Yeni doğan bebeğin bakımı korktuğunuz kadar zor değil



Yeni bebeği olan genç anne-babalar, hastaneden dönüp evde bebekle baş başa kalınca ne yapacaklarını şaşırıyor.

Eskisi gibi kalabalık ailelerde yaşanmadığı için, evde bebek bakımında yol gösterecek tecrübeli büyüklerin olmaması korkularını büyütüyor. Bebekteki en ufak bir değişiklik annede büyük korkulara yol açabilmekte ve ebeveyn doktora koşmaktadır. Hamilelik döneminde bebek bakımıyla ilgili kitaplar okunmuş, başka annelerden öneriler alınmış olsa da, tecrübe edilmeyen her durumda acemilik yaşanması normal bir durum. Genç anne-babaların öncelikle her şeyin mükemmel olması gerekmediğini ve her bebeğin farklı bir gelişim gösterdiğini kabul etmesi gerekiyor. Bu durum kardeşlerde bile farklılık gösteriyor. Hangi durumun acil, hangisinin normal olduğunu öğrendikten sonra yeni doğan bebeğin bakımı çok da zor gelmiyor.

Medical Park Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Pınar Balgöz Ergül, yeni doğan bir bebek eve götürüldükten sonra yapılacak en önemli şeyin yeteri kadar emzirmek olduğunu söylüyor. Bebek 2-3 saatte bir uyanıp ağlayarak emmek istiyor ve annenin memesini tutup 15 dakika süreyle aktif olarak emebiliyorsa sağlığında endişe edilecek bir durum yok demektir. Bebek uzun süre uyuyorsa, uyandırılamıyorsa, memede uzun süre tutulamıyorsa acil bir sorun olduğu belli olur. Dr. Pınar Balgöz Ergül, annelerin merak ettiği soruları cevapladı.

YENİ EBEVEYNLERE TAVSİYELER
Islak mendil kullanalım mı?
Bebeklerin cildi çok hassas olduğu için mümkün olan en yumuşak, en az katkı maddesi içeren temizlik malzemesi kullanılmalı. Alt temizliği 1. aya kadar pamuk ve su ile yapılmalı. Bu dönemde ıslak mendil tahriş edici olabilir, pişik oluşturabilir. 1. aydan sonra katkı maddesi ve parfüm içermeyen ıslak mendil kullanılabilir.

Nasıl yatıralım?
Bebek her zaman sırtüstü yatırılmalı. Ani bebek ölümü sendromu denilen, ilk 1 yaşta sebebi belli olmayan kayıplar oluyor. Bunun daha çok yüzüstü yatan bebeklerde görüldüğü tespit edildi. Yatağında yastık ve çok fazla örtünün bulunmaması gerek. Yatağının kenarındaki parmaklıklar boynunun ve başının geçemeyeceği darlıkta olması lazım.

Ateşlenirse ne yapacağım?
Bazı aileler 37-37,5 derece ateşi bile acil diye hastaneye getirebiliyor. 37 normal kabul edilebilecek bir değerdir. Ancak 38'in üzerine çıkan bir ateş bebeğin doktor tarafından görül-mesini gerektirebilir. Yeni doğandaki yüksek ateşi evde düşürmeye çalışmak doğru değil. Fazla giydirilmişse üzerini açıp bir süre sonra tekrar ateşi ölçülebilir; ama ateş düşürücü ilaç vermek yanlıştır.

Emziğin ne zararı var?
Bebeklerin emziğe alışmasının anneleri biraz rahatlatmasının dışında hiçbir yararı yoktur. Aksine tamamen zararlıdır. Bir şekilde ihtiyaç duyuluyorsa 1. aydan önce verilmemeli. Çünkü emzik emen bebek, anne memesini erken bırakıyor. Meme başı şaşkınlığı denilen bir durum yaşıyor. Emziği memeden kolay tuttuğu için bir süre sonra memeden tamamen vazgeçiyor. Ayrıca, emziğin sürekli temiz kalmasını sağlamak çok zor.

İshal mi olmuş?
Yeterli beslenen bebeğin günde 5-6 kez bezini ıslatması, 5-6 kez kakasını yapması normaldir. Daha fazla da olabilir; ama bir gün boyunca hiç yapmaması acil bir durum sayılabilir. Bazen aileler anne sütü alan bebeğin normal görüntülü sulu-sarı dışkısını ishal olarak değerlendirebiliyor. Günde 7-8 kere, hatta gaz durumuna bağlı olarak köpüklü bile olması korkulacak bir durum değildir.

Gaz sorunu niye olur?
2-3 günlük bebeğin ağlaması gazdan değil, bebeklerin emme ve anne ile beraber olma isteğine bağlıdır. Gerçek gaz sancıları 15 günden sonra başlar. Gazın en önemli sebebi, hatalı beslenme tekniğidir. Emzirirken doğru tutulamaması ve memeyi tam tutmadığı için hava yutması bebeklerde gaz yapar. Bebek annenin yediklerinden de bir derece etkilenebilir. Her beslenmeden sonra mutlaka gazını çıkarmak gerekir.

Kusması tehlikeli mi?
Bebekler karnı doyduktan sonra ve gaz çıkarırken bir miktar kusabilir. Bu normaldir. Ancak, aşırı fışkırır tarzda, yeşil renkli kusması veya emmede azalma, karın şişliği gibi durumlar varsa acil sayılır. Mutlaka doktor görmelidir.

Cildinde neden kızarıklıklar var?
Yeni doğan bebeklerin vücudunda birtakım kızarıklıklar da olabilir. Bunlar bir süre sonra kendiliğinden geçer. Bebeğinizin cildinde tıkanmış ter ve yağ bezleri burun, yanaklar ve çenede beyaz noktacıklar olabilir. Birkaç hafta içinde bu bezler çalışmaya başladığında bu noktacıklar ortadan kalkar. Temizlemeye gerek yoktur.

Bebeğe su vermek gerekir mi?
6 aya kadar bebeğe su vermemek lazım. Çünkü anne sütünün yüzde 80'i zaten sudur. Bebeğin ayrıca suya ihtiyacı yoktur. Dışarıdan verilen her şey bebek açısından bir enfeksiyon riski taşır. Bu yüzden ellerin sık sık yıkanması, biberonların steril edilmesi gerekir.

Ne kadar sık yıkanmalı?
Mevsime göre her gün veya gün aşırı banyo yaptırılabilir. Banyo suyu sıcaklığı annenin elini yakmayacak şekilde 37 derece civarında olmalı.

Göbek bağı hâlâ düşmedi?
Bebeğin göbeği 1-2 hafta arasında düşer. Ama bu süre bazen 20-25 güne de uzayabilir. Normal sayılması gerekir. Göbek bakımı için doktorların önerdiği alkol veya antiseptik solüsyon kullanın. Göbek düşene kadar bebeğin bezini göbek kordonu dışarda kalacak şekilde bağlayın.

Evliliğini canlı tutmak isteyen; ilgiyi eksik etmemeli



Birbirlerini severek evlenenler, sevgilerini ömür boyu sürdüreceklerine dair söz verir, yemin ederler. Fakat romantizm devri bittikten sonra yavaş yavaş taşlar yerinden oynar. Muhabbet gülleri solmaya, aşk masalı bitmeye yüz tutar. "Bize neler oluyor? Acaba evlilik sevgi büyüsünü bozuyor mu?" sızlanmaları başlar.

Halbuki sevginin büyüsünü bozan evlilik değildir. Sevdiklerini elde edenler, evlendikten sonra birbirlerine yeterli ilgiyi göstermiyorlar. Daha önce sevdiği için uykusuz kalan gözler, onu görmüyor. Sahip olmak için plan yapanlar, sevdiğinin yanında olduğunun farkına bile varmıyor. Narin sevgi çiçeğinin ilgisizlikten sararıp solacağı unutuluyor. "Ben zaten onu seviyorum" düşüncesiyle ilgisiz davranmanın sevgi büyüsünü bozacağı dikkate alınmıyor. Erkek, işten gelir gelmez, "Off! Çok yoruldum." diyerek hemen TV'nin düğmesine dokunuyor. Oysa önce eşinin günün nasıl geçtiğini, ayaküstü de olsa sormalıdır. Bu davranış kadında "eşimin ilk ilgi alanı ben olduğuma göre demek ki, beni çok seviyor" duygusu uyandırır.

Eşi tarafından ilgi görmeyip ihmal edilen kadın kendisini ev işine verir. Gözü sadece işini görür. Bazı erkek de kadının maddi ihtiyacını karşılamakla onunla ilgilendiğini sanır. Elbette her dakika aşk destanı yazılmaz. Ama sevgi dolu bir bakış, bazen hoş bir gülüş, bir çiçeği sunuş, ya da şefkatle yaklaşıp sıkıntısını paylaşmak, gün ortasında sadece "seni seviyorum" mesajını atmak... Veya tek kelimeyle "sesini duymak istedim" sözcüğü iletmek ilgiyi canlı tutan küçük davranışlardır. İlgi, evliliğin bakımını yapan, onu onaran ve eşleri birbirine bağlayan gönül bağıdır.

Kadının da eşini kapıda karşılaması eşine "seni çok seviyor ve özlüyorum" mesajını verir. Şayet eşler, çalışıyor ve eve birlikte dönüyorlarsa erkek, "ben erkeğim" düşüncesiyle TV'nin karşısına geçip ayaklarını uzatmamalıdır. İş yapmasa bile mutfağa seğirten eşinin yanına uğraması kadının tüm yorgunluğunu giderir. Çünkü sevgi ışık gibidir. Sevgi ışığının sürekli yanması için ilgi düğmesini açmak gerek. İcabında eskiyen ampullerle ilgilenerek ışığın artması sağlanmalıdır. Yoksa ilgisizlik o sevgi ışığını zamanla sördürebilir.

Tabiat eczanesinden şifalı bitkiler!



www.burasiturkiye.com internet sitesinde yer alan bilgilere göre, bazı yiyeceklerin taşıdığı özellikler:

Satsuma (Küçük portakal): İçerdiği folik asit ve C vitamini sayesinde öksürüğü ve kanlı tükürmeyi keser. Ayrıca kan pıhtılaşmasına karşı en etkin doğal yiyecek olduğu için ileri yaşlarda felç veya kalp krizi riskini de azaltır.

Tarçın: Yemeklere girmiş olabilecek E-coli bakterisinin vücutta yayılmasını önler. Midenin düzenli çalışmasına etki eder. Kusmayı engeller. Hatta bal veya limon suyuyla birlikte alındığında boğazdaki yanmaları keser.

Hardal: İçindeki singrin maddesi, midenin gaz çıkarmasına yardımcı olur. Sindirim sistemini düzenler, mide ağrılarını giderir. En fazla bir çay kaşığı alınmalıdır.


Nane: İçerdiği mentol, midenin normalleşmesini sağlar. Vücuda giren grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini de azaltır. Nane çayı, baş ağrısı, grip, stres gibi hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da birebirdir.

Avokado: Sindirimi çok rahat olan bu meyve özellikle yeni doğmuş bebeklerin ilk maması olarak tavsiye ediliyor. İçerdiği E vitamini kalbe iyi gelir, yüksek potasyum dinç tutar ve insanı depresyona sokan uyuşukluluk ve rahatlığı atar. Vücudun kolesterol oranını ayarlar. Teninizin sürekli hücre yenilemesini sağlar (Zayıflamak isteyenler dikkat: Yağ oranı bir çikolata kadar yüksek olan avokadoyu yememenizi öneririz).

Çikolata: Sütlü çikolataları tercih edin. Çünkü içerdiği kakao yağı, magnezyum, E vitamini beynin kendisini yenilemesine ve psikolojik rahatlık sağlamasına yardımcı olur. Migreni olanlar çikolatadan uzak durmalıdır.

Patates: Orta boy bir patates, bir insanın bir gün içinde alması gereken C vitaminini içerir. Beyindeki serotonin adlı kimyasal maddenin kendisini yenilemesini sağlar.

Bezelye: Haftada 10 porsiyon domatesli bezelye yemeği yiyen bir erkeğin, yemeyene oranla prostat kanserine yakalanma riski yüzde 35 daha az. B vitamini ve protein deposu olan bezelye, kalp için de çok önemli.

Kepekli Ekmek: Kalp hastalıklarıyla bağırsak kanseri için faydalıdır. Günde 12 gramdan fazlası kişiye göre zararlı olabilir.

Kiraz: 100 gramında 40 kalori bulunuyor. İçerdiği ellegic asit, vücudu kansere karşı korurken, kiraz kalp damarlarındaki normal bir kan dolaşımını sağlar. Çok kiraz yenmesi, gut hastalığına yakalanma riskini de düşürür. Günde 20 kiraz yemek 1 aspirin yerine geçiyor.

Pirinç: E ve B12 dışında tüm B vitaminleri ve potasyum içerir. Özellikle kolon ve bağırsak kanserlerine karşı faydalıdır. Kolesterolü düşürdüğünden kalbe iyi gelir.

Fındık: Kalp krizine karşı koruyucu olan E vitamini açısından en zengin besinlerin başında gelir. Her gün yenilen bir avuç fındık kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucudur.

Zeytinyağı: İçindeki omega yağ asitleri, kandaki kolesterol düzeyini dengede tutar. Antioksidan özelliği olan E vitamini açısından da zengindir. Bu sayede kalp krizi, felç, kanser ve erken yaşlanmaya karşı beyni koruyucu etkiye sahiptir.

Soğan: Bağışıklık sistemini güçlendirir. İçerdiği allicin ve sülfür, mide ve bağırsak kanserine karşı koruyucu etkiye sahiptir. Son araştırmalar kemik erimesine karşı, peynir ve sütten daha etkili olduğunu göstermiştir.

Çilek: Kolesterol düzeyini düşürür ve sindirim sistemini düzenler. Ellegic asit adı verilen kansersavan bir maddeyi de içerir.

Domates: Likopen açısından zengin ender bitkilerden biridir. Likopen, pankreas gibi çeşitli kanser hastalıklarını önleme konusunda hayati önemdedir. C vitamini açısından zengindir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Lifli bir besin olması da bağırsak kanseri riskini azaltır.

Kayısı: Antioksidan olan betakaroten açısından zengindir. Hücrelere ve dokulara zarar veren moleküllerin etkisini ortadan kaldırarak kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Lifli olduğu için bağırsakları koruyucudur.

Tahıllar: Arpa, mısır, buğday, yulaf gibi tahıllar B ve E vitamini, potasyum ve kalsiyum içerir. Kanserojen maddelerin vücuttan atılması sürecini hızlandırır. Tahıl ağırlıklı bir beslenme rejimi, bağırsak kanseri riskini yarı yarıya azaltıyor.

Fasulye: Fasulye, C vitamini ve betakaroten gibi kalp hastalığı ve kanseri önleyen antioksidanlar açısından zengindir. B vitamini de cinsiyet hormonlarını kuvvetlendirir.

Pancar: Demir ve folik asit açısından zengin olan pancar, eski çağladan beri kan hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Amerikalı uzmanlar, pancar suyunun sarılık tedavisinde de etkili olduğunu belirtiyor.

Lahana: Kanserli hücrelerin çoğalmasını önleyen kroten maddesi içerir.

Havuç: Tam 40 araştırma, havuç tüketimi arttıkça kanser riskinin azaldığını ortaya koymuştur. Bunun temel sebebi betakaroten, C ve E vitaminleri gibi antioksidanlar açısından zengin oluşudur.

Çay: Günde 2 bardak içilen çayla, 4 elma, 5 soğan, 7 portakal yemiş gibi kalp dostu antioksidan madde almış olursunuz. İngilizler, özellikle çocukların haftada en az 6 bardak sütlü çay içmesini öneriyor.


Papatya: Çay olarak içildiğinde sindirime yardımcı olur, karın ağrılarını dindirir. Sıcak bir banyonun ardından hazırlanacak papatya çayı torbaları, egzamanın sebep olduğu kaşıntı ve yanmaları alır.


Acı pul biber: Portakaldan 3 kat daha fazla oranda C vitamini içerir. Capsantin adlı kimyasal madde zona hastalığının sebep olduğu ağrıları dindirmek için yapılan kremlerde kullanılır.

Portakal suyu: Bir bardak portakal suyu günlük C vitamini ihtiyacının tamamını karşılar. İçindeki potasyum vücudun su dengesini korur; cildin kurumasını, kırışıklıkların meydana gelmesini önler.

Enginar: Bol miktarda folik asit ve potasyum içerir. Düşük yağ oranı, sindirimi kolaylaştırıcı etkisi, antioksidan özellikleri sayesinde anne adayı ve bebeğin sağlığına önemli faydaları vardır.

Böğürtlen: E vitamini içerir. Vücuttaki zararlı besin atıklarının temizlenmesini sağlar. C vitamini boldur. Cenini korur.

Kabak: 100 gram kabak günlük folik asit ihtiyacının 4'te birini karşılar. Yüksek orandaki potasyum sıvı-tuz dengesini sağlar.

Tahıl: İdrar yollarını açıcı, çalıştırıcı ve rahatlatıcı etkileri sayesinde dehidratasyonu rahatsızlığı bulunanların mutlaka yemeleri gerekir. Mideyi rahatlatıcı özelliği vardır.

Küçük çocuklarda bronşit öldürmesin



Küçük çocuklarda bronşit sırasında meydana gelen balgam nefes borusunu tıkayarak ölümle sonuçlanabilmekte.

Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Kendirci, bronşite yakalanan çocukların, balgam çıkaramayacakları için nefes borularının tıkanarak ölebileceklerini bildirdi.

Kendirci, ailelerin çocuklardaki kış hastalıkları konusunda dikkatli olmalarını istedi. Kendirci, yetişkinlerde akciğerlerdeki büyük hava yollarının iltihaplanmasına bronşit, çocuklarda ise küçük hava yollarının iltihaplanmasına bronşiolit adı verildiğini ve özellikle kış aylarında bu tür hastalıkların çok sık görüldüğünü kaydetti.

Süt çocuklarında bronşiolite daha çok rastlandığını ifade eden Kendirci, "Öksürük, nefes darlığı, hışırtılı solunum ile kendini gösteren bronşiolit, küçük çocuklar için tehlikeli bir hastalıktır. Bronşiolite yakalanan süt çocukları, balgamı çıkaramayacakları için nefes boruları tıkanarak ölebilirler. Akciğerlerde zar delinmesi gelişebilir ve bir parçası sönebilir.

2 yaşın altındaki çocukların tedavisinde geç kalınmamalıdır. Akut bronşiolit, astım gelişme riskine karşı takip edilmelidir." dedi. Kendirci, bronşiolit için nemli oksijen tedavisi ve kalp yetmezliğine sebep olmayacak bronşiolleri genişletici ilaçlar verilmesi gerektiğini kaydetti.

Üşüyen elleri ovmayın, hohlayın



Kış aylarında üşüyen eller ovulmak yerine nefesle ısıtılmalı.

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ferruh Ayoğlu, '''Kış aylarında el ve ayak donmalarında, donmuş kısımlar ovuşturulmamalı, nefesle ısıtılmalıdır'' dedi.

Yrd. Doç. Ayoğlu, soğuk havalarda donma tehlikesiyle karşılaşılabileceğini, vücut ısısının çok iyi korunmasının önem arz ettiğini söyledi. Donmanın tüm vücutta olabileceği gibi el, ayak, burun ve kulakta da gerçekleşebileceğine dikkati çeken Yrd. Doç. Ayoğlu, şunları kaydetti:

''Hava sıcaklığının düştüğü günlerde vücudun özellikle el ve ayak gibi uç kısımları donmaya karşı korunmalı. Sıcak tutucu çorap ve ayakkabı giyilmesi önem taşıyor. Ancak, parmakların hareket etmesini güçleştiren dar ayakkabıların yanı sıra kat kat giyilmiş kalın çoraplar kan dolaşımını engellediğinden donma olayı ayakta sık görülebiliyor. Kış aylarında el ve ayak donmalarında, donmuş kısımlar ovuşturulmamalı, nefesle ısıtılmalıdır. Ciddi lokal soğuk yaralanmalarında donmuş kısımlara soğuk ya da sıcak malzeme kullanılarak da müdahale yapılmamalıdır. Kışın sokakta kalan ya da evlerini çeşitli nedenlerden dolayı ısıtamayanlar için donma tehlikesi fazladır. Soğuk bölgelerde yaşayanlar da risk altındadır.''

Asla sıcak suya sokulmamalı

Yrd. Doç. Ferruh Ayoğlu, çevre ısısının kışın düşük olması dolayısıyla kaybolan vücut ısısını düzenleyen mekanizmalar yetersiz kaldığından donma tehlikesinin söz konusu olabildiğini, donmuş bölgenin kesinlikle sıcak suya sokulmaması ve ateşe yaklaştırılmaması gerektiğini kaydetti. Aşırı soğuklarda vücut ısısının çok iyi korunmasının sağlık problemleri yaşanmaması açısından önem arz ettiğine dikkati çeken Yrd. Doç. Ayoğlu, şöyle dedi:

''İklim değişikliği insan sağlığını etkileyen önemli faktörlerden biridir. Soğuk günlerde ev ve iş yerlerinin sıcaklığının 21 derece civarında tutulmasına dikkat edilmeli. Mevsim şartlarına uygun giyinilmesi de yararlıdır. Güneşli havada, kış mevsimi olduğu gerekçesiyle üst üste kazak giyilmemeli ya da ince gömlekle dışarı çıkılmamalıdır. Vücut ısısının iyi korunması sağlık problemlerinin yaşanmasını engelleyecektir.''

Diabet cinsel sağlığı olumsuz etkiliyor



Türkiye’de yaklaşık beş milyon insanın sorunu olan diyabet, cinsel yaşam kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Ancak bu sorunların bir çoğu basit tedbir ve tedavilerle düzeltilebiliyor

Daha çok kalıtım ve hormonsal bozukluklarla ortaya çıkan ve önemli bir sağlık sorunu olan diyabetin görülme sıklığı giderek artıyor. Özellikle son yıllarda kalorili, şekerli ve yağlı yiyeceklerin fazla tüketilmesi bu artıştaki en önemli neden olarak gösteriliyor. Uzun yıllar kontrol edilmeden devam eden diyabette diğer komplikasyonlara paralel olarak cinsel sorunlar da gelişebiliyor.

Ancak diyabetin yarattığı cinsel sorunların yaşam kalitesini düşürmesine izin vermemek mümkün. Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz, diyabette cinsel sağlığı korumanın yolları ve yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi. Tip 1 veya Tip 2 diyabetin kadınlarda seksüel hayatı fiziksel olduğu kadar ruhsal açıdan da etkilediğini ifade eden Prof. Yılmaz, “Özellikle diyabetin neden olduğu kilo artışı başta olmak üzere bir takım fiziksel değişikliklerin kadınların cinsel hayatında bir takım olumsuzluklar yarattığı söylenebilir” dedi.

Ancak bu sorunların büyük çoğunluğunun basit önlemler veya tedavilerle düzeltilebildiğini kaydeden Yılmaz, “Özellikle iyi glisemi ayarı, bunun gibi birçok sorunu ortadan kaldırıyor. Bizim toplumumuzda kadınlarda diyabetin cinsel sağlık üzerine olan etkisi, erkeklere göre daha az dile getirilmekte ve irdelenmekte olmasına rağmen sorun hiç de azımsanacak ölçüde değildir” diye konuştu.

Diyabetin kadınlarda en sık neden olduğu cinsel sorunlardan bahseden Prof. Yılmaz, “Diyabetin kadınların cinsel sağlığı üzerinde yarattığı en önemli etki, enfeksiyonlardır. Vajinal enfeksiyonlar ve üriner sistem enfeksiyonlarına diyabetik kadınlarda, özellikle kan şekerinin yüksek olduğu dönemlerde daha sık rastlanıyor” şeklinde konuştu.

Ne tür tedbirler alınabilir

Prof. Dr. Yılmaz, “Kadınların bu sorunların üzerine gitmeleri ve basit önlemlerle giderilecek sorunların, cinsel yaşamlarını olumsuz etkilemesine izin vermemeleri gerekir” tavsiyesinde bulundu.

Diyabetin erkekler üzerindeki komplikasyonlarına da değinen Yılmaz, “Bunlar arasında en az tartışılan ve diyabetik erkeklerin hekime başvuru nedenleri arasında hemen hemen en son sıralarda yer alan sorun ise iktidarsızlık. Bu sorunun tıp dilindeki karşılığı ‘impotans veya erektil disfonksiyon’. Diyabetik olmayan bireylerde de ilerleyen yaşla beraber cinsel aktivitede bir yavaşlama olduğunu belirten uzmanlara göre, tüm impotans nedenlerinin yüzde 40’ının nedenini diyabet oluşturuyor” dedi.

Diyabetlilerde impotans tedavisi için üç seçenek olduğunu bildiren Prof. Yılmaz, şunları söyledi;
“Yalnızca psikolojik faktörleri düzeltmek ve impotansa neden olabilecek ilaçları kesmek, bu seçeneklerin başında geliyor. İkinci sırada ise ilaç tedavisi var.”

Diyabetten kaynaklanan cinsel sorun tedavisindeki son seçenekte ise cerrahi yöntemlerin yer aldığını ifade eden Prof. Yılmaz, ilaç tedavisinden cevap alınamayan kişilerde bu tedavinin uygulanabileceğini söyledi.

Bayanlara özel Viagra!



ABD'de testler son aşamada. Artık kadınlara özel Viagra da yolda. Fakat ne derece etkili olacağını önümüzde ki yıllarda daha iyi görebileceğiz.

ABD'nin Virginia Üniversitesi laboratuvarlarında, viagranın erkeklerdeki etkisine benzer bir etkiyi kadınlarda yaratabilen bir ilacın testlerine başlandı. Erkeklik hormonu testosteron yüklü LibiGel adlı merhem, sekse ilgilerini kaybeden kadınlarda libido patlamasına yol açıyor.

Virginia Üniversitesi, LibiGel'in seksüel istek bozukluğundan mustarip kadınlara reçeteli satışlarına önümüzdeki aylarda başlamayı hedefliyor.

Merhemi deneyecek olan yaşları 30-65 arasında değişen 25 kadının tamamının yumurtalıkları alınmış.

Bu bilgilerin ardından, "cinsel istek bozukluğu" tekrar tartışılması gereken bir mesele olarak göze çarpıyor. Tedavisinin daha çok psikolojik olduğu bu sorun, erkek ve kadınların önüne çoğu zaman özellikle çıkarılarak, ilaç satışlarının artırılmasının hedeflendiği söyleniyor. Bu türden satılık hastalıkların tıp dünyasında var olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, bu hastalığın da satılık hastalıklardan biri olduğu ve ilacının üretildiği söylenebilir.

Öte yandan, merhemin 24 saat içerisinde etkisini gösteriyor olması nedeniyle, günün herhangi bir saatinde etkisini yoğunlaştırması halinde kadınların ne türden bir hissiyat ve davranış içerisine girecekleri tartışma konusu.

Dikkat! Çocuklarda kanser artıyor



Özel Ege Lisesi'nde, Ege Lösemili Çocuklar ve Onkoloji Derneği işbirliği ile düzenlenen "Çocukluk Çağı Lösemi ve Kanserleri" konulu bilgilendirme toplantısında her yıl 18 yaş altında 3 bin 700 kanser beklendiği belirtildi.

Öğrenci velilerini bilgilendirmek amacıyla, "1. sınıflar Toplum Hizmetleri Projesi" çerçevesinde yapılan toplantıda konuşan Ege Üniversitesi (E.Ü.) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı ve Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Kantar, kanserin genetik bir hastalık olduğunu belirterek, Türkiye'de 18 yaş altındaki çocuklarda her yıl 3 bin 700 kanser beklendiğini kaydetti.

Kansere yakalanmamak için özellikle yüksek gerilim hattına sahip yerlerden ve elektro manyetik alanlardan uzakta durulmasını tavsiye eden Doç. Dr. Kantar, "Cep telefonlarını bugün gönül rahatlığı ile kullanabiliyoruz. Bugünün bilimsel verilerinde, cep telefonunun kansere yol açtığına dair kesin bir kanıt yok. Fakat unutmayalım ki, bugünün bilimsel doğruları, yarının yanlışları olabilir" dedi.

Yaş ilerledikçe kansere yakalanma riskinin arttığını söyleyen Doç. Dr. Kantar, "Dört kilonun üstünde doğan bebeklerde, böcek ilaçları temasları, düzensiz beslenme, gebelikte kahve, sigara, alkol kullanımı kansere yakalanma riskini arttırıyor. Ayrıca sağlıklı beslenerek gelecek yıllara yatırım yapmış oluyorsunuz. İnsanın en önemli varlığı sağlığıdır" şeklinde konuştu.

Gelişmekte olan ülkelerde nüfusun yarıya yakınının bulaşıcı hastalıklardan öldüğünü dile getiren E.Ü. Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yavuz Anacak, Batı Avrupa ve Amerika'da kanserden ölenlerin oranının, enfeksiyon yüzünden ölenlerin oranından daha fazla olduğunu ayrıca kanserli çocuk sayısında da gelişmiş ülkelerden, az gelişmiş ülkelere doğru oranın arttığını belirtti. ABD'de yüzde 1 oranında kanserli çocuk ölümüne rastlanıyorsa, Mısırda bu oran yüzde 6 olduğunu vurguladı. Kanserin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Anacak, "Zengin ülkelerde çocuk ölümleri fakir olan ülkerlerdeki ölümlerden daha az görülmektedir. Fark tedavinin başarısızlığından ve ekonomik yetersizliklerden dolayı giderek açılmaktadır" diye konuştu.

Ömrünüzü 11 yıl daha uzatmanın formülü!



Hayatınızda ufak değişiklikler yaparak ömrünüze olumlu katkıda bulunabilirsiniz. Üstelik fazla masraf yapmadan hem sağlıklı kalabilir hemde ömrünüzü 11 yıl daha uzun yaşama imkanına sahip olabilirsiniz.

Yapılan bir araştırma, asansör yerine merdivenleri kullanmak ve sürekli oturmayıp arada dolaşmak gibi önemsiz görünen ayrıntıların insan sağlığına etkisinin sanılandan çok daha büyük olduğunu ortaya koydu. İşte Önemsiz Görünen Ayrıntılarla 11 Yıl Fazla Yaşamanın Formülü:

Cambridge Üniversitesi bilim adamlarının, yaşları 45-79 arasında değişen 25 bin kişiyle yaptığı araştırma “uzun yaşam formülünü” basitleştirdi. Araştırmaya göre,

• sigara içmeyi bırakmak 5,

• spor yapmak 3,

• gün içinde 5 kez sebze ve meyve yemek de 3 yıl insan hayatını uzatıyor.

Bilimadamları, bu uğurda çok da çaba harcanmasına gerek olmadığı görüşünde. Zira, araştırmaya göre,

• günlük yemek listesine bir elma veya bir armudun eklenmesi, insan hayatını 2 yıl uzatıyor.

Araştırma, kişilerin ne kadar spor yapmaları gerektiğini ise mesleklerine göre belirliyor.

• Tüm gün oturarak çalışanların bir saat,

• neredeyse bütün gün ayakta duran kuaförlerin veya tezgahtarların 30 dakika egzersiz yapmaları hayatlarını 3 yıl uzatıyor.

• Temizlikçiler, hemşireler veya inşaat işçilerininse ağır çalışma koşulları sebebiyle spor yapması gerekmiyor.

Araştırmada,

• asansörü kullanmak yerine merdiveni tercih etmenin,

• oturmak yerine arada sırada dolaşıp hareket etmenin spor kadar etkili olduğu da vurgulanıyor.

Kabızlık kanser nedeni olabilir



Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Cengiz Pata, bağırsaklarda ve anüsde bazı hastalıklara ve şikayetlere neden olabilen kabızlığın tedavi edilmezse kansere yol açabileceğini belirtti.

Doç. Dr. Cengiz Pata, akut kabızlığın ciddi hastalıkların habercisi olabileceğini, bu nedenle acil olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, toplumda birçok insanda görülebilen kabızlığın tedavi edilmediği durumlarda kansere bile neden olabileceğini vurguladı. Pata, rektal kanama, karın ağrısı ve krampları, bulantı ve kusma ile istemsiz kilo kaybının kabızlığa eşlik etmesi durumunda, dikkatli olunması ve acil olarak gastroenteroloji uzmanına başvurulması gerektiğini belirtti.

Pata, dışkının çok koyu renkli ve çok kötü kokulu olmasının yanlış beslenmenin ya da herhangi bir bağırsak hastalığının belirtisi olduğunu kaydederek, şu ifadelere yer verdi:

"Dışkıyı çıkarmakta zorlanmak, sert dışkı, gaz-şişkinlik, karın bölgesinde ağrı, 3 günden daha uzun aralıklarla dışkı çıkarmak, dışkı çıkarırken anüste ağrı, nadir tuvalet ihtiyacı hissetmek, dışkı çıkardıktan sonra hala içeride bir şey kalmış hissi ve anüste şişlikler olması kabızlığın belirtileridir. Kabızlığın nedenleri ise; yeterli su içmemek, yanlış beslenme, hareketsizlik, aşırı yemek, bağırsak hastalıkları, hemoroidler, kas zayıflığı, bazı ilaçlar, prostat sorunları, stres, yeme biçiminde değişiklik, bazı diyetler, uzun süren yolculuklar, barsak fonksiyonel hastalıkları, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarıdır.”

Pata, kabızlık sorununun ortadan kaldırılması için lif zengini yiyecekler olan çiğ sebzeler, meyve, hububat, kepek gibi besinlerin tüketilmesini önererek, lifli besinlerin bağırsakların çalışmasını hızlandırdığını belirtti. Liften zengin besinlerin bağırsaktaki toksinlerin, maya mantarlarının ve hastalık yapıcı bakterilerin oluşmasını azalttığını kaydeden Pata, lifli yiyecekler kadar su tüketiminin de önemli olduğunu vurguladı.

Kalın bağırsağın her gün en az 1,5 litre suya ihtiyacı olduğunu bu nedenle yetişkin bir insanın günde 1.5-2 litre su içmesi gerektiğini belirten Pata, genç hastaların kabızlığın uzun sürmesi durumunda, 50 yaş üzeri hastaların ise kabızlık belirir belirmez bağırsak tetkiki için bir gastroenteroloji uzmanına görünmeleri gerektiğini belirtti.

Alzheimer'ı geciktirmek mümkün mü?



Uzmanlar uyarıyor; alzheimerden kaçış mümkün değil ancak yapılacak bazı uygulamalarla hastalık geciktirilebilir. Sürecin ertelenmesi ve yavaşlatılması için zihnin sürekli olarak zinde tutulması gerekiyor.

Böylece hastanın yaşam kalitesi de artırılabiliyor.
Realage'de yer alan bilgilere göre, Alzheimer Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Haşmet Hanağası, kalp ve damar hastalıklarından korunabilmek için uygulanan bir çok yöntemin alzheimerin oluşumunu engellemeye olumlu katkı sağladığını söyledi.


Doç. Dr. Haşmet Hanağası, “halk arasında ‘bunama’ olarak bilinen ve özellikle 65 yaş üzerinde görülen alzheimer hastalığının, erken yaşlarda alınacak tedbirlerle frenlenmesinin ilerleyen yaştaki yaşam kalitesi açısından büyük önem taşıdığını belirtti.
65 yaşından sonra her bireyin risk altında olduğunu vurgulayan Hanağası, klinik olarak hastalığın, başta bellek olmak üzere tüm düşünce işlevlerini etkileyerek, hastaların geçen zaman içinde günlük yaşam aktivitelerinde giderek başkalarının yardımına bağımlı hale gelmesine neden olduğunu ifade etti.

Hanağası, “Alzheimer hastalarında depresyon, halüsinasyon, hezeyan, uykusuzluk gibi nöropsikiyatrik davranışsal semptomlar sıklıkla görülür” dedi.

Hastalık Tamamen Ortadan Kaldırılamıyor

Alzheimer tedavilerinin giderek geliştiğini, ancak tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayan hastalıklar arasında yer aldığını bildiren Hanağası, “Hastalar, yeme içmeden giyinmeye, konuşmadan isteklerini belirtmeye kadar bir çok yaşamsal faaliyetlerinde gerileme yaşayabiliyor. Yani hastalığın seviyesine göre yaşam kaliteleri düşüyor” diye konuştu.

Hanağası, kalp ve damar hastalıklarından korunabilmek için yapılan bir çok yöntemin bu hastalığın ilerleme hızını yavaşlattığını ifade ederek, kolesterol ve tansiyon gibi hastalıkların yanı sıra sigara gibi bazı kötü alışkanlıkların da alzheimer hastalığını tetikleyen en önemli faktörler olduğunu vurguladı.

Kaçış Yok, Ancak Geciktirilebilir

Hanağası, alzheimerden kaçışın olmadığını ancak, yapılacak bazı uygulamalarla hastalığı geciktirmenin mümkün olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
“Bu hastalık, özellikle beyin kabuğunda bilinmeyen bir nedenden dolayı anormal protein birikiminden kaynaklanıyor.

Balık, meyve sebze ve zeytinyağlı yiyeceklerden oluşan ve Akdeniz diyeti olarak bilinen beslenme tarzı hastalığı geciktirirken, kızartma ağırlıklı yağlı yiyecekler ise bu hastalığa yakalanma oranını artırıyor. Bu nedenle beslenirken iki kere düşünmek gerekli” dedi.

Emekli Olunca Köşeye Çekilmeyin

Özelikle Türk halkında hakim olan “Emekli oldum. Bir köşeye çekileyim” görüşünün de alzheimeri tetiklediğini ifade eden Hanağası, zihnin sürekli olarak zinde tutulması gerektiğini söyledi.
Sürekli çalışma halindeki zihnin hastalığın ilerleme hızını azalttığına işaret eden Hanağası, “Bu nedenle herkesin emekli de olsa kendisine birer hobi edinmesini öneriyoruz.

Hobinin yanı sıra sürekli olarak bulmaca çözmenin de alzheimer hastalığına karşı bir yöntem olduğu biliniyor.”

Gırtlak kanseri gençler ve kadınlarda artıyor



Sigara, alkol ve hava kirliliğinin tetiklediği gırtlak kanseri gençler ve kadınlar arasında da artış gösteriyor. Erken teşhisle boğazın delinmesi önleniyor.

Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağatay Akçalı, ''genelde 50-60 yaşlarında ve erkeklerde görülen gırtlak kanserinin artık gençlerde ve kadınlarda da artış gösterdiğini'' bildirdi.

Prof. Dr. Akçalı, gırtlağın, boğazın hemen altında ve yutak önünde bulunan, ses tellerinin bulunduğu bir organ olduğunu, bu organın gıdaları tüketirken besinlerin nefes borusuna kaçmasını engellediğini vurguladı. Tüm kanser türlerinde olduğu gibi gırtlak kanserinde de önceki yıllara göre artış olduğunu, erkeklerde yüzde 10-15 kadınlarda ise yüzde 2 civarında görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Akçalı, ''Genelde 50-60 yaşlarında ve erkeklerde görülen gırtlak kanseri, gençlerde ve kadınlarda da artış gösterdi. 30-40 yaşlarında gırtlak kanserli hastalara rastlanıyor'' dedi.

Prof. Dr. Akçalı, sigara, alkol ve hava kirliliğinin gırtlak kanserinin oluşumunu tetikleyen faktörler olduğunu ifade ederek, ''Kadınlar ve daha çocuk yaşlarda sigara içiminin yaygınlaşmasının, hastalığın bu kesimi de kapsamasında önemli etken olduğunu düşünüyoruz'' diye konuştu.

Erken teşhiste tedavide yüzde 100 sonuç alındığını, ancak ilerleyen aşamalarda tedavinin güçleştiğini, hatta, gırtlağın tamamen çıkartılmasının söz konusu olduğunu ifade eden Prof. Dr.Akçalı, ''Bu durumda hastanın nefes alabilmesi için boğazında kalıcı delik oluşturmak zorunda kalıyoruz'' dedi.

Prof. Dr. Çağatay Akçalı, gırtlak kanserinin hastanın yaşam kalitesini büyük oranda düşürdüğünü, ses kısıklığı nedeniyle hastanın çevresiyle iletişim kuramaması ve konuşma yeteneğini kaybetmesine neden olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:

''Gırtlak kanserinin belirtileri, hastalığın organ içindeki yerleşimine ve büyüklüğüne bağlıdır. Ancak, genel belirtileri arasında uzun süren ses kısıklığı ilk sırada gelir. Yutkunma güçlüğü, boğazda takıntı ve ağrı hissidir. Ancak, gırtlağa yerleşen tümörün çapı büyükse bu yutma sırasında ağrıya, kanlı balgama ve nefes darlığına da yol açabilir.'' Prof. Dr. Akçalı, özellikle sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklarından vazgeçemeyenlerin mutlaka yılda bir kez de olsa birkaç dakika süren kontrolü ihmal etmemeleri gerektiğini sözlerine ekledi.

Beynimizin keşfedilmeyi bekleyen 10 sırrı!



Beynimizin her geçen gün yeni bir fonksiyonu daha keşfediliyor. Ama hala daha muamma olarak bilinen 10 fonksiyonu var olduğu iddia ediliyor.İşte bu fonksiyonlar...

Kafamızda taşıdığımız 1 kilo 350 gramlık koca bir labirent. Her gün tepemizde ve bizi o yönetiyor. En güzel duyguların da, şeytani emellerin de planlayıcısı o... Sırlarla dolu, kapalı ve karanlık bir kutu gibidir beynimiz. İşte beynin çözülemeyen 10 sırrı!

1. Bilgi nöronlarda nasıl kodlanıyor?

Beynin en karışık işlemlerinden bir tanesi, bilginin kodlanması. Bu süreçte beyindeki nöronlar, yani sinir hücreleri, zarlarının dışında elektrik akımı oluşturuyor. Bu elektrik akımları, ‘akson’ adı verilen uzantılara ulaşarak, onlar vasıtasıyla gerekli olan kimyasal sinyallerin açığa çıkmasını sağlıyor.

Bu akımlar sayesinde dünyayla, çevremizde olup bitenle ilgili bilgiler beynimize aktarılıyor. “Ne görüyorum?”, “Aç mıyım?”, “Hangi sokağa sapayım?” gibi sorulara yanıt işte böyle bulunuyor.

2. Anılar beyinde nasıl saklanıyor ve nasıl tekrar hatırlanıyor?

Bir kişinin ismi gibi, yeni bir şey öğrendiğinizde beynin yapısında birtakım fiziksel değişiklikler meydana geliyor. Ancak bu değişikliklerin hâlâ ne tür değişiklikler olduğunu, nerelerde meydana geldiğini, bilginin nasıl depolandığını ya da yıllar sonra tekrar hatırlanarak tekrar nasıl gündeme getirildiğini anlayamıyoