Diyarbakır Ağız ve Diş Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Hamza Koca, vatandaşların serinlemek için yedikleri dondurma ve soğuk asitli içeceklerden kaçınmaları gerektiğini söyledi.
Küresel ısınmanın ve çöl sıcaklıklarının yaşandığı Diyarbakır'da dondurma ve asitli içeceklere yönelen vatandaşlara uzmanlardan uyarı geldi. Ağız ve Diş Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Hamza Koca, Diyarbakır'da bu yılının ilk 6 ayında 232 bin 96 hastanın başvurduğunu belirterek, "Bunlardan 69 bin 985'i diş çekimi, 41 bin 83 tanesi diş dolgusu, 25 bin 477 tanesi sabit protez, 5 bin 90 hareketli protez, 58 bin 589 adet diş temizliği, 3 bin 778 adet kanal tedavisi, 41 bin 366 dijital röntgen filmi ve 2
bin 773 hastanın ameliyatı gerçekleşti. Vatandaşlarımız dişleri ağrıdığı zaman ilk olarak hastaneye gelmeyip kendi imkanlarıyla ağrıyı durdurmaya çalışıyor.
Oysaki diş rahatsızlığından önce her 6 ayda bir tedavi için hastaneye gelinmesi gerekir. Dişler günde iki kez fırçalanırsa her türlü diş hastalığının önüne geçilmiş olur. Özellikle yemeklerden sonra mutlaka dişler fırçalanmalıdır. Aksi takdirde diş aralarında kalan yemek kırıntıları 24 saat içinde mikroba dönüşerek dişlerin çürümesine yol açar" dedi.
Vatandaşların yaz sıcaklıkları sebebiyle yedikleri dondurma ve soğuk asitli içeceklerden kaçınması gerektiğini belirten Dr. Hamza Koca, "Yaz aylarında içilen soğuk içecekler diş etlerinin ezilmesine sebep oluyor. Asitli içecekler ise dişlerin sararmasına ve çabucak çürümesine sebep olmaktadır. Sıcaklıklar nedeniyle soğuk içecekler yerine ılık içecekler içilmelidir. Sağlık güvencesi olmayan vatandaşımız neredeyse yok gibi. İsteyen istediği hastanede tedavi olabiliyor. Hastanemizde 55 uzman doktorumuz var.
Türkiye'de hiç bir ağız ve diş sağlığı merkezi ve diş hastanelerinde mevcut bulunmayan dijital röntgen, dijital sefalometrik görüntüleme, dijital panoramik görüntüleme ve dijital tomografik görüntüleme sistemleri hastanemizde hizmete sunulmuştur. Diş hastalarımız artık hastanemize güvenlik bir şekilde gelip tedavi olabilir" diye konuştu.
Uzmanlardan diş sağlığı tavsiyeleri
Azalan östrojen obezite ve yüksek tansiyon riskini artırıyor
ABD'de fareler üzerinde yapılan bir araştırma, östrojen hormonundaki azalmanın, obezite ve yüksek tansiyon riskini açık biçimde artırdığını ortaya koydu.
Texas Üniversitesi'nden Dr. Lourdes A. Fortepiani ve Dr. Huimin Zhang'ın dişi fareler üzerinde yaptığı araştırma, östrojen düzeyindeki azalmanın yüksek tansiyona ve kilo alımına neden olduğunu ispatladı.
Fortepiani, kadınları kalp hastalıklarına karşı koruyan östrojenin, menopoz dönemiyle birlikte hızla azaldığını, bu korumadan mahrum kaldığında kadınların genellikle kilo aldıklarını belirtti.
Araştırmacılar, kalp problemi olmayan yaşlı dişi farelerde östrojen hormonlarının azalmasının, yüksek tansiyon ve şişmanlamayı tetiklediğini belirledi. Yumurtalıkları alınan ve dolayısıyla östrojensiz kalan farelerin, belirgin biçimde yüksek tansiyonlu oldukları ve kontrol grubundaki farelerden iki kat daha fazla kilo aldıkları gözlendi.
Fortepiani, deney farelerinde saptanan yüksek tansiyonun kilo alımıyla bağlantılı olduklarını düşündüklerini kaydetti.
Araştırmada ayrıca, yumurtalıkları alınan bu farelere sonradan östrojen takviyesi yapılması durumunda, farelerin tansiyonlarının düştüğü ve kilo alımlarının çok fazla olmadığı saptandı.
Dr. Fortepiani, bu araştırmanın, kadınlarda menopoz döneminde hormon tedavisi yapılmasıyla ilgili tartışmalara biraz daha ışık tutabileceğini kaydetti.
Hastalıklara karşı limon
Türkiye'de yıllık ortalama 800 bin ton civarında üretimi yapılan limonun, kış aylarıyla birlikte başta grip olmak üzere artan soğuk algınlığı hastalıklarına karşı en doğal korunma yolu olduğu, günde içilecek bir bardak limonatanın vücudun direncini artıracağı bildirildi.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Barlas Aydoğan, başta limon olmak üzere narenciyenin gribal enfeksiyonlar için adeta bir kalkan görevi üstlendiğini söyledi.
Türkiye'nin narenciye üretiminde dünyada önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Aydoğan, özellikle soğuk algınlıklarından korunmada ve hastalıkların tedavisinde bunun iyi değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Enfeksiyonların yaygın olduğu kış aylarında bol C vitamini alınmasıyla vücudun direncinin artacağını ve hastalığın daha kolay atlatılacağını belirten Doç. Dr. Aydoğan, şunları kaydetti:
“Çukurova başta olmak üzere tüm Türkiye'de çok ucuza tüketilebilen limon, soğuk algınlığına karşı en doğal korunma yöntemi. Günde bir bardak içilen limonata, hastalığa yakalanma riskini azaltır, hastalık halinde ise daha çabuk iyileşmeyi sağlar. Günde bir bardak limonata, vücudun C vitamini ihtiyacının önemli kısmını tek başına sağlar.”
Taze sıkılmış ve ılık limonata
Limonatanın, diğer narenciye ürünlerine göre, çocukların daha fazla ilgisini çekebileceğini belirten Doç. Dr. Barlas Aydoğan, zayıf vücut dirençleri nedeniyle hastalığa yakalanma riski fazla olan çocukların limonata sayesinde rahat bir kış geçirebileceğini söyledi.
Limonun limonata olarak tüketilmesinin yanı sıra “tatlı” olarak bilinen türlerinin ise portakal, mandalina gibi yenebileceğini bildiren Doç. Dr. Aydoğan, ”Limonu yemek de limonatada olduğu gibi aynı koruyucu etkiye sahiptir” dedi.
Limonatanın taze sıkılmış limondan yapılmasının vitamin değerini koruması bakımından önemli olduğunu belirten Doç. Dr. Aydoğan, mutlaka ılık olarak tüketilmesi gerektiğini vurguladı.
Kalbe dost gıdalar...
Uzmanlar, bazı gıdaların damarları temizleyerek kandaki kolesterol oranını azalttığı ve kan basıncını düşürdüğünü belirtiyor.
Uzmanlara göre, birbirinden yararlı özellikleriyle kalbinizle dost gıdalar aslında Türk mutfağının vazgeçilmez enstürmanları. Bu gıdaların dengeli tüketiminin kalp sağlığı için yeterli olmadığına dikkat çeken uzmanlar, "Sağlıklı bir kalp için en önemli şartın düzenli egzersiz ve spor yapmak olduğunu unutmayalım. Bunlarla beraber özellikle çocuklarınıza küçük yaşta edindirilebilecek beslenme alışkanlığı da ilerleyen yaşlar için son derece hayati bir önem taşıyor. Türk vazgeçilmezleri aynı zamanda kalbinizle dost gıdalar" diyor.
Uzmanların önerdikleri besinler ve faydaları şu şekilde:
Fındık: Fındık yağ içerir, ama bu yağ kolesterol oranını düşüren mono doymamış yağdır. Ayrıca fındıkta damarları koruyan E vitamini bol miktarda bulunur çinko, lif ve magnezyum da bulunur. Bir avuç fındığa kuru üzüm katıp gün boyunca atıştırın. Sağlığınızı korumuş olacaksınız.
Zeytinyağı: Doymuş yağlar yerine, zeytinyağı kullanırsanız, kanınızdaki kolesterol miktarı azalır ve kan basıncınız düzene girer. İspanya'da yapılan deneyler, bu besinin son derece yararlı olduğunu kanıtladı.
Pirinç: Pirincin kolesterol ile savaştığı biliniyor. Ayrıca pirinç bol miktarda E vitamini ve B vitamini içerir.
Domates: Domatesin kırmızı renk almasını sağlayan likopen isimli bileşim, damarlarda kolesterolün birikmesini önler. Özellikle domates salçasının kolesterole karşı iyi bir silah olduğunu belirtelim.
Elma: Günde bir elma yerseniz, kalp hastalıklarında korkmanıza gerek kalmaz. Elmada bulunan ve pectin adı verilen lif kendini kolesterole bağlar. Böylece kolesterolün damarlardan geçmesini önler. Elma düzenli olarak tüketilirse, kalp hastalığına yakalanma tehlikesi azalır. Bu meyvenin içerdiği vitaminlerde buna ek.
Soğan: Soğan ve sarımsak kalbinizin sağlığı için canla başla savaşan yiyeceklerdir. Soğanın içerdiği maddeler, kolesterolün oksitlenip damarların duvarlarına zarar vermesini engelliyor.
Tane Fasulye: Kuru, tane fasulye türlerinin harika besinler oldukları kesin. Her gün 1-1/2 fincan kuru fasulye yerseniz, kısa sürede kanınızdaki kolesterol miktarı azalır. Ayrıca kuru fasulye kolesterol gibi damarları tıkayan başka maddelerin birikmelerini önler.
Ispanak: Ispanak kalp hastalıklarına ve yüksek tansiyona karşı birebirdir. Kolesterolün damarlara yerleşmesini önler. Ayrıca ıspanak, magnezyum ve potasyum gibi mineralleri içerir, kan basıncını düşürür.
Sarmısak: Sarmısak, kandaki kolesterol oranını düşürür. Kan pıhtılarının damarları tıkamasını engeller Araştırmacılara göre her gün bir diş sarmısak kalbi korumak için yeterli.
Greyfurt: Narenciye türündeki bu yararlı meyve 80 kalori içerir. Aynı zamanda bir C vitamini deposudur. Ayrıca içi pembe olan greyfurta renk veren madde damarları kolesterolün tahribatından koruyan bir antioksidandır.
Yulaf: Yulaf ve yulaf gevreği, kolesterolün bir numaralı düşmanlarıdır. Yulaftaki lif kendini kolesterole bağlar ve kolesterolü vücut sisteminden dışarı çıkarır. Günde 1-1/2 fincan yulaf yerseniz kanınızdaki kolesterol miktarı yüzde 20 oranında azalır.
Çay: Eskiden kalp hastalarının çay içmeleri yasaklanırdı. Günümüzde ise çayın kalp için son derece yararlı olduğu iddia ediliyor. Çayın içerdiği bir madde damarların çeperlerindeki kolesterolün birikmesini önler, ayrıca kan pıhtılarının damarları tıkama olasılığı azalır.
Ozon tabakası inceldi, deri kanseri arttı
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Çetinkale, ozon tabakasının son 30 yılda yüzde 8 incelmesine bağlı olarak deri kanseri vakalarında yaklaşık 3 kat artış gözlemlendiğini bildirdi.
Deri kanserinin, yaşanılan coğrafya ve ırk özelliklerine göre değişmekle birlikte ortalama her 100 ile 200 kişide bir görüldüğünü söyledi.
Çetinkale, deri kanserinin en büyük sebebinin güneşten gelen ultraviyole (UV) radyasyonu olduğunu belirterek, ''Ozon tabakasının son 30 yılda yüzde 8 incelmesine bağlı olarak deri kanseri vakalarında yaklaşık 3 kat artış gözlemleniyor'' dedi.
Deri kanserinin, güneş ışınları dışında daha önceden radyasyon veya aşı tedavisi alan insanlarda da görülebildiğini anlatan Çetinkale, ''Bu radyasyon aynı zamanda suni olarak solaryumlardan da gelebilir. Daha mükemmel bir ten sahibi olmak için solaryum cihazlarına girmek, açık alan aktivitelerindeki artış ve atmosferdeki dünyanın koruyucu ozon tabakasındaki incelme, son zamanlarda gördüğümüz deri kanserlerinin artışındaki sebeplerden bazılarıdır. Kızılötesi enerji de kanserleşmeyi hızlandırmaktadır'' diye konuştu.
Açık tenli bir kişinin güneşte kalması ve buna rağmen esmerleşememesinin, deri kanserine yakalanma olasılığının diğer insanlara göre daha yüksek olduğunu gösterdiğini anlatan Çetinkale, bu kişilerin güneşten korunmalarının ileride deri kanserine yakalanma riskini azaltacağını dile getirdi.
Ayurveda Uzmanı Dr. Ender Saraç'tan zayıflama önerileri
Ayurveda Uzmanı ve Aile Hekimi Dr. Ender Saraç "Zerdeçal, nane ve yeşil elma kokularını günde 25-30 kere derin derin içinize çekerek, iştah merkezini rahatlatabilir, açlık hissinizi bastırabilirsiniz"
Ayurveda Uzmanı (Yaşam Bilgisi) Dr. Ender Saraç, kilolu insanların vücut tiplerine göre beslenerek zayıflamaları gerektiğini söylüyor. Bu konuda "Sağlıklı Zayıflamanın Sırları" adlı bir de kitap yazan Dr. Saraç, bilinçsiz diyet uygulamalarının zararına dikkat çekiyor.
Kalori hesabına dayalı, kısa süreli, klasik diyetlerin handikapları neler?
Artık devir sadece kalori hesabına dayalı klasik diyetle zayıflama devrini geçti. Beden tipinize uygun, yaşa, cinsiyete uygun, mevsime uygun ve yaşamsal özelliklerinize uygun
sağlıklı ve bilinçli doğal beslenme var artık. Çünkü sadece kalori hesabına dayalı diyetlerle zayıflıyorsunuz ama sonra verdiğiniz kiloları fazlasıyla geri alıyorsunuz.
Siz hastalarınıza kilo verdirmek için beden tiplerinden yola
çıkıyorsunuz. Bunu biraz açıklar mısınız?
Standart diyetleri doğru bulmuyorum ben. Uzmanlık alanım olan Ayurvedaya göre, belli beden tipleri var. Mesela birçok insan "Ender bey, bütün günü aç geçiriyorum, sadece salata yiyorum, bir türlü zayıflayamıyorum" diye geliyor bana. Yediklerine ve vücut tipine bir bakıyorsunuz; aslında tere, roka gibi yeşil salataları hiç yememesi gerekiyor. Yani aç
kalıyor ama vücut tipine uygun olan gıdaları yemediği için zayıflayamıyor. Halbuki, doğru bir sisteme geçtiğinizde, tıkır tıkır, sağlıklı bir şekilde kilo vermeye ve sağlığına kavuşmaya başlıyor.
Sizce zayıflama konusunda yaptığımız en önemli yanlış hangisi?
Zayıflama işi biraz disiplin ister. Türk toplumundaki en büyük problem ise, disiplin eksikliği. Diyetleri nisan mayıs aylarında, iki aylık bir heves şeklinde yapıyoruz. Ondan sonra uzun kollu, kat kat giyilmeye başlandığı anda, olayı rafa kaldırıyoruz. Ve sonra
tekrar dengemiz bozuluyor. Doğru yaşam biçimini edinmez veya doğru beslenme felsefesini benimsemezseniz, en iyi diyetisyenlere, en iyi doktorlara, merkezlere bile gelinse, bir yere kadar işe yarar. Şunu kabul etmek gerek: İki ay çok yoğun diyet yapıp, bıkıp, yorgun düşmek yerine, yılın 12 ayına daha az kurallı, doğru, boğucu olmayan
bir yaşam biçimi ve doğru beslenme felsefesi şeklinde yaymak daha sağlıklı.
Sadece bilinçli beslenme yeterli mi?
Bilinçli beslenme işin en önemli ayağıdır. Fakat sadece doğru beslenmeyle olmaz; mutlaka düzenli egzersiz de gerekir. Şok diyetler, açlık rejimleri, zamana karşı yarışan diyetler, tek gıda rejimleri, 10 gün lahana çorbası, karpuz diyeti, karbonhidrat diyeti, sadece protein diyeti, bütün bunlar yanlış. Dengeli beslenilmeli. Ama sadece bilinçli diyetle de olmaz, düzenli egzersiz, yürüyüş yapılmalı. Haftada üç- dört gün,
bir buçuk saat civarında orta sporlar; mesela tempolu yürüyüş, hafif koşu, fitness, aerobik, yüzme, neden zevk alınıyorsa, o spor
yapılmalı.
Spor yapılan saatin herhangi bir önemi var mı?
Evet, var. Ayurvedaya göre, sabah 6 ile 10 ya da 18.00 ile 22.00 saatleri arasında daha çok yağ yakıyoruz. Çünkü bunlar Ayurveda'ya göre vücudun 'kapha' saatleri, yani daha çok biriktirme, yağlanma saatleri. Bu saatlerde metabolizmayı ısıttığınızda daha iyi sonuç alınıyor. Egzersizden bıkmamaya çalışın. Çılgınca egzersiz yapmayın, sporu zamana yayın. Çok ağır egzersiz ve çok ağır spor yanlış. Çünkü vücudu hem çok aç olmak savunmaya sokar, hem de aşırı ağır egzersizler savunmaya sokar. Çünkü vücut bunları bir tehdit olarak ele alır. Bu nedenle, mutlaka düzenli yapılan egzersizlere ağırlık vermek lazım.
Sizce zayıflamanın en önemli kriteri nedir?
En önemli şey, bu fikre hazır ve zayıflamaya kararlı olmak. Bana zayıflamaya gelenlere, ilk önce şunu soruyorum: "Hazır mısınız, kararlı mısınız?" Eğer gerçekten hazırsanız ve kararlıysanız bu işe başlayın. Şişmanlıkta şöyle bir şey saptıyorum: İnsanın sinir
sistemine bir virüs bulaşmış gibi oluyor, bilgisayar virüsü gibi... Bu virüs sizin kilo vermeniz için gerekli olan doğru davranış, beslenme ve hareket alışkanlıklarınızı olumsuz etkiliyor. "Boş ver şimdi yürüme, sonra yürürsün", "Bu çikolatalı kek çok güzel; bir
dilim daha ye" gibi uyaranları gönderiyor adeta. Onun için ilk başta bu virüsleri silmek lazım.
Zayıflamaya karar verenlere destek olacak, cesaretlerini artıracak destek yöntemler de var mı?
Evet, bitki çayları, doğal ve bitkisel zayıflama preparatları...
Doğal bitki özlü çayların hepsi zayıflama sürecinde tüketilebilir mi?
Piyasada tanınmış firmaların hazırladıkları form çaylarının formülleri güzel. Günde iki-üç fincan içilebilir. Birkaç hafta içip, ondan sonra ara vermek gerekir. Bunun dışında, mesela gazımız varsa rezene çayı, iştahımız çok fazlaysa ıhlamur çayı, sindirimimiz zayıfsa zencefil çayı, hormon krizlerinden dolayı daha çok yiyorsak adaçayı, metabolizmayı canlandırmak için yeşil çay, bağırsakları çalıştırmak için sinameki çayı, şekerimiz çok yüksekse kekik çayı gibi bitkisel çayları tüketebiliriz.
Diyetlerde baharatların yeri nedir?
Baharatlar çok önemli. Mesela zencefil yağları yakar, zerdeçal karaciğerden toksin attırır,
biberiye iyi bir antioksidandır, kekik şekeri düşürür, sarmısak zayıflamaya yardımcı olur. Bir de özel ayurveda tabletleri var. Bunlar, zayıflamaya yardımcı, yan etki oranı son derece düşük olan, güvenilir doğal preparatlar. Bu tabletler de metabolizmayı
canlandırıyor, aynı zamanda kişinin incelmesine ve iştahının azalmasına katkıda bulunuyor.
Kişi zayıflamak istiyor, öğün saati değil ama çok acıktı. Açlığını bastırmak için yapabileceği bir şey var mı?
İştahı azaltan ve zayıflamaya yardımcı bir ipucu şudur: Zerdeçal, nane ve yeşil elma
kokularını günde 25-30 kere derin derin içinize çekerek, iştah merkezini rahatlatabilirsiniz.
Bu karışım tokluk hissi mi yaratıyor?
İştah merkezini sakinleştiriyor. Almanya'da yapılan bir araştırmada yeşil elma ve nane koklayan kişilerin, (bunların aromatik yağları da olabilir) daha hızlı kilo verdiği saptanmış.
Modern sağlık sorunlarından biri: "Dikkat eksikliği"
“Yaramaz”, “Bu çocuk adam olmaz”, “Afacan”, “Aslında çok zeki, ah bir de ders çalışsa”, “Bu çocuğun zeka kapasitesi yaşıtlarının altında, özel eğitim alması gerekir”. Bu cümleler bir zamanlar size, yakınlarınıza ya da bu günlerde çocuklarınıza söylenmiş olabilir. Öğretmenleri veli toplantılarında şikayet eder: Dersi dinlemiyor, vücudu sınıfta ama aklı kimbilir nerelerde, sorumluluğu yok, dağınık, derste arkadaşlarını rahatsız ediyor, derste esniyor-uyukluyor, gözleri yaşarıyor, kıpır kıpır, yerinde duramıyor gibi..
Son yıllarda beyin alanında yapılan teknolojik buluşlar, bu çocukların beyinlerinin ön bölgelerinin çalışmasında hassasiyet olduğunu göstermiştir. Teşhis ise dikkat eksikliği bozukluğu ve dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu.
Bu çocukların beyinlerinin ön bölümleri (frontal) normal çocuklara göre çalışması daha hassastır. Bu bölge beyinde dikkat merkezidir. Çocuk dikkat etmesi gerektiği durumlarda normalde bu bölgenin aktivitesinin artması beklenir ancak dikkat eksikliği olan çocuklarda bu bölgenin aktivitesi azalır. Azalan aktiviteyle çocuk sıkılır, uykusu gelir, esner. Sıkılganlıktan kurtulmak için dikkatini başka yönlere kaydırır. Dikkati sürdürmede önemli bir özellik ise dikkat verilen konu dışında dışarıdan gelen uyarılara beynin kendini kapatmasıdır. Dikkat eksikliği olanlarda diğer uyarılara beyin kendini kapatamaz. O yüzden sesler onlar için rahatsız edici gürültü olur. Bu da dikkatini vermesi gereken faaliyetlerde başarısız olmasına neden olur.
Amerika BD’nde yapılan araştırmalarda dikkat eksikliği görülme oranı 3/8 olarak bulunmuştur. Bu çok ciddi bir rakamdır. Her 8 çocuktan 3’ünde görülmesi önemli eğitim, öğretim ve sosyal sorunun olduğunu göstermektedir. Araştırmaların bir diğer önemli sonucu bu çocukların geleceği ile ilgilidir. Çünkü dikkat eksikliği olan her 3 çocuktan 2’sinin erişkin hayatta da bu şikayetlerinin kalıcı olacağı bildirilmektedir. Hatta diğer nörolojik ve psikiyatrik hastalıklara dönüşme olasılığı bulunmaktadır. Sonuç olarak toplumda her 4 kişiden birinde erişkin tip dikkat eksikliği olduğu ortaya çıkmaktadır.
Dikkat eksikliği beyin ön bölgesi duyarlılığının bir özelliğidir. Bu bölge ile ilgili diğer özelliklerin etkilenmesi de dikkat eksikliğine eşlik eder.
Sabır bu bölgenin özelliğidir. Dikkat eksikliği olanlar sabırsız olabilirler. İsteklerinin hemen olmasını isterler. Olmazsa hayal kırıklığına uğrarlar. Tez canlıdırlar. Telaşlıdırlar. Soruna acele çözüm bulup hemen uygulamaya giderler. İyi düşünmeden karar verirler. Acele verilen kararlardan dolayı başarısızlığa uğrarlar. Sabırsız ve tez canlı olmaları nedeniyle kurallara uymayabilirler. Sıra beklemek onlar için çok zordur. Sırada iken itiraz eder, sinirlenirler. Trafik kurallarına uymayabilirler.
Olaylara karşı uygun tepki vermekte zorlanırlar. Aile bireylerine, öğretmene, iş arkadaşlarına ve diğer insanlara uygunsuz sözler söyleyebilirler. İşlerinde mutsuzluk yaşarlar. Bu yüzden sürekli iş değiştirebilirler. Düşünmeden konuştukları için tepkileri şiddetli olabilir.
Birden öfkelenir genellikle çabuk sakinleşirler. Bazen karşı tarafı rencide edici çıkışlarının arkasında inatla dururlar. Bu yüzden tartışmalar uzar. Güzel bir akşam yemeği, hafta sonu pikniği ya da bir evlilik bu nedenle son bulabilir. Sonradan suçluluk duyarlar. Zaman zaman bu suçluluk duygusu onlarda akıllarından çıkmayan düşüncelere neden olabilir.
Abartılı konuşabilir, yalan söyleyebilir, çalabilir, gereksiz ve aşırı para harcayabilirler. Düzensizlik diğer önemli özellikleridir. Odaları, masaları, çantaları, arabaları, tuvalet temizlikleri bu nedenden dolayı nasibini alır. Gecikme diğer özellikleridir. Çünkü uyanma sorunları vardır. Biyolojik saatleri bozuktur. Anneleri ya da eşleri tarafından uyandırılırlar. Sabahları sıklıkla yorgun, bitkin kalkarlar.
Okumayı sevmezler. Çünki okuyabilmek için dikkatli ve sabırlı olmak gerekir. Bu özellik nedeniyle toplum olarak neden az okuduğumuzun cevabı; dikkat eksikliği olabilir. Dikkat eksikliği olan çocukların anneleri bu konu nedeniyle sıkıntıdadır. “Çocuğum nasıl olur da sorun çıkartırım düşüncesiyle hareket ediyor” diye şikayet ederler. Bu çocuklar uygunsuz hareketlerinden dolayı ‘okulun maskarası’ konumuna gelebilirler. Toplu yapılan faaliyetin bozguncuları olabilirler. ‘Eşek şakası’ bu çocuklara göredir.
Zamanı iyi kullanmada sorunları vardır. Başladıkları işi bitirmede gecikirler. Planlı, programlı çalışmada zorlanırlar.
Günlük, sıradan işler onlara göre değildir. Rutini sevmeyip yenilik peşinde olduklarından yeni projeler üretmeye bayılırlar ama o projelerin sonu hiç gelmez ya da yüzlercesinden sadece bir kaçı zorlukla bitebilir. Sıradan uğraşlar yerine heyecan verici olaylar tam onlara göredir. Çünkü heyecan ile beyindeki hassasiyet uyarılır ve sıkıntılarından bir süreliğine kurtulmuş olurlar. Uyarılma nedeni vücudun doğal salgısı olan adrenalindir. Örneğin dikkat eksikliği olan çocuklar bilgisayar oyunlarına meraklıdır. Çünkü oyun esnasında duydukları heyecan ile salgılanan adrenalin dikkatlerini toplamada yardımcı olur ve dolayısıyla kendilerini iyi hissederler.
Bazen aşırı saldırgan olabilen bu kişiler şiddet yaratarak beyin ön bölgelerini uyarırlar. Bunu istemeden, plansız, düşünmeden yaparlar. Beyin bu şekilde uyarılırken hiperaktivite körüklenir. Bu yüzden birçoklarının şiddete yatkınlıkları vardır. Örnegin çocuklar hayvanlara eziyet etmekten hoşlanabilir.
Diğer bir beyin uyarma yöntemi dert etme, olumsuzluk duygularıdır. Duygusal şiddetin sürekli dertlenip söylenilmesiyle bazı kimyasalların beyinde salınıp uyarması amaçlanır. Örnegin bir ev hanımı; “Bıktım sizlerden, canıma tak etti artık, bir gün eve geldiğinizde beni tavanda sallanır görürseniz şaşırmayın, ölümüm sizin yüzünüzden olacak”. Bu tarz olumsuz düşünceler, kızgınlık ve duygusal şiddet sonucu ortaya çıkan adrenalin beyni uyarır ancak immün sistemide baskılar ve vücudun direncini azaltır. Azalan direnç nedeniyle vücut enfeksiyona yatkın hale gelir ve sık hasta olma durumu ortaya çıkabilir. Artan adrenalinin bir süre sonra azalmasıyla yorgunluk hali de gelişir. Birçoklarının alıngan, karamsar, sinirli ve olumsuz görüşlere yatkınlığı vardır. Yarattıkları şiddete muhattap bulamadıkları zaman bu şiddeti kendilerine çevirirler. Bu nedenle bazen çevreden uzaklaşabilirler.
Bu konu ile ilgili "Tek teker Arif" olarak tanınan motosiklet cambazı, kendi internet sitesinde bir gazetecinin kendisi hakkındaki sözlerine yerveriyor: "Motosiklet benim için sonsuz adrenalin ve rüzgarla çarpışmaktır!" Bu adrenalin zamanla onda vazgeçilmez bir tutkuya dönüşmüştür. Çoğu zamanda sevgiliye tercih edilen asi bir ruh taşımaktadır. Bunun ne demek olduğunu, belleğini sürüşün tahakkümüne ve ipoteğine teslim edenler çok iyi bilir. "Saldırgan Enerji" diyor Arif sürmek eylemine, "Fiziki hastalıklarımın da tedavi merkezi" diye motosikleti adres gösteriyor. Burada bahsedilen “fiziksel hastalıklarımın da tedavi merkezi sözü” ve bunun adrenalinle ilişkilendirilmesi çok doğru bir tespittir.
Beyin hassasiyetlerini uyaran ve geçici olarak fayda sağlayan, günlük hayatta sıkça kullandığımız maddeler vardır. Çayda bulunan tein maddesi, kahvede kafein, kolada x maddesi, alkolde bulunan etil alkol. Ayrıca esrar, amfetamin vb.. uyuşturucu maddeler beyin hassasiyetini uyarırlar. Bu maddelerin kullanımında verdiği rahatlık hissi, beyin hassasiyeti olan insanları bilmeden bağımlı hale getirebilir. Gerçekten de bazı insanları çay, kahve gibi içeceklere aşırı düşkünlüğü vardır. Ayrıca sigara kullanımı beyin hassasiyeti olanlarda çok daha sıklıkla kullanıldığı düşünülebilir. Çünkü sigara, içimi sırasında dikkati çok daha iyi topladığı bilinmektedir. Ancak sigara içilmesinden bir süre sonra nikotinin uyarıcı etkisi bitince dikkat çok daha fazla dağılmaktadır. Sigara içenlerde, dikkatin sürekli sağlanması gereken durumlarda sigara içme sürelerinin arttığı bilinmektedir. Ayrıca stresli durumlarda şiddetlenen beyin hassasiyeti nedeniyle gene içme sayı ve süresi artar. Uyarıcı bir madde olan amfetamin, dikkat eksikliği olan çocuklarda ilaç olarak kullanılmaktadır (ritalin, concerta).
Beyin ön bölgesi beynin diğer bölümleriyle ilişki halindedir. Bu bölgede olan hassasiyet beynin diğer bölgelerine de yansıyarak, o bölgelerin çalışmasında anormalliklere yol açacaktır. Sonuçta vücudumuzun kontrol merkezi olan beyin genel olarak etki altında kalacak ve vücudun çalışmasıyla ilgili şikayetlerin oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Beyindeki hassasiyetleri artıran durumlar bedenimizle ilgili yakınmaların ortaya çıkmasına bu nedenle yolaçabilirler. Buna ilk örnek dikkat eksikliği olan çocuğun derste dikkatini vermek istediğinde gözlerinin sulanması ve başının ağrımasıdır. Başağrısı nedeniyle ailesi tarafından doktora götürülen çocuk ayrıntılı incelendiğinde altta yatan nedenin dikkat eksikliği olduğu farkedilecektir. Diğer bir örnek strestir. Çünki stres altında kalan kişinin beyninde var olan hassasiyet belirgin ölçüde artmaktadır. Artan hassasiyet beynin bağlantıları dolayısıyla diğer sistemleri etkilemektedir. Bu nedenle 30 yaşında genç kadın stres ile birden regl dönemi sorunları yaşayabilir. Çünkü artan hassasiyet regl görmesini sağlayan ve beyinde yer alan kadınlık hormonları salgılayan bezin (hipofiz) çalışmasını bozmaktadır. Buradan düzensiz salınan hormonlar (FSH ve LH) kadında regl bozukluklarına yolaçmaktadır. Kadın hastalıkları uzmanları bu durumda ilgili hormonların kan tahlilini yaptırarak olayın FSH ve LH hormon düzeyinde azalma olduğunu bulabilmektedirler.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Stres nedeniyle her kadında regl düzensizliği gelişmez. Bunun olabilmesi için önceden beyinde hassasiyetin olması ve bu hassasiyetin stres ile artmış olması gerektiğidir. Üzüntü, sıkıntı, stresin şikayetlere yol açmasının esas nedeni budur. Sağlıklı çalışan, hassasiyeti olmayan beyin, stres ve üzüntü ile bozulmaz.
Bir başka örnek vücut ağrılarıdır. Başağrısı, boyun ağrısı, bel ağrısı, kol ve bacak ağrıları, gögüs ağrısı. Tüm bu ağrıların ortak noktası kaslardır. Kasları çalıştıran ise beyinden vücuda dağılan sinir sistemidir. Hassasiyeti olan beyin bu kasları dengeli bir biçimde çalıştıramayacağından kaslar kasılı halde kalacak ve sonuçta ağrı ortaya çıkacaktır.
Sinirsel tansiyon diye tabir edilen tansiyon artışlarının nedeni gene beyin hassasiyetleridir. Kan damarları etrafı kaslarla çevrilidir. Vücudun kendiliğinden çalışmasını sağlayan sinir sisteminin (otonomik) hassas olan beyin tarafından iyi kontrol edilememesi sonucu damar kaslarında kasılmalar oluşur ve sonucunda tansiyon yükselir.
Beyin hassasiyetiyle birleşen stresin neden olduğu diğer şikayetler mide ağrıları ve hazım şikayetleri, uzun süreli kabızlık (barsak tembelliği) ve nedeni bulunamayan ya da sinirsel olarak tabir edilen diğer şikayetlerdir.
Beyin hassasiyetinin artması ile ortaya çıkan diğer sorunlar: Uzun süreli kulak çınlaması, baş dönmesi, unutkanlık, bayılmalar, sinirlilik ve gerginlik hali, takıntılar, şüphecilik, aşırı duygusallık, sıcak basmaları, el ve ayaklarda yanmalar, uyuşmalar sayılabilir.
Beyin hassasiyeti nedenleri
Özellikle dikkat eksikliği için en önemli nedenin genetik olduğu düşünülmektedir. Bazı kimyasal maddelerin beyinde anormal oranlarda bulunduğu bildirilmiştir.
Doğum zorluğu beyin hassasiyeti gelişimine etkisi olan diğer nedendir. Boyna kordon dolanması, bir alet yardımı ile doğumun gerçekleşmesi, doğumda morarmanın olması, dogum sonu görülen uzamış sarılık durumlarında beyin çalışma özelliği beynin bazı bölgelerinde bozulabilmektedir.
Anne sütü almamak: Anne sütünde yeralan bazı proteinler diğer sütlerde bulunmaz ve beyin gelişimi için gereklidir.
Çocukluk döneminde geçirilen bazı hastalıklar beyin çalışmasını etkileyerek hassasiyet oluşumuna neden olabilirler.
Kafa darbesi: Örnegin saatte 50 km hızla giden bir arabanın içinde emniyet kemeri bağlı iken arabanın aniden durması ile vücudumuzda duracaktır. Ancak kafatası içinde etrafında su dolu olan bir kesede yeralan beyin bu ani durmaya hemen tepki veremez ve kendi kafatası içine çarpar. Bu olayın etkisi o an şikayet olarak ortaya çıkmayacak ancak yıllar içinde gelişen hassasiyetin kıvılcımı bu olay ile başlayacaktır. Önemli olsun ya da olmasın alınan her kafa darbesi yıllar sonra bize beyin hassasiyeti olarak geri dönebilir.
Beyni etkileyen ve dışarıdan alınan maddeler: Örnegin tüp gazı zehirlenmesi, karbon monoksit zehirlenmeleri vb..
Beyin kan akımının geçici olarak durmasına neden olan durumlar: Ameliyatlarda alınan narkoz ve kalp ameliyatları sırasında beyin kanlanmasının geçici olarak durdurulması diğer bir neden olabilir.
Tanı ve inceleme yöntemleri
Beyin hassasiyetini gösteren yöntemler teşhis amaçlı kullanılabilirler.
1. İlk ve vazgeçilmez tanı yöntemi muayenedir. Muayenede özellikle beynin çalışma özellikleri ve bunların bozulduğunda ortaya çıkan şikayetlerin saptanması gerekir. Dikkat eksikliği olan kişilerde özellikle beyin ön bölgesi etkilenmiştir. Bu kişilerde dikkat eksikliği, işleri zamanında bitirememe, planlı programlı çalışamama, duygularını ifade etmede zorluk, hayalci olma, sıkılma, motivasyon eksikliği, az ya da fazla konuşma, başkalarının sözünü kesme, acelecilik, hataları tekrar etme, suçluluk duygusu, sınav stresi, doğru karar vermede zorluk, okuma güçlüğü. Bu şikayetler sorulduktan sonra beynin diğer bölümlerinin özellikleri de sorgulanmalıdır. Çünkü, dikkat eksikliğinde beyin ön bölgesiyle birlikte diğer beyin bölgelerinin hassasiyetleri göz önüne alındığında, 6 farklı dikkat eksikliği grubu olduğu belirtilmiştir.
Beynin diğer bölgeleri etkilendiğinde ortaya çıkan şikayetler: Uyku bozuklukları, iştah bozuklukları, vücut enerjisinde azalma, depresyon, cinsel istekte azalma, kokulardan rahatsız olma, hayata olumsuz bakma, panik atak, ağrılar, titremeler, takıntılar, alkol, ilaç vb.. madde kullanımı, bayılmalar, konuşma zorluğu, okuma zorluğu, işitileni anlama zorluğu.
Beyin duyarlılığı ile ilgili incelemelerde normal röntgen, beyin tomografisi ve MR tetkiklerinin bulguları normaldir. Çünkü bu tetkikler görülebilen yapısal bozuklukları gösterir. Beyin hassasiyetinde sorun yapısal değil işlevsel yani beyin çalışmasıyla ilgilidir.
2. Beyin haritalama yöntemi (QEEG) doğrudan beyin çalışması hakkında bilgi verir. Klasik EEG kayıtlamasında olduğu gibi yapılan çekim, daha fazla beceri ve emek gerektirir. Düşük elektrik akımı ile oluşan beyin aktivitesi kaydedilerek bir bilgisayar programı ile analiz edilir. Sonuçlar, programın veribankasında yeralan normal kişilerin analizleriyle karşılaştırılır. Normalden ne kadar sapma olduğu, beynin hangi bölgelerinin çalışmasında hassasiyet gerçekleştiği saptanır. Ayrıca çocuklarda öğrenme zorluğu düzeyi, IQ (zeka testi) ve kafa travması hassasiyet düzeyi rapor edilir. Bulgular tedavi takibi açısından da önemlidir.
3. ABD’nde birçok eyalete yayılan bir psikiyatri klinikler zincirinde SPECT görüntüleme yöntemi ve QEEG rutin hale gelmiştir. SPECT, PET ve fonksiyonel MRI ile bozuklular, beynin kanlanma özellikleri kullanılarak görüntülenir. Çekimden önce verilen kontrast madde beyinde hassas olan bölgelerde birikir. Adı geçen hastalıklarda artmış ya da azalmış beyin çalışma hassasiyetleri gözlenmekte ve tedavi etkinliği takibinde kullanılmaktadır.
Tedavi yöntemleri
1. İlaç tedavisi: Beynin çalışmasına etki eden ilaçlar beyin elektrik akımının artması ya da azalması ile ortaya çıkan beyin hassasiyetlerini düzeltmek için kullanılırlar. İlaçlar, beyin hücrelerinin birbirleri arasında ilişkiyi sağlayan geçiş bölgesinde (sinaps) yer alan kimyasal maddelerin etkilerini değiştirirler. Bu amaçla amfetamin (ritalin, concerta) antidepresan (laroxyl, anafranil, lustral, paxil, cipram, cipralex, faverin, aurorix, efexor, remeron, stablon, tolvon…), antipsikotik (nörodol, risperdal, zyprexa…) anksiyolitik (xanax, ativan, ataraks, dideral…) antimigranöz (relpax, zomig, avamigran…) ilaç grupları kullanılır. İlaçlar doktorun tercihine göre verilir.
2. Nöroterapi: 20 yıl kadar önce ABD’nde başlayan yöntem bugün özellikle batılı ülkelerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Yaşantımız boyunca elde edilen deneyimler beynin öğrenme gücü ile ilişkilidir. Bu güç beyinden kaynaklanan hastalıkları tedavi etmede kullanılabilir. İlaçların kimyasal olarak gösterdikleri etkiyi nöroterapi öğrenme yoluyla elde etmeye çalışır. Etkilerini ilaçlarda olduğu gibi hücre geçiş bölgelerine değil, direkt artan ya da azalan akım üzerine gösterir.
Öncelikle beyin elektriksel aktivitesi ölçülerek hassasiyet olan bölgeler belirlenir. Bunun için QEEG ile beyin haritası çıkartılır. QEEG sonucu bize beynin hangi bölgelerinde nöroterapi uygulanacağını gösterir. Tesbit edilen bölgelere elektrot bağlanır. Diğer ucu nöroterapi aletine bağlıdır. Alet monitöründe seçilen bölgenin özellikleri kişiye gösterilir. Normalde olması gereken akım özelliği de gösterilir. Akım özellikleri normale yaklaştıkca çıkan ses beyne başarılı olduğu mesajı verir. Seanslarla belirlenen hedefe ulaşılmaya çalışılır. Bir bölge için 4-12 seans uygulanır. Her seans 30 dk. sürer. Bu süre sonunda beyin çalışma özellikleri istenen düzeye getirildiğinde ilgili bölgeye ait şikayetlerde düzelme olduğu görülür. Nöroterapide dışarıdan akım ya da uyaran verilmez.
QEEG rehberliğinde uygulanan nöroterapinin hiçbir yan etkisi yoktur. QEEG olmadan doğrudan uygulanan nöroterapilerde hem başarı şansı azalır hemde yan etkiler görülebilir.
Nöroterapinin etkili olduğu durumlar:
Çocuklar için; dikkat eksikliği, öğrenme zorluğu, sınav stresi (anksiyete), okul başarısını arttırmak için, otistik çocuklar, hafif zeka geriliği
Yetişkinler için; aşırı sinirlilik hali (anksiyete), başağrısı, başdönmesi, unutkanlık, uzun süreli vucut ağrıları, psikiyatrik sorunlar (özellikle ilaç tedavisi ile geçmeyen ya da ilaç kullanmak istenmeyen durumlar için): depresyon, kişilik değişiklikleri, madde bağımlılığı, takıntı hastalığı (OKB), panik atak, fobi ve korkular.
Nörolojik sorunlar; migren, sara hastalığı (epilepsi), bunama (alzheimer) ve parkinson hastalığı erken dönemi, hafif felçler, tik bozuklukları, kulak çınlaması, huzursuz bacak sendromu, kronik yorgunluk sendromu.
Sporcular ve sanatçılar için; performans arttırma.
Tomografi ve MR filmlerinde bozukluğu olan hastalarda (felçler, multipl skleroz gibi) nöroterapi yaşam kalitesini arttırmak için kullanılır.
Herhangi bir yakınması olmayan ancak işinde daha iyi performans isteyenler için nöroterapi performans arttırmada kullanılır. Yurt dışında özellikle sporcu ve creative sanatçılar ilgi göstermektedir. Japon işadamları, 2006 dünya şampiyonası öncesi İtalya milli futbol takımı, Amerika BD’nde basketbol oyuncuları ve İngiliz klasik müzik sanatçıları örnek verilebilir.
Nöroterapinin ilaç tedavisinden üstün tarafı, yan etkisinin olmaması, bozuklukları lokal olarak düzeltebilmesi ve ilaç tedavisinden çok daha fazla kalıcı etki yaratmasıdır. Ayrıca ilaçların tedavi edemediği durumlarda da etkili olması nöroterapinin önemli bir üstünlüğüdür.
Uluslararası nöroterapi derneğinin internet site adresi www.isnr.org , Türkçe nöroterapi sitesi www.noroterapi.com adreslerinden ayrıntılı bilgi ve referanslara ulaşılabilir.
3. Psikoterapi
Dr Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı
www.beyindoktoru.com
Hastalıkların tedavisinde renk terapisi
Terapistler, pek çok hastalığın renklerle tedavi edileceğini öne sürüyor. Depresyon ve duygusal dengesizlik halleriyle sindirim sistemi rahatsızlıklarında turuncuya başvurulabileceğini belirten terapistler, yeşilin sakinleştirici, mavinin de dinlendirici özelliği bulunduğunu bildiriyor.
Renk terapisini, "Metabolizmada sağlıklı denge sağlamak için renk enerjilerinden faydalanma işlemi" olarak tarif eden uzmanlar, her rengin belli özelliği olduğunu ve bu özelliklerine göre de çeşitli hastalıkların tedavisinde iyi sonuçlar verdiğini belirtiyor.
Kırmızı canlandırır: Renk terapistleri, kırmızının, sahip olduğu yoğun enerji sebebiyle, insanların fiziki öğelerini uyandırdığını ve daha etkin biçimde faaliyete soktuğunu söylüyorlar. Ama, dikkat çektikleri bir nokta var. Kırmızı; intikam, kin, mantıksız bir cesaret, aşk ve seks duygularını da harekete geçirebileceği için dozunu iyi ayarlamak gerekiyor. Kırmızı, aşırı dozda uygulandığı takdirde, duygusal düzensizliklere ve depresyona yol açabiliyor. Her şeye rağmen kırmızı, vücut sıcaklığını artırmak ve kan dolaşımını hızlandırmak için uygun bir renk.
Turuncu neşelendirir: Neşenin ve bilgeliğin sembolü olan turuncunun, insanlardaki sosyalleşme duygularını faaliyete geçirdiğini ifade eden uzmanlar, bu rengin aşırı kullanımının, sinir sistemini olumsuz yönde etkilediğini vurguluyor. Uzmanlar, bu sebeple turuncuyu, yeşil ve mavinin tonlarıyla birlikte kullanmak gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Yeşil sakinleştirir: Sembolik olarak ümidi temsil eden yeşilin, dünyada en çok bulunan renk olduğunu kaydeden uzmanlar, ağaçları, ormanı sevmemizin, onun sakinleştirici özellik taşımasına bağlıyorlar. Uzmanlar, yeşilin, sinir sistemini dengeleyici, ritmik düzeni koruyucu ve ateş düşürücü etkileri olduğunu de bildiriyorlar. Dostluk, ümit, inanç ve barış duygularının geliştirilmesinde de yeşil rengin enerjisinden faydalanıldığını belirten uzmanlar ayrıca, yeşilin kalp rahatsızlıklarında, yüksek tansiyonda, baş ağrısı ve bitkinlik hallerinde tedavi amaçlı olarak kullanıldığını ifade ediyorlar.
Sarı moral verir: Renk terapistleri, sarının verdiği enerjinin, kişinin zihni faaliyetlerini her yönüyle harekete geçireceğini iddia ediyor. Moral bozukluğunu giderebileceği gibi yaşama sevinci ve gücü de aşılayabilen sarının yardımıyla, insandaki iyimserlik ve kendine güven duygularının da arttığını vurguluyor.
Terapistler, sindirim, mide, bağırsak ve mesane rahatsızlıklarında sarıyı kullanıyor ve bu renkle onun altın sarısı tonlarının, hem hayati vücut fonksiyonları hem de zihin üzerinde olumlu etkiler meydana getirdiğini söylüyorlar.
Mor dengeler: Morun, denge rengi olduğunu ve bu yönüyle de fiziki ve ruhi dünyamızın enerjileri arasında sağlıklı denge kurulmasını kolaylaştırdığını kaydeden terapistler, eklem iltihabı hastalıklarında maviye yakın mor renk kullanıldığını bildiriyor. Terapistlere göre ayrıca, bazı sindirim sistemi sorunlarının giderilmesi ve çeşitli minerallerin vücut tarafından kullanımı, bu renk ile ayarlanabiliyor. Mor, insanlardaki rüya aktivitelerini de geliştiriyor.
Mavi dinlendirir: Mavinin, vücut enerjisini dengelediğini, solunum sistemini güçlendirdiğini, yüksek tansiyonu düşürdüğünü ve çeşitli boğaz sorunlarını giderdiğini anlatan terapistler, ayrıca sezgilerin güçlendirilmesi ve üzüntü duygusunun giderilmesi için, mavinin çok uygun renk olduğunu ifade ediyorlar. Terapistler, mavinin enerjisinin, sanat duygularının ve ilham kaynaklarının geliştirilmesinde de etkili olduğunu savunuyor.
Lacivert yatıştırır: Terapistler, renklerle tedavi alanında, mavinin diğer koyu tonları gibi lacivertin de, ruhi ve fiziki rahatsızlıkların giderilmesinde çok etkin yere sahip olduğundan söz ediyor.