Migren en çok kadınları vuruyor..



Yapılan araştırmalar Türk kadınlarının yüzde 74’ünün ağrı yaşadığını ortaya koyuyor. Yaşamlarının ortalama 5 yılı ağrı çeken kadınlarda en sık görülen ağrı çeşidi ise baş ağrısı ve migren...

Tüm dünyada en yaygın hastalıklardan biri olarak yaşanan migren, kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla görülüyor. Yapılan araştırmalar ülkemizde erişkinlik döneminde migren görülme sıklığının erkeklerde yüzde 11 iken kadınlarda yüzde 22 civarında olduğunu ortaya koyuyor. Ergenlik dönemindeki genç kadınlarda migren görülme sıklığı ise her geçen gün daha da artıyor.

Uzmanlar kadınlarda migrenin daha fazla görülmesini östrojen seviyesinin yüksekliği ile ilişkilendiriyor. Migren hastalığı bulunan kadınların yüzde 60’ında baş ağrısı atakları adet dönemlerinde sıklaşıyor. Sadece adet dönemlerinde görülen bir migren türü bile bulunuyor. Bu migren türünde baş ağrısı adetin 1. ve 2. gününde görülüyor diğer zamanlarda ise ortaya çıkmıyor. Kadınların yüzde 60’ında hamilelik sırasında, özellikle de ikinci ve üçüncü üç aylık dönemlerde migren açısından bir iyileşme görülebiliyor.

Uzmanlar bu iyileşmenin, östrojen ve progesteron hormonu seviyelerinin bu dönemde nispeten sabit kalmasına bağlı olduğunu düşünüyor. Yüzde 15 oranında ise migren bulguları hamilelik döneminde kötüleşebiliyor. Hastanın migren paterni, hamilelik bittiğinde ve tekrar adet görmeye başladığında geriye dönüyor.

Felç Geçirme Riskine Dikkat!

Kadınların ayrıca baş ağrısı öncesinde görme bozukluğunun yanı sıra ışıklar ve çizgiler görebileceğini belirten Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş, auralı migreni olan kadınların bir sorununun da doğum kontrol ilaçları ve sigara olduğunu vurguluyor. Ertaş, “Eğer auralı migreni olan hasta doğum kontrol ilaçları ve sigara kullanıyorsa felç geçirme riski, migreni olmayanlara göre 15 kat artıyor. Bu risklerden kaçınmak için baş ağrısı tipinin doğru teşhis edilmesi gerekmektedir. Auralı migren tipi olan kadınların bu riskten kaçınması için bu tip ilaç kullanımlarından ve sigara alışkanlıklarından vazgeçmesi gerekmektedir” dedi.

Migrenin tedavisi akut atakların tedavisi ve atakların gelmesini önleyici tedavi olarak iki aşamada değerlendiriliyor. Akut tedavide ağrı kesiciler (antienflamatuvar) ilaçlar veya triptanlar kullanılıyor. Aspirin gibi ağrı kesici antienflamatuvar ilaçlar, tek başlarına ya da bulantı kesici bir ilaçla baş ağrısında etkili bir çözüm olarak öneriliyor. Önleyici tedavi, migren atakları ayda iki veya üç defadan daha fazla görüldüğünde, günlük yaşamı etkileyecek kadar şiddetli olduğunda uygulanıyor ve genellikle her gün kullanılıyor.

Diyetçi margarinciye yağ mı çekiyor



Yıllardır kalp hastalıklarına neden olduğu söylenen margarini gönül rahatlığı ile sofralarımıza alabilecek miyiz? Yılların diyetisyenleri saf mı değiştiriyor?

Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği MÜMSAD, son yıllarda margarinden uzaklaşan tüketicileri yeniden margarinle buluşturmak amacıyla bir kampanya düzenliyor.

Yani, amaç kalp sağlığına zararlı olduğunu düşündüğümüz için uzak durduğumuz margarine, yeniden dönüşü sağlamak. Yıllardır trans yağların zararlı olduğunu söyleyen uzmanlar şimdi neden margarine yönelik olumlu açıklamalar yapıyor. Bir süre önce 'margarinden kaçınılmalı' diyen Taylan Kümeli, bu kampanyada yer alıyor. Prof. Dr. Ayşe Baysal, Neşe Erberk ve diyetisyen Salahattin Dönmez de bu kampanyaya destek oluyor.

Özellikle 'Çocuklarınızı katkı maddeler içeren yiyeceklerden uzak tutun' diyerek yıllardır bu konuda halka bilgiler veren Prof. Dr. Rasim Küçükusta, margarini asla tüketmediğini söylüyor: "Sağlıklı beslenme için benim yediğim ve hastalarıma tavsiye ettiğim iki yağ var. Biri zeytinyağı diğeri hakiki tereyağı. Ben margarin yemiyorum ve kimseye de tavsiye edemem. Bana göre diyetisyenler margarin üreticilerine yağ çekiyor" dedi.

MASUM YAĞ YOK

Beslenme Diyet uzmanı Gürsel Doğan'a göre her şeyin aşırısı riskli. 'Margarin sağlık açısından riskli' denilebilmesi için günlük kullanım miktarını aşmamak gerekiyor. Doğan, "Tereyağı, zeytinyağı ve margarinin de dozu olmalı. Biz, yemeklerde 10 gram öneriyoruz. Oran önemlidir. Eğer 30 gram olursa kalp- damar riski taşıyor. Aslında biz toplum olarak zeytinyağının da ölçüsünü bilemedik. Zeytinyağı da masum değil" şeklinde konuştu.

MARGARİNDE 10 YILDIR TRANS YAĞI YOK

MÜMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Metin Yurdagül, son yıllarda kamoyunda margarin ile trans yağ arasında yanlış bir algılamanın oluştuğuna da dikkat çekiyor. Yurdagül, "Türk margarin sanayisinin önde gelen temsilcileri bu sorunu 1990'ların sonunda çözdüler. Ancak Türk margarin üreticileri trans yağ sorununu çözdüğü dönemde kamuoyunda trans yağa ilişkin yeterli bilinç yoktu. Şimdi yeni devreye giren etiketleme tebliğine göre ürünlerimizde 'Trans Yağ Yoktur' amblemini kullanarak sorumluluğumuzu yerine getireceğiz" dedi.

Zeytinyağını öneriyorum

Dr. Ender Saraç ise, 2000 yılından sonra margarinlerde iyi firmaların trans yağ oranını ya en aza indirdiğini ya da tamamen yer almadığını söyledi. "Ben yine de zeytinyağını öneriyorum" diyen Saraç, mutlaka margarin kullanmak isteyenlere önerilerde bulundu: Saraç, "Marketten margarin alırken, iyi firmaların ürettiklerini satın almalısınız. İçiriğinde trans yağın var olup olmadığına bakmalısınız. Ama trans yağı yoksa margarin gönül rahatlığı yenilebilir. Margarinler kolesterol de içermiyor." Beslenme uzmanları margarin hakkında bunları söylüyor. Kardiyoloji uzmanı Ferhan Meriç, ise "İçinde trans yağı varsa, zararlıdır. Ancak burada önemli olan bu maddenin varlığı. Firmalar trans yağının artık olmadığı söylüyor. Yani kalp-damar hastalığına neden olan madde trans yağıdır. Eğer içinde yoksa risk aza iniyor" dedi.

Ana kucağı ağrı kesici ilaç gibi



Yapılan bir araştırma, prematüre olarak dünyaya gelen ve tıbbi bakımdan geçen bebeklerin anne kucağında ve tensel temas halinde olmaları durumunda daha az ağrı duyduklarını ortaya koydu.

Kanada'da McGill Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, prematüre olarak dünyaya gelen ve tıbbi bakımdan geçen bebeklerin anne kucağında ve tensel temas halinde olmaları durumunda daha az ağrı duyduklarını ortaya koydu. Acı çekip ağlayan bebekler anne kucağında 3 dakika içinde normale dönerken annesinden uzakta olanların acısı sürdü.

Mantar özü meme kanserini durdurabilir



Doğu Asya’da yüzyıllardır tıbbi olarak kullanılan bir mantarın özünün, meme kanseri hücrelerinin büyümesini durdurabileceği belirtildi.

Sonuçları “British Journal of Cancer” adlı dergide yayımlanan, Metodist Araştırma Enstitüsü’nün yaptığı araştırma çerçevesinde, Phellinus Linteus adlı mantarın muhtemelen, hücre büyümesiyle sonuçlanan sinyalleri kontrol eden, AKT diye bilinen bir enzimi bloke ederek kansere karşı bir etki oluşturduğu belirtildi.

Araştırmacı Dr. Daniel Sliva, meme kanseri üzerinde yapılan araştırmada, sözkonusu mantarın özünün, yeni kanser hücrelerinin kontrolsüz büyümesini indirgediğini, bu hücrelerin saldırgan tutumunu bastırdığını ve tümörü besleyen yeni damarları bloke ettiğini söyledi.

Phellinus Linteus’un, deri, akciğer ve prostat kanseri hücreleri üzerinde benzer bir etkiye sahip olduğu biliniyor.

Antidepresan kullanımı 4 yılda yüzde 85 arttı



Türkiye’de antidepresan ilaç kullanımı hızla artıyor, yeni kuşaklar depresyon ilaçlarına sarılıyor. Antidepresan kullananların oranı, son 4 yılda yüzde 85 oranında arttı.

Depresyon uzmanlar tarafından, kanserden sonra çağın en önemli ikinci hastalığı olarak değerlendiriliyor.

Türkiye’de son 4 yılda antidepresan kullanımınındaki artış endişe verici. Yüzde 85 oranındaki artış uzmanları tedirgin ediyor.

2003 yılında 14 milyon 138 bin kutu antidepresan tüketilirken, bu rakam 2006 yılı verilerine göre 22 milyon 651 bine, 2007 yılında ise 26 milyon 246 bine çıktı.

Türkiyede antidepresan kulanımının özellikle 17-24 yaş arasında yoğunlaştığı söyleniyor. Bilinçsiz antidepresan kullanımı gençlerde öfke ve şiddet eğilimini körüklüyor..

