptasyon süreci boyunca, HIV’in, kendisini hedefleyen ilaca direnme olanağı bulmasına engel olduğu belirtildi.

HIV bağışık bir hücreyi enfekte ettiğinde, kendi genetik materyalini buradaki DNA ile bütüleştiriyor ve yeni virüsler üretmek üzere hücresel mekanizmayı kendi yararına çeviriyor. Bu süreçte, viral protein üretmeye yarayan DNA’nın bir tür benzeri RNA üretimi de ilk gerekli aşamalar içinde bulunuyor.

CNRS ve Montpellier üniversitesi araştırmacılarının geliştirdiği, “eklenme” adı verilen süreçte, virüsün RNA’sının gelişimini engelleyen “IDC16” adlı kimyasal molekül, sadece laboratuvardaki virüs örneklerinde değil, şu anki tedavilere karşı dirençli de olsa hastalardaki izole virüs üzerinde de etkili oldu.

Tedavi edilen hücrelerin canlı kalmayı sürdürdüğünü, bunun bağışıklık sisteminin yeniden harekete geçmesini sağladığını belirten Profesör Tazi, ilk deneylerde IDC16 molekülünün bağışıklık hücreleri için toksik bir özelliğinin olmadığını gösterdiğini de kaydetti.

Fransız bilim adamları, bu molekülün insan vücudunu oluşturan 30 bin gen için analiz edilerek toksik olmadığının anlaşılmasının ardından, bu yöntemin benzer hücresel süreci kullanan diğer virüslere karşı da kullanılabileceğini belirtti.

Geliştirilen yöntemin AIDS’e karşı etkili bir ilaç haline getirilmesinin 5 ila 10 yılı alabileceği kaydediliyor.

Astımdan korur


Annelerin gebelikleri sırasında tükettikleri yiyeceklerden, çocukların astıma yakalanmasında koruyucu etkiye sahip tek gıda elma.

Hamilelik sırasında annenin yediği elma, bebeği astımdan koruyor. Hollandalı ve İskoç bilim adamlarının gerçekleştirdiği araştırmada; annelerin gebelikleri sırasında tükettikleri yiyeceklerden, çocukların astıma yakalanmasında koruyucu etkiye sahip tek gıdanın elma olduğu tespit edildi.

Balık da faydalı

Thorax dergisinde yayımlanan araştırmada, anneleri haftada 4'ten fazla elma yiyen çocukların astıma yakalanma riskinin, haftada hiç ya da bir elma yiyen annelerin çocuklarından yüzde 53 daha az olduğu belirtildi. Araştırma ayrıca, hamilelik sırasında balık yemenin, çocuklarda egzamaya yakalanma olasılığını azalttığını gösterdi. Haftada bir kez ya da daha fazla balık tüketen gebelerin çocuklarında, diğerleriyle kıyaslandığında egzama riskinin yüzde 43 daha az olduğu açıklandı.

Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları

Hazırlayan: Dr. Verda Bitlis Tüzer
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Psikiyatri Kliniği


Cinsel istek bozuklukları
Cinsel tiksinti bozukluğu
Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel ağrı bozuklukları

Cinsel istek bozuklukları
Cinsel istek genellikle cinsel yanıt döngüsünün ilk evresi olarak değerlendirilir. İstek sadece psikolojik bir durum gibi görünse de sıklıkla hormonal dengesizlik ya da tedavi gibi fiziksel durumlardan etkilenmektedir.

Azalmış cinsel istek Azalmış cinsel istek sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması).

Kişinin yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen etkenler göz önünde bulundurularak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varılır. İstek burada cinsel içerikli rüyalar ve fanteziler, erotik materyele ilgi, cinsel etkinlikle ilgili arzuların farkında olma, olası çekici cinsel eşlere yönelik dikkatin olması ve cinselliğin azalmasına ilişkin hayal kırıklığının olması gibi durumları kapsamaktadır. isteğin olması çeşitli faktörlere bağlıdır: biyolojik güdü, yeterli özgüven, cinsellikle ilgili önceki deneyimlerin olumlu olması, uygun bir cinsel eşin olması birlikte olunan kişi ile cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkinin olması. Bu alanların herhangi birinde sorun olması cinsel isteğin azalması ile sonuçlanabilir. Azalmış cinsel istek bozukluğu bazı durumlarda tüm cinsel eşlere ya da tüm cinsel aktivitelere genellenebilir. Genellikle diğer cinsel sorunlarla (orgazm olamama, kayganlaşma olmaması gibi) birlikte görülse de cinsel isteği az olan bazı kişiler cinsel olarak uyarılır ve orgazma ulaşırlar.

Cinsel istek azalması hem fiziksel hem de psikolojik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Cinsel isteği azaltan fiziksel faktörler yaşlanma, bazı ilaçlar, ağrı, alkolizm, böbrek yetmezliği, kronik hastalıklar, nörolojik durumlar ve hormonal dengesizliklerdir. Psikolojik nedenler arasındaki stres, kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar, beden imgesiyle ilgili kaygılar, anksiyete ve depresyon isteği azaltabilir. İlişki ile ilgili sorunlar (güç çekişmesi, çatışma, düşmanlık), cinsel travma (tecavüz), önemli yaşam olayları (ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi) ve cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların eşleşmesi gibi durumlar da önemlidir. Bazen cinsel istek azalması bir ilişkideki bozulmanın işareti olabilir.Öfkeli, korkulu ya da zihni dağınık kişiler genellikle cinsel yakınlık için istek duymazlar. Cinsellikten uzun süre uzak kalmak da cinsel dürtüyü bastırabilir.

Cinsel isteğin az olması kadınlarda cinsellikle ilgili en yaygın şikayetlerdendir. Kadınların yaklaşık %33'ünün hayatlarının bir döneminde cinsel ilgi ya da istek azalmasıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Yaş gruplarına göre sıklık değişmektedir. 18-24 yaşları arasındaki kadınların %32'si cinsel istek azlığından etkilenirken bu oran 30-34 yaş grubunda %29.5 ve 35-39 yaş grubunda %37.6'dır. Cinsel isteğin ne kadarının normal olduğunu söylemek zordur. Genelde klinisyen bir çok faktörü-kültürel bağlamda ilişkinin özellikleri gibi- bir arada değerlendirmelidir. Ayrıca cinsel eşin cinsel istek düzeyi de-eşlerden birindeki aşırı isteği belirlemek için değerlendirilmelidir. Bu arada eşlerin birbirinden farklı cinsel istek düzeylerinin olması herhangi birinde psikolojik bir sorun olduğu anlamına gelmez. Cinsel temas ve doyum gereksinimi kişilere göre değişebildiği gibi aynı kişide de zaman içinde farklı olabilir. Genel toplomda cinsel istek azlığının % 20 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Cinsel tiksinti bozukluğu
Cinsel isteğin daha şiddetli bir derecede ortadan kalkmasıdır. Cinsel tiksinti bozukluğu olan bireyler cinsel aktivetelerden kaçınırlar, kendilerine cinsel yönden yaklaşıldığında korku, kaygı ya da iğrenme ifade ederler. Bu durum belirgin bir sıkıntıya ya da kişilerarası ilişkilerde zorluklara neden olur. Böyle bir sorunu olanlarda cinsel uyaranlara yanıt çok geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Şiddetli derecede cinsel tiksinti bozukluğu olan kişilerde cinsellikle ilgili durumlarda panik atağa varan sorunlar yaşanabilir. Bu sorun travma sonrası stres bozukluğu gibi başka psikolojik sorunlarla birarada görülebilir. Bu bozukluk tecavüze uğrama ya da çocuklukta istismar gibi cinsel saldırıya maruz kalınan durumlarda, cinsel birleşmenin ağrılı olduğu durumlarda ya da cinsel dürtü ile utanç, suçluluk gibi duygular arasında farkında olunmayan bir bağlantı olduğunda ortaya çıkabilir.

Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Sorunun karmaşıklığı ve bireylere özgü oluşu göz önüne alındığında işe yarayan tek bir yöntem olamayacağı açıktır. İçlerinde Viagra (sildefanil) de olmak üzere cinsel uyarılma üzerine etkili olduğu düşünülen bir grup ilaç araştırılmaktadır. Bu ilaçların çoğu genital bölgedeki kan akımını artırarak etkili olmaktadırlar. Hem kadınlar hem de erkeklerde testosteron libido açısından önemli olduğundan cinsel istek azalmasının tedavisinde kullanımı araştırılmıştır. Kadınlarda yaşla testosteronun azaldığı göz önüne alındığında zaman içinde libidolarında belirgin bir düşüş farkeden kadınlarda yararlı olabilir. Ancak cinsel istek azalması olan kadınların çoğunda testosteron düzeylerinin normal olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Testosteron tedavisi ile karaciğer hasarı, kalp hastalığı riskinde artış gibi yan etkiler oluşabileceği de dikkate alınmalıdır. Seçici östrojen agonistleri premenapozal ve postmenapozal kadınlarda cinsel isteği artırabilir. Cinsel aktiviteden bir kaç saat önce alınan metilfenidat gibi uyarıcılar antidepresan tedaviye ikincil cinsel işlev bozukluğu olan hastalarda cinsel yanıtın dört evresini de artırmıştır. Ancak uyarıcıların tedavide yeri belirsizdir. Bağımlılık, aritmi gibi yan etkileri de gözönünde bulundurulmalıdır.

Cinsel istek ile ilgili çalışmaların zor olmasının nedenlerinden biri cinsel döngünün bu ilk evresine eşlik eden açık fiziksel değişikliklerin olmamasıdır. Cinsel döngüde gözlenen normal fiziksel değişiklikler ikinci evre olan uyarılma evresine dek başlamazlar. Azalmış cinsel istek bozukluğu tedaviye en dirençli cinsel işlev bozuklukları arasındadır. Çoğu hastada duyumsal keşif alıştırmaları etkili değildir. Davranışçı yaklaşımdan çok psikodinamik yaklaşımla hastaya cinsel sorunların kökenini anlaması ve cinsel hazzın önündeki engelleri aşması için yardımcı olmak gerekebilir. Daha önce orgazm deneyimi olmayan kadınlar için masturbasyon alıştırmaları iyi bir yol olabilir.

Feromonların cinsel istek bozukluklarının tedavisindeki yeri de giderek daha fazla araştırılmaktadır. Bunlar dışında eğitim amaçlı erotik videolar da yararlı olabilir. Ancak cinsel tiksinti bozukluğu olanlarda erotik videolar kaygıyı artırabileceği için önerilmez.

Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel uyarılma cinsel yanıt döngüsünün ikinci evresidir. Cinsel uyarılmanın kesin olarak psikolojik bir yönü olsa da aynı zamanda fizyolojik değişikliklerin görüldüğü ilk evredir. Kadınlarda genellikle pelvik bölgeye kan akımının olması, vajinal ıslanma ve genişleme ile dış genitallerin şişmesi ile karakterizedir. Bu değişikliklerin altında yatan mekanizma çok açık olmasa da cinsel uyarılma otonom sinir sisteminin uyarılması ile ilişkilidir.

Kadın Cinsel Uyarılma Bozukluğu (KCUB) Cinsel yanıtın genel uyarılma yönünün ortadan kalkmasıdır. Bu durumda kadınlarda vaginal kayganlaşma ya da genişleme olmadığı gibi erotik duyumlar da hissedilmez. Fiziksel temas tiksindirici gelebilir veya belli bir noktaya dek temas zevk verebilir. Uyarılma sorunu olduğunda orgazmla ilgili sorun da olacaktır. Bir araştırmada mutlu bir evlilikleri olan kadınların % 33'ü cinsel uyarılmayı sürdürmede zorluk tanımlamışlardır. Bütün işlev bozuklukları gibi KCUB da cinsel uyarıma yanıtı olan bir kadında yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkabilir ya da en başından beri yanıt olmayabilir. İşlev bozukluğu yalnız belli durumlarda görülebilir ya da genelleşmiş olabilir. Örneğin; yaşam boyu ve durumsal KCUB olan bir kadın her zaman uyarılma güçlüğü yaşayacak ve bu yalnızca eşiyle ortaya çıkacaktır.

Masters ve Johnson normal tepki veren kadınların özellikle adet öncesi dönemde istekli olduğunu bulmuştur. Yakın zamanlı bir araştırma da bu sorunu yaşayan kadınların adeti izleyen dönemde daha istekli olduğunu belirlemiştir. Bir üçüncü grup kadının da tam yumurtlama (ovulasyon) döneminde en yoğun cinsel uyarılmayı hissettiği belirtilmektedir.

Cinsel uyarılma ile ilgili sorunlar bazı fiziksel durumlar ve yaşam dönemleri ile ilişkili olabilir. Diyabet, sigara kullanımı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sinir hasarı hem kadın hem de erkekte cinsel uyarılmayı olumsuz etkileyebilir. Emziren kadınlarda vajinal ıslanmada azalma olabileceği belirtilmiştir. Menapoz döneminde ve sonrasında östrojenin azalması da uyarılmayı zorlaştırabilir. Bazı ilaçlar da uyarılmayı bozabilir. Antidepresanlar, antihipertansifler ve antihistaminikler sıklıkla bu yan etkiye sahiptir.

Bu işlev bozukluğunun en yaygın nedenleri arasında suçluluk ve düşmanlık yer almaktadır. Suçluluk genellikle cinsel ilişkiden hoşlanma isteği ile bunu yapmaktan duyulan korku arasındaki iç çatışmayı içine alır. Düşmanlık sıklıkla eşle ilgilidir. Kadında cinsel uyarılmayı artırmaya yönelik tedaviler Genital bölgeye kan akımını artırarak ya da ıslanmayı kolaylaştırarak etkinlik gösteren ürünler üzerine denemeler sürse de bunlar henüz deneysel düzeydedir. Bazı vazodilatör kremlerin cinsel uyarılmayı düzeltici etkisi sınanmaktadır. Sempatik sinir sistemini uyaran ilaçlar, yohimbin, sildefanil gibi ağızdan kullanılan ilaçlar da araştırılmaktadır. Bu ilaçlar kan akımını artırarak ya da sinir sisteminin bazı bölümlerini uyararak çalışırlar. Efedrin cinsel uyarılmayı ve orgazmı artırabilir. Ancak bu konuda çalışmalar sınırlıdır. Yan etkiler de kullanımı kısıtlamaktadır.

Trazodonun cinsel uyarılmayı artırabildiği belirtilmektedir. Öte yandan kadınlarda depresyon tedavisinde cinsel yan etkileri olmayan antidepresanlar seçmek de önemli görünmektedir.Nefazodon ve mirtazapin bu yönden daha güvenlidir. Kadın Orgazmik Bozukluğu Kadın cinsel yanıtının orgazm kısmıyla ilgili bir bozukluktur. Bu durumda kadın cinsel olarak uyarılır ancak odaklanma, yoğunluk ve süre yeterli olduğu halde orgazma ulaşamaz. Yaşam boyu orgazm bozukluğunda kadın bir eşle ya da masturbasyon ile hiç orgazma ulaşamamıştır. Bu bozuklukla ilgili olarak normalde varolan kişisel varyasyonların farkında olmak önemlidir. Bir diğer önemli konu da kadının cinsel birleşme yoluyla orgazm olmamasının kadında bir sorun olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. Birleşme olmadan klitorisin uyarılmasıyla orgazma ulaşan ancak klitoris uyarılmadığında sadece birleşme ile orgazma ulaşamayan bir kadın orgazm bozukluğu olarak değerlendirilemez. Çoğu kadın birleşme sırasında orgazma hem klitorisin elle uyarılması hem de penil vajinal uyarılma ile ulaşırlar. Kinsey 35 yaşın üzerindeki evli kadınların yalnızca %5'inin yaşamlarında hiç orgazma ulaşmadığını bulmuştur. Orgazm sıklığı yaşla artar.

Kadın orgazm bozukluğunun en önemli nedenlerinden biri "cinsellik eşittir cinsel birleşme" tarzı düşünmedir. Birleşme ve orgazmın başlıca amaç haline gelmesi orgazmı engeller.Kadının eşine kızgın olması da nedenlerden biri olabilir. Bir başka neden etkin olmayan cinsel tekniklerdir. Bazen kadın ve/veya cinsel eşi etkili bir şekilde uyarmayı beceremez. Sevişmek "bildiğimiz" değil öğrendiğimiz bir şeydir. Kaygı da cinsel tekniklerin etkin olmasını etkiler. Cinsellikle ilgili aileden ya da dinden öğrenilenler de bazen kadında kaçınmaya ya da açıkça etkin cinsel uyarımın reddedilmesine neden olabilir. Bazen kadın için orgazm kendini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu konudaki kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar da oldukça önemlidir.

Orgazm bozukluğunun tedavisinde sildenafil kullanımının yararlı olduğuna ilişkin bilgiler vardır. Ayrıca ilaç kullanımına ikincil olan cinsel işlev bozukluklarında da yararlı olabilir. Buspironun kadın orgazm bozukluğunda yararlı olabileceği de ortaya atılmıştır.

Cinsel ağrı bozuklukları
-Vaginismus Vagina etrafındaki kasların birleşmeyi imkansız hale getirecek şekilde istemsiz olarak kasılmasıdır. Vaginismusun nedeni genellikle cinsel birleşme ile ilgili tiksindirici bir uyarandır. En sık rastlanan tiksindirici uyaranlar travmatik cinsel saldırılar, ağrılı birleşme ve travmatik pelvik muayenedir. Diğer nedenler arasında pelvik hastalık ve bilinçdışı korku ve/veya suçluluk olabilir. Tedavide sistematik duyarsızlaştırma, pubokoksigeal kas eğitimi ve vajinal dilatörlerin kullanımı beraberce önerilir. Eşin işbirliği tedavinin etkinliğini belirleyen en önemli etken gibi görünmektedir.

-Disparöni cinsel ilişki ile birlikte tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı olması. Tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı cinsel birleşme dışındaki cinsel uyarılmayla da ortaya çıkabilir. Disparöni vestibülit, vajinal atrofi veya vajinal enfeksiyon gibi tıbbi sorunlara ikincil olabileceği gibi psikolojik de olabilir ya da her iki durum bir arada etkili olabilir. Ayrıca vajinismusa ikincil ya da ıslanmanın olmamasına bağlı da olabilir. Tedavide nedene yönelik tıbbi ve cerrahi girişimler önemlidir. Ancak çoğu kadın için bu girişimlerin yanı sıra bilişsel-davranışçı terapi gerekli olmaktadır. Kadın cinsel işlevinde hormonları rolü Hormonlar kadın cinsel işlevinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Hayvan deneylerinde östrojenin duyuları etkilediğine ilişkin kanıtlar elde edilmiştir. Menapoz sonrasındaki kadınlara östrojen verilmesi vajina ve klitoristeki kan akımını artırır. Yaşlanma ve menapoz sonucu en sık karşılaşılan cinsel yakınmalar istek kaybı, ağrılı cinsel birleşme, cinsel yanıtın azalması, orgazma ulaşmada zorluk ve genital duyarlığın azalmasıdır. Islanmanın azalması ve duyarlığın bozulması östrojen düzeylerinin düşüklüğü ile ilişkilidir. Testosteron düzeylerinin düşük olması cinsel uyarılma, genital duyarlık, libido ve orgazmdaki azalma ile birliktedir.

Alkol-Madde Bağımlılığı İçin Önerilebilecek Bir Bakış Açısı

Hazırlayan:Dr. İnci Özgür İlhan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD, Alkol-Madde Bağımlılığı Tedavi Birimi

Son zamanlarda “seçilmiş” bazı kişilerin/populer kimliklerin madde bağımlılığı nedeniyle daha çok konu haline getirilmesi çok dikkat çekicidir. Oysa, Batı toplumlarındaki kadar yaygın görülmese de, madde bağımlılığı sorununun Türkiye için önemi üzerinde bu vesileyle durulması yerine toplumu ilgilendiren bir halk sağlığı sorunu olarak durulması başta ruh sağlığı ve halk sağlığı profesyonellerinin işidir. Basın tüm toplum üzerindeki baskın ve öncelikli yerini bir kez daha akademik alandan önce gösterebilmiştir.

Bu yazıda alkol-madde bağımlılığı sorununun içinde ele alınması önerilen tıbbi model tanımlanacak ve madde bağımlılığı bir süreç olarak tanımlanmaya çalışılacaktır.
Alkol-Madde Bağımlısı için rastlanabilen (örtük/açık) yargılar “Madde kullananlar kontrol edilmesi gereken tehlikeli kişilerdir.”, “Madde bağımlıları iradesizdir.”, “Madde bağımlılığında tedavi sonuç vermez.” ifadeleriyle örneklenebilir. Bu yargılar, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, gibi bir çırpıda yapılabilen ayrımların hastalık-sağlıklı olma biçiminde yansımasıdır. Tıpta ontolojik hastalık modeline göre hastalık-sağlık bu tek boyutlu tanım içinde alınır ve hastalık bağlamından ayrı olarak kendi içinde tanımlanır. Ontolojik hastalık modeline göre nedensellik (yani etiyoloji-hastalık ilişkisi) doğrusal bir ilişkidir. Buna göre hastalık, hastanın/olgunun dışında ve ondan bağımsız gerçekliği olan durumdur. Tüm olgular aynıdır. Tüberküloz bir hastalıksa bunun nedeni bir mikroorganizmadır, tüberkülozun ilacı da bellidir. (Tıp öğrencisine kalan bu ilişkiyi ezberlemektir! Bu kadar bilgiye rağmen tüberküloz toplumun önemli bir kesimini yakalamaya devam etmektedir.) Fizyolojik hastalık modeline göre ise hastalık kişinin eylemleri, yaşam biçimi ve çevreyle ilişkileri bağlamında açıklanır. Hastalık sistemde bir şeylerin yanlış gitmesidir; hasta olan insan, yani “olgu” bu sistemin içinde merkezdedir. Alkol-madde bağımlılığı için bir adım daha ileri gidilmesi bağımlılığın tanımlanmasına katkıda bulunacaktır.

Bağımlılığın Gelişme Süreci-Değişimin Evreleri Modeline göre bağımlılığın gelişme “evreleri” tanımlanmıştır. Birinci evre “başlama ve bağımlılığın ortaya çıkması” evresidir. Bu evrede madde ile karşılaşılır ve kullanım başlar. İkinci evrede maddenin kullanımı hoşa giden ve olumlu yaşantıları getirir. Doğrudan (bunaltının giderilmesi gibi) ya da dolaylı olarak (toplumsal ödüllenme gibi) yaşanan olumlu sonuçlardır bunlar. Bağımlılığın erken evrelerinde ve maddenin ilk etkileri yaşandığında maddeyle bağlantılandırılan durumlar/sonuçlar maddeyi kullanma lehine motivasyonel yöndedir. Davranışın yinelenmesiyle madde/davranış-sonuç ilişkisi pekişir. İleriki bir zamanda maddeyi çağrıştıran durumlarla karşılaşıldığında bu motivasyonel süreçle başa çıkma ayrı bir çabayı gerektirecektir.

Üçüncü evre istenmeyen sonuçların ortaya çıktığı evredir. Bu evrede pek çok kişi davranışını sınırlayabilir ya da değiştirebilir, ancak bağımlılık gelişmişse bu olmayabilir; çoğu zaman da böyle değildir. Bu olumsuz sonuçlarla birlikte maddeyi kullanmanın olumlu sonuçları da yaşanıyordur. Bu evrede kişi olumsuz sonuçların maddeden kaynaklandığının hala farkında değildir; bağımlılık davranışıyla yaşamındaki sorunlar arasında bir nedensellik kurmaktan uzak durarak aynı davranış örüntülerini yineleyen bir biçimde sergilemeye devam eder. Bu bağlamda alkol/madde bağımlılığında belki de temel olarak üzerinde çalışılması gereken bir bilişsel-duygulanımsal süreç “bağımlıca düşünme”dir. Bu düşünce biçimi, gerçekliğin çarpık bir algılaması olarak değerlendirilmiştir: bağımlı birey -bağımlılıktan kaynaklanan- sorunlarının kaynağı olarak başkalarını görmektedir. Zamanı algılayışında da sorunlar vardır: Yakın gelecekle ilgili beklenenler, daha uzak gelecekle ilgili algılama zayıflığıyla ilgili olarak, önceliklidir. Bu sorunlarla ilgili rahatsızlığını en aza indirmek için de daha önce istediği sonuçları gördüğü madde kullanma davranışını sürdürür.

Dördüncü evrede (dönüm noktası ve bırakmanın başlaması evresi) maddeyi bırakma düşüncesi belirir. Bu düşünce bağımlılığın aslını oluşturan “ambivalansı” da beraberinde getirir. Bağımlılık davranışı bir taraftan zarar verirken bir taraftan da kişiye hizmet eder. Bu ambivalansın temelini oluşturur. Artık bu evrede kişisel sorumluluğun kabulu söz konusudur. Bağımlı kişi bir dönüm noktasındadır.

Değişimdavranışla ilgili farkındalığın artışıyla birlikte görülebileceği gibi bir sonraki aşamadan bir önceki aşamaya dönüşle de gerçekleşebilir (relaps-madde kullanma davranışının yeniden yapılanması. Tüm bu evreler boyunca doğrusal bir ilerleyiş söz konusu değildir; model durumsal, bilişsel, kişilerarası ilişkiler, kişisel ve biyolojik etkenlerin rollerini de dışlamamaktadır.
Bugünün toplumunda sıkça bulunan can sıkıntısı, çaresizlik, yalnızlık gibi yaşantılardan ya pasif yaşantı biçimlerine sığınarak (televizyon seyretmek gibi) ya da kompulsif, çabuk ve kısa süreli doyumlara yönelerek kurtulmaya çalışılmaktadır. Bu görüş, uzak sonuçları görmeksizin o anı yaşamaya vurgu yapan, plan yapmadaki güçlükler, gerçekçi olmayan çözüm yolları üretme, klişelere takılmış kısıtlı bir dil gibi işlevlerdeki eksikliklerle belirgin bir kişilik profili çizmiştir. Madde kullanımı da çizilen bu kişiliğin tercih edebileceği çok hazır bir seçenek olarak, diğer sayılan örnekler gibi çabuk bir çözüm olarak alınabilir. Doğan (1996) zamanla ilgili yaşanan bu algılama sorununu çağın hastalığı olarak adlandırmıştır. Bugünün modern toplumlarında, özellikle Batı için tanımlanmış bir özellik insanların “toplum” olma duygusunun manipulatif ve yalnızlaştırıcı güçlerin etkisiyle gelişemediği, bireylerin birbiriyle doyurucu ilişkiler geliştiremediği, dolayısıyla yalnızlaştığı, birbiriyle aktif ilişkiler geliştirmiş bir toplumdan çok bir “yığın” oluşturduğu, bireyin merkezi bir otoritenin etkisi altında otonomi kaybını yaşadığı ve her bireyin boş “kendiliğini” tüketim maddeleri, yemek, bağımlılık yapabilen maddelerle… doldurmaya çalıştığı ileri sürülmüştür.

Alkol-madde bağımlılığının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde tanımlanması çözümün de her iki düzeyde gerçekleştirilmesi gerektiğini düşündürmektedir. Kaldı ki son günlerde, basının da manipülasyonuyla, bağımlılık sorunu tüm toplumun sahiplendiği bir sorun halinde halen konuşulmaktadır.