Uzmanlar antidepresanların reçetesiz satılmaması gerektiğini söylüyor ve uzman kontrolünde kullanılan ilaçların tedavi yönünün yüksek olduğu vurgulanıyor.

Depresyon kalp krizine yol açıyor



Depresyon kalp krizine, atlatılan kalp krizi sonrası devam eden depresyon ise erken ölüme yol açıyor.

ABD’de yapılan araştırmaya göre, kalp krizinden kurtulmayı başaran yetişkinlerde depresyonun devam etmesi ölüm riskini artırıyor ve ömrü kısaltıyor.

Uzmanlar, araştırmada incelenen kişilerin yüzde 76’sının geçirdiği kalp krizinin altında ağır depresyonun yattığını belirtiyor.

Evdeki stres, çocuğu hasta ediyor



Stresli ebeveynlerin çocukları daha çok hasta oluyor...

İngiltere’de yürütülen bir araştırma, stresli anne babaların çocuklarının hastalıklara daha yatkın olduğunu gösterdi.

Sürekli diken üzerinde yaşamak zorunda kalan çocukların bağışıklık sistemleri zayıflıyor bu da onları enfeksiyonlara açık hale getiriyor.

Uzmanlar, bu çocukların diğerlerinden kat ve kat daha fazla hasta olduğunu vurguluyor.

Obeziteye neden olan kilit protein keşfedildi



Proteinin keşfiyle yalnızca obezite değil, bazı kanser türleri, yağ dokusunda ve kas kütlesinde azalma ve iç organlardaki küçülme gibi önemli sorunlar da tedavi edilebilecek.

İsveç Karolinska Enstitüsü’nden bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre, TRAP (tartarata dirençli asit fosfataz) adı verilen protein yeni yağ hücrelerinin oluşumunu tetikliyor ve kilo alımını hızlandırarak, obeziteye neden olabiliyor.

Yaklaşık 4 yıl boyunca aşırı kilolu 14 kadını inceleyen araştırmacılar, aşırı kilolu kişilerde bu proteinin çok yüksek seviyede olduğunu gördü.

Araştırmada ayrıca bu proteinin bazı kanser türlerinin yanı sıra kaşeksi (aşırı kilo kaybı, deri altı yağ dokusundaki azalma, kas kütlesinde azalma ve iç organlarda küçülme, derideki değişiklikler, saç dökülmesi gibi belirtileri olan vücudun gerilemesi durumu) tedavisinde de umut olabileceği ortaya çıktı.

Araştırma internetteki Amerikan Plos One dergisinde yer alıyor.

Bilim adamları acımasızlık genini keşfetti



“Bencil diktatörler genlerinin esiri oluyor”. İsrailli bilim adamları neden bazı insanların diğerlerine göre daha acımasız olduklarını araştırdı. Buna göre, “AVPR-1” genini taşıyanlar bencil ve zalim davrandıklarında büyük haz alıyorlar.

Araştırmaya göre, “AVPR-1” adlı gen ile bencil ve acımasız davranışlar arasında bir bağ bulunuyor. Bir başka deyişle, “acımasızlık” insanların genlerinde saklı.

İsrailli bilim adamları, “AVPR-1” genini taşıyanların başkalarına yardımcı olacak hareketlerden daha az zevk aldıklarını ortaya koydu.

Araştırmaya göre bu gene sahip olan insanlar bencil davrandıklarında normal insanlardan çok daha büyük haz duyuyor.

Yaşlılarda ‘izole sistolik hipertansiyon’a dikkat



Kardiyolog Prof. Dr. Ahmet Oktay, sadece büyük tansiyonun yüksek, küçük tansiyonun normal veya düşük kalması olarak tanımlanan izole sistolik hipertansiyonun, özellikle yaşlılarda karşılarına çıktığını söyledi.

Kardiyolog Prof. Dr. Ahmet Oktay, sadece büyük tansiyonun 14’ün üzerinde, buna karşın küçük tansiyonun normal veya düşüklüğünün sık görülen bir durum olduğunu kaydetti.

Bu hastaların kalp yetersizliği ve kardiyovasküler komplikasyonlar bakımından yüksek risk altında olduğunu belirten Prof. Dr. Ahmet Oktay, ” izole sistolik hipertansiyon hastalarının kontrollu ilaçla tedavi çalışmalarında, büyük kan basıncının aşağıya çekilmesi ile inme, kalp krizi, kalp yetersizliği gibi risklerde anlamlı bir azalma sağlanabildiği tartışma götürmeyecek şekilde kanıtlanmıştır” dedi.

Sadece büyük(sistolik) kan basıncının (tansiyon) yüksek olması, küçük (diyastolik) kan basıncının normal veya düşük olması mümkün müdür?

Gerçekten de sadece büyük tansiyonun yüksek olması (140 mm Hg’nın, ya da halk arasında bilindiği şekilde 14’ün üzerinde), buna karşın küçük tansiyonun normal veya düşük kalması (90 mm Hg’nın (9’un) altında) pek de nadir görülmeyen bir durumdur. Hekimlerin “izole sistolik hipertansiyon” olarak isimlendirdikleri bu durum, özellikle yaşlılarda karşımıza çıkmaktadır. Bu tip hipertansiyonun kansızlık, tiroid bezinin fazla çalışması gibi bazı nadir nedenleri söz konusuysa da, izole sistolik hipertansiyon hemen daima kalpten çıkan ana atar damarın(aortun) ve onun ana dallarının yaş ve damar sertliğine bağlı olarak sertleşmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Sertleşen damar duvarı kanın pompalanmasıyla beklendiği oranda esneyip genişleyemeyeceğinden damar içindeki kan basıncı yükselmek zorunda kalmaktadır. Esasında büyük kan basıncı hem kadınlarda, hem de erkeklerde yaşla sürekli bir artış eğilimindeyken, küçük kan basıncı her iki cinsiyette de 55-60 yaşlarından itibaren azalma eğilimi gösterir. Böylece yaşlılarda hipertansiyon sıklıkla sadece büyük tansiyonun yüksekliği şeklinde ortaya çıkar.

Yalnızca büyük kan basıncının yüksek olması(izole sistolik hipertansiyon), hem büyük hem de küçük kan basıncının yüksek olması kadar tehlikeli veya kalp-damar hastalıklarını tetikleme açısından riskli midir?

Topluca değerlendirilen gözlemsel çalışma sonuçlarına göre hem büyük, hem de küçük kan basıncının yükselmesinin birbirinden bağımsız olarak ve benzer şekilde inme ve kalp krizine bağlı ölüm riskini artırdığı bilinmektedir. Özellikle yaşlılarda yapılmış gözlemsel çalışmalarda ise, ilginç olarak riskin büyük kan basıncının artmasıyla doğru orantılı olarak arttığı, buna karşın küçük kan basıncı ile ters orantılı olduğu (yani küçük kan basıncının azalması ile riskin arttığı) belirlenmiştir. Sonuç olarak, sadece büyük kan basıncı yüksekliği, küçük kan basıncının yüksekliği kadar olumsuz ve riskli bir durumdur. Sevindirici olarak, sadece büyük kan basıncı yüksek olanlarda (izole sistolik hipertansiyon hastaları) kontrollu ilaçla tedavi çalışmalarında, büyük kan basıncının aşağıya çekilmesi ile inme, kalp krizi, kalp yetersizliği gibi risklerde anlamlı bir azalma sağlanabildiği tartışma götürmeyecek şekilde kanıtlanmıştır.

Yalnızca büyük kan basıncı yüksek olan yaşlı kişilerde küçük kan basıncının fazlaca düşük olması kalp-damar hastalıkları açısından daha yüksek bir risk getirir mi?

Kanıtlar çok güvenilir olmamakla birlikte elimizdeki gözlemsel veriler yaşlı hipertansiyon hastaları grubunda, küçük tansiyon değeri düştükçe riskin, yani olumsuz sonuçların ortaya çıkması ihtimalinin arttığına işaret etmektedir. Bir başka ifade tarzıyla büyük kan basıncıyla küçük kan basıncı arasındaki fark ne kadar genişlemişse veya açılmışsa, kişinin riski o oranda artmakta gibi gözükmektedir. Farklı bir anlatımla büyük kan basıncı yüksek, ancak küçük kan basıncı düşük(60 mm Hg’dan (6’dan) düşük) yaşlı hipertansiyonlular özellikle yüksek risk taşıyan bir grubu temsil etmektedirler. Son yıllarda ortaya konmuş bu husus, sadece büyük kan basıncı yüksekliği olan hastaların tedavisinde bazı sorun ve kuşkuların da kaynağı olmaktadır.

Sadece büyük kan basıncı yüksek olanlarda, tedavi ile hem büyük kan basıncı, hem de küçük kan basıncını düşürmenin bir olumsuzluğu(zararı) söz konusu mudur?

Hipertansiyon konusunun iyi cavaplandırılamamış hususlarından biri de bu sorundur. Teorik olarak ve de bazı gözlemsel çalışmalara bakarak, özellikle koroner kalp hastalığı bulunanlarda küçük kan basıncının 60 mm Hg’nın (6’nın) altına çekilmesinin kalp krizi ve ölüm riskini artırabileceği söylenebilir. Ancak izole sistolik hipertansiyon hastalarında yapılan kontrollu ilaç çalışmaları küçük kan basıncının çok düşürülmesinin kalp krizi olaylarını artırdığını gösterememiştir. Bu bulgular çok sevindirici olmakla beraber, bazı nadir olgularda küçük kan basıncının çok düşürülmesinin olumsuz etkileri söz konusu olabilir. Bu çekinceye rağmen, izole sistolik hipertansiyonlu hastalarda ilaç tedavisinin kalp krizi riskini azaltmak da dahil olmak üzere genel yararlarının çalışmalarda gayet net olarak ortaya konmuş olması son derecede önemlidir. Bu nedenle, izole sistolik hipertansiyonun tedavisinde, küçük tansiyonu fazla düşürmenin bazı sakıncaları olabileceği akılda tutulmakla beraber, büyük tansiyonun normal sınırlara çekilmesi için azami çaba sarfedilmelidir. Hem hekim, hem de hasta açısından zor olan, hatta bazen olanak dışı bulunan, büyük kan basıncını normal değerlere çekerken küçük kan basıncının aşırı düşmesine meydan vermemektir.

Doğru beslenme, kanserden korunmada önemli

Kanserden korunmak için özellikle hücre yenilenmesine yardımcı olan C, E ve A vitamini içeren meyve ve sebzelerin bol tüketilmesi gerekiyor. Vitaminler, haplar yerine, sebze ve meyvelerden alınmalı...

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gamze Çan, dünyada ve Türkiye’de en sık görülen kanser türlerinin erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanseri olduğunu belirtti.

Beslenme faktörlerinin kansere yol açtığına dikkati çeken Prof. Dr. Gamze Çan, aşırı kırmızı et ve yağlı yiyecek tüketiminin kalın bağırsak kanseri, aşırı tuz tüketiminin ise mide kanserine neden olduğunu ifade etti.

Kanserden korunmak için kansere yol açan faktörlerden uzak durulması gerektiğini vurgulayan Çan, “Sigara ve alkolden uzak durmalı, güneş ışığının dik geldiği saatlerde özellikle küçük çocukları güneşten korumalıyız” dedi.

Günde 5-6 öğün taze meyve ve sebze tüketilmesi gerektiğini dile getiren Çan, şöyle devam etti:
“Özellikle C, E ve A vitamini içeren meyve ve sebzeler bol tüketilmelidir. Bu vitaminler hücrelerin yenilenmesine yardımcı olur. İşlenmemiş tahılları, lifli yiyecekleri, zeytinyağını, tatlılardaki şekerler yerine meyvelerdeki şekeri, rafine şeker yerine ise bal ve pekmezi tercih etmeliyiz. Beyaz şeker sadece insanlar için değil bütün canlılar için zararlıdır. İlk bir sene bebeklere verilen yemeklere tuz koyulmamalı. Bebeklere kesinlikle beyaz şeker verilmemeli, bunun yerine yiyeceklerine bir kaşık bal ya da pekmez katılmalıdır. Çocuklar beyaz şeker yerine diğer şekerlere alıştırılmalıdır.”

Prof. Dr. Çan, salamura, turşu ve tuzlu yiyeceklerden uzak durulması gerektiğini de vurgulayarak, “Sucuk, salam gibi işlenmiş et ürünlerinde uzun süre dayanmaları için kimyasal dolayısıyla kanserojen maddeler bulunmaktadır. Bu nedenle bu ürünlerden de uzak durulmalıdır. Yiyeceklerdeki katkı maddelerine dikkat edilmelidir. Tatlandırıcılar, soslar, konservelerde katkı maddeleri bulunmaktadır. En zararsız denilen katkı maddesi bile zararlıdır” diye konuştu.

Besinlerin hazırlanmasına da dikkat edilmesi gerektiğini ifade eden Çan, yiyeceklerin kömür ızgarasında pişirilmemesi, tekrar tekrar kaynatılmaması, yüksek ısı yerine düşük ısıda, besinin C ve E vitamini gibi antioksidan özelliğinin bozmadan pişirilmesi gerektiğini kaydetti.

“VİTAMİNLERİ SEBZE VE MEYVELERDEN ALIN”
Vitaminlerin haplar yerine sebze ve meyvelerden alınması gerektiğine dikkati çeken Çan, “Vitamin hapları, kimyasal formdaki vitaminlerdir. Her şeyin doğal olanı sağlıklıdır. Sağlıklı bir kişinin, vitamini sebze ve meyve tüketmek yerine vitamin tabletinden almasını asla önermiyoruz” diye konuştu.

Gamze Çan, kanserden korunmak için düzenli olarak fiziksel egzersiz yapılması gerektiğini vurgulayarak, şunları söyledi:
“Çocuklar ve gençlerin haftada en az 5 gün 1’er saat, yetişkinlerin ise yarım saat düzenli egzersiz yapması şart. Yürümek istemiyoruz, her yere araçla gidiyoruz. Alışverişlerimizi, banka işlemlerimizi internette yapıyor, hatta gazetemizi bile bilgisayar başında okuyoruz. Büyüklerimizin her şeyi yediklerini ancak sağlıklı olduklarını söylüyoruz. Eskiden insanlar tarlada, bahçede çalışarak yediklerini yakıyorlardı, bir denge vardı. Biz ise yeme alışkanlığını sürdürüp, yakmayı bırakıyoruz. Sonra kilo vermek için saçma sapan rejimler yapıp sağlığımızı kaybediyoruz.”

KANSERE YOL AÇAN DİĞER FAKTÖRLER
Kanserde genetik faktörlerin rol oynadığını, meme, mide ve kalın bağırsak kanserlerinin bazı ailelerde daha sık görüldüğünü ifade eden Çan, ailesinde meme kanseri olan kadınların, mutlaka düzenli taramalardan geçmesi gerektiğine dikkati çekti.

Katran, deterjan gibi kimyasal maddelerin kanserlerin yüzde 4’ünde etkili olduğuna işaret eden Çan, “Deterjanlar çevreyi de, bizi de kirletiyor. Daha ekonomik diye tercih ettiğimiz deterjanlar yeterince durulanmadığı, özellikle de soğuk suyla yıkandığında, sıcak yemekte çözünmekte ve yediklerimize karışmaktadır. Bu nedenle deterjan kullanımı sınırlı tutulmalı ve dikkatli olunmalıdır” dedi.

Çan, hava kirliliğinin, sigara ile birleştiğinde kanserlerin yüzde 10’unda etkili olduğunu da söyledi.

Gıda boyaları Avrupa’da yasaklanacak



Bir araştırmanın sonucunda 6 adet gıda boyasıyla çocuklardaki hiperaktivite arasında bağlantının ortaya çıkarılmasından sonra, Avrupa çapında bu suni boyaların yasaklanması isteniyor.

Gıda boyalarının kullanımının tamamen yasaklanabilmesi için AB’nin karar alması gerekiyor. İngiliz Gıda Güvenliği Ajansı da bu suretle, İngiliz bakanlardan gelecek yıla kadar bu boyaları gönüllü olarak satıştan kaldırmalarını istedi.

İngiltere’de geçen yıl yapılan araştırmada, katkı maddesi kullanılan içecek tüketen çocukların konsantrasyonlarını kaybettiği ve hiperaktiviteye yol açtığı rapor edilmişti.

Araştırmanın yapıldığı dönemde hiperaktif çocukların ailelerini, renkli ürünlerin tüketiminin olası risklerinden haberdar olmaları yolunda uyaran Gıda Güvenliği Ajansı, bu konuda daha güçlü tavsiyelerde bulunmamakla eleştirilmişti. Ancak ajansın bugün yapılan yönetim kurulu toplantısında başkan Dame Deirdre Hutton, ellerindeki kanıtın, bu boyaların gıdada kullanılmamasının akıllıca olacağını gösterdiğini söyledi.

AB geçen yıl, çocuklarda hiperaktivite seviyesi ile gıdalardaki koruyucu ve katkı maddelerinin tüketimi arasında ilgi kuran İngiliz bilimsel araştırmasını değerlendirme kararı almıştı.

İngiltere’de yapılan ve prestijli tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan araştırmada, gıdalara konan koruyucu ve renklendiricilerin çocuklarda hiperaktivite seviyesini yükselttiği belirlenmişti.

Southhampton Üniversitesinde yapılan araştırmada bilim adamları, bir grup çocuğun bir bölümüne gıdalarda bulunan koruyucu ve katkı maddelerinden hazırlanmış bir kokteyl, bir bölümüne de sadece meyve suyu vererek, çocukların davranışlarını gözlemlemişlerdi.

İngiliz Gıda Güvenliği Ajansı yönetiminde yapılan araştırmayı yürüten bilim adamlarına göre, elde edilen sonuçlar, daha önce dikkat toplama bozukluğu olan hiperaktivite rahatsızlığı bulunan çocuklar üzerinde yürütülen çalışmaların sonuçlarını doğruluyor.

Araştırmanın başındaki Profesör Jim Stevenson ve meslektaşları, koruyucu ve katkı maddelerinin 3 ve 8-9 yaşları arasındaki çocukların hiperaktif davranışları üzerinde olumsuz etkisi bulunduğunu saptadıklarını belirterek, “Bulgular, bu maddelerin sadece hiperaktivite rahatsızlığı bulunan çocuklar üzerinde değil, tüm çocukların davranışları üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini gösteriyor” şeklinde açıklamada bulunmuştu.

3 yaşında 153 ve 8-9 yaşlarında 144 çocuk üzerinde yapılan araştırmada kullanılan katkı ve koruyucu maddeli kokteyller, sodyum benzoat (AB normlarına uygun E221) ve E110, E122, E102, E124, E104 ve E129 gibi çeşitli renklendiriciler içeriyordu.

Çocuklarda hiperaktivite, konsantrasyon eksikliği ve özellikle okumada öğrenme zorluğuyla ortaya çıkıyor.

ABD’de 25 yılda hiperaktivite rahatsızlığı bulunan çocuk sayısı üçe katlanarak 2001-2002 yıllarında 2,84 milyona ulaşırken, Fransa’da da son verilere göre her 400 çocuktan biri hiperaktivite ilacı Ritaline alıyor.

Vitamin hapları erken ölüm riskini artırabilir



A, C ve E vitaminleri sağlığa yarar sağlamadığı gibi erken ölüm riskini artırabiliyor. Uzmanlar, vitamin alınırken dengeli beslenmeye de özen gösterilmesi gerektiğini hatırlatıyor.

İngiliz Daily Mail gazetesinin internet sitesindeki habere göre, uluslararası alanda saygın bir grup bilim adamı, 230 bin kişiyi kapsayan 67 araştırmayı inceleyerek antioksidan A, C ve E vitaminlerini almanın “sağlığa katkıda bulunduğu yönünde ikna edici hiçbir delil bulunmadığı” sonucuna vardılar.

Beta karoten, A, C ve E vitaminleri ile selenyum kullanımı üzerinde yapılan derinlemesine analizde, vitaminlerin ömrü uzatmadığı gibi ölüm oranını artırabileceği belirlendi.

Ölüm oranını A vitamininin yüzde 16, havuç, domates ve brokolide bulunan bir pigment olan ve vücudun A vitaminine dönüştürdüğü beta karotenin yüzde 7 ve E vitamininin yüzde 4 artırabileceği belirtilirken, C vitamininin önemli zararlı etkisinin saptanmadığı kaydedildi.

Araştırmadan, “antioksidanları kullanan sağlıklı insanlarda bazı hastalıkların önlendiği veya hasta insanların bunları kullanarak daha iyi oldukları yönünde kanıt olmadığı” sonucu çıktı.

Selenyum ve C vitaminiyle ilgili daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu ifade edildi.

Antioksidanlar, metabolizmanın normal çalışması sırasında vücut tarafından üretilen moleküller olan serbest radikallere karşı koruma unsuru oluşturuyor. Serbest radikaller hastalık, yaşlılık veya zehirli maddelere maruz kalma sonucunda kontrolsüz bir şekilde artarsa vücuda zarar verebiliyor.

C vitamini gibi antioksidanların, serbest radikalleri etkisiz hale getirerek sağlığa yarar sağlayacağı düşünüldüğü için birçok insan bunları “sağlık sigortası” gibi görüyordu.

Daha önce yapılan araştırmalardan, vücutta antioksidan seviyesinin artmasının hayatı uzatabileceği sonucu alınmıştı. Bazı araştırmalarsa bunların yararı veya zararı bulunmadığını, hatta zararlı etkisinin olabileceğini göstermişti.

Bununla birlikte, bu son araştırmada antioksidanların neden sağlığa zararlı olabildiği yönünde biyolojik bir açıklama getirilmezken, örneğin beta karotenin vücudun yağları kullanımına müdahale edebildiği belirlendi.

Araştırma, sağlık alanında yapılan çalışmaları değerlendiren uluslararası bir kuruluş olan Cochrane Collaboration tarafından yayınlandı.

Yüksek enerjili beslenen kadınların oğlu oluyor



Enerji bakımından zengin besinler alan kadınların erkek çocuk doğurma olasılığı daha yüksek olabilir...

İngiltere’deki Exeter Üniversitesinden Fiona Mathews ve ekibi, annenin beslenme şekli ve bebeğin cinsiyeti arasındaki ilişkiyi araştırdı.

740 hamilenin, gebelikten önce ve gebelik sırasındaki beslenme alışkanlıklarını inceleyen bilim adamları, ilk çocuğuna gebe kalan ve bebeğin cinsiyetini bilmeyen bu kadınları hamile kalırken, kalori desteklerine göre 3 gruba ayırdı.

Enerji desteğini en fazla alan kadınların yüzde 56’sının erkek, en az alanların yüzde 45’ininse kız bebek dünyaya getirdiği görüldü.

Araştırmada, kahvaltıda tahıl tüketimi, potasyum, kalsiyum, C, E ve B12 vitaminleri bakımından daha zengin ve daha çeşitli besin tüketimi ve erkek çocuk doğurma arasında güçlü bir ilişkinin olabileceği de ortaya çıktı.

Mahthews, “bu çalışmaların, genç kadınların az kalorili beslenme tarzını tercih ettiği gelişmiş ülkelerde neden erkek oranının azaldığını açıklamaya yardımcı olabileceğini” söyledi.

Son 40 yılda sanayi ülkelerinde erkek bebek sayısının az da olsa azaldığı gözleniyor. Bu düşüş, tüketim ürünlerindeki kimyasal maddelere bağlanıyor. Bununla birlikte araştırmacılar, gelişmiş ülkelerdeki genç kadınların değişen beslenme alışkanlıklarının da bu düşüşü açıklayabileceğini belirtti.

Kahvaltı alışkanlığının gelişmiş ülkelerde neredeyse ortadan kalktığını söyleyen araştırmacılar, ABD’de kahvaltı yapan erişkinlerin oranının, 1965’te yüzde 86 iken 1991’de yüzde 75’e düştüğünü vurguladı.

Araştırmacılar, kahvaltıyı atlamanın normal gece açlığı süresinin uzamasına, bu nedenle glikoz seviyesinin düşmesine neden olabileceği görüşünü savunuyor. Daha önce laboratuvarda yapılan araştırmalar, glikozun erkek bebek dünyaya getirme olasılığını artırabileceğini göstermişti.

Araştırma, “Proceeding of the Royal Society” dergisinde yayımlandı.

Çimlenmiş patates, zehirliyebilir



Çimlenmiş patatesteki “solanin” adlı toksik madde gıda zehirlenmelerine neden olabiliyor. Bu durum ise baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtilerle kendini gösteriyor...

Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Diyetisyen Doç. Dr. Nurten Budak, havaların ısındığı bu günlerde, kış aylarında stoklanan patates ve soğanların, uygun nem ve ışık bulunca çimlenmeye başladıklarını belirtti.

Patateste çimlenmeyle ortaya çıkan yeşilimsi tabakanın insan sağlığı için son derece zararlı olduğunu bildiren Budak, şu bilgileri verdi:
“Bu yeşillenmeyle birlikte ‘Solanin’ adı verilen toksin madde ortaya çıkarır. Solanin içeren patatesin tüketilmesi de besin zehirlenmesine neden olur. Solanin adlı toksininin neden olduğu besin zehirlenmesi, patates tüketiminden birkaç saat sonra kendisini göstermeye başlar. Bu durumda baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtiler görülebilir. Zehirlenen kişi en yakın sağlık kuruluşuna götürülmeli.”

Patatesin, hangi ortamda saklanırsa saklansın, çok uzun süre bekletildiği zaman yapısı gereği çimlendiğine dikkati çeken Doç. Dr. Budak, özellikle havaların ısındığı bu mevsimde, patates için uygun saklama ortamları bulmanın zorlaştığını kaydetti.

SOĞUK, NEMSİZ VE IŞIKSIZ ORTAMDA SAKLANMALI
Çimlenmenin neden olduğu sorunların önlenmesi için patatesin saklama süresinin kısa tutulması gerektiğini vurgulayan Budak, “Patates ne kadar soğuk, nemsiz ve ışıksız ortamda kalırsa o kadar süre çimlenmeden kalabilir, ancak yapısı gereği bir süre sonra çimlenmeye başlar. Şartlar ne olursa olsun patates bahar aylarında çimlenmeye başlar. Herşeye rağmen çimlenen patates tüketilecekse, patatesin mutlaka çimlenen bölümleri ve yeşilimsi tabaka iyice kesilmeli, soyulan patatesten dikkatlice ayrılmalıdır” diye konuştu.

Bilgisayar başında çalışanların hastalığı



“Karpal Tünel Sendromu” (elde sinir sıkışması), eskiden ev kadınlarında görülüyordu, şimdi ise bilgisayar kullanıcılarının hastalığı oldu. Nöroşirürji Uzmanı Doç. Dr. Başar Atalay, bu hastalığa yakalananların sayısının hızla arttığını söylüyor.

El bileğinin bir hastalığı olan Karpal Tünel Sendromu, eldeki sinirin sıkışması ile ortaya çıkıyor. Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Nöroşirürji Uzmanı Doç. Dr. Başar Atalay, bu hastalığın özellikle kadınlarda çok sık görüldüğünü belirterek ”Karpal Tünel Sendromu, İngiltere’den literatüre çamaşırcı kadın hastalığı olarak girmiş bir hastalıktır. Eskiden devamlı ev işi yapan kadınlarda çok görülüyordu ama günümüz toplumunda elini çok fazla kullanan kişilerde örneğin bankacı hastalarımızda, müzisyenlerde sık rastlıyoruz” dedi.

Doç. Dr. Atalay, bu hastalığın belirtilerini ise şöyle sıralıyor: “Avuç içinde bir uyuşma ve ağrı oluşuyor. Bu uyuşma ile ağrı bazen uykudan uyandıracak kadar rahatsız ediyor. Bu kişiler genellikle uyuşma nedeniyle ellerini sallarlar. İlerlediği durumlarda hayat kalitesini bozan bir hastalıktır.”

Ödem nedeniyle de bu hastalığın oluştuğuna dikkat çeken Doç. Dr. Atalay, guatr ve şeker hastaları ile yumuşak doku rahatsızlığı olanlarda, böbrek yetmezliği hastalarında, romatizmal hastalıklarda da bu hastalığa rastlandığını belirtiyor.

ADALE ERİMESİNE DİKKAT!
Karpal Tünel Sendromu’nun hafif, orta ve ağır olmak üzere üç seviyede ortaya çıktığını söyleyen Doç. Dr. Başar Atalay, hastalığın tedavisini de şöyle anlatıyor:
“Hafif düzeydeyse istirahatle düzelebiliyor ama orta ve ağır vakalarda uzun süre içinde düzelmeyecek kadar sinir baskısı ortaya çıkabiliyor. EMG (sinir iletim testi) testi ile sinirlerin iletim durumuna bakıyoruz. Elimizde pozitif bir kanıt olması lazım. Sinir iletisi belirli değerlerin altında ise o zaman ameliyat yapılması uygun olur. Kasta erime olabiliyor. O zaman da bir takım ince hareketleri yapmak engellenmiş oluyor. Böyle durumda elde küçük bir kesi açarak oradaki bağ dokusunu sinirin geçtiği yerden gevşetiyoruz. Bunu lokal anestezi ile yapıyoruz. Hasta, hastanede yatmıyor. Bir gün sonra pansuman yapıyoruz. Ortalama bir hafta sonra normal olarak ellerini kullanabiliyorlar. Ağır ev işi yapmak ve valiz taşımak gibi eli zorlayıcı işler yapmamak gerekiyor. Bilgisayar kullananlar için de eli dayamak için kullanılan destek yastıkçıları öneriyoruz.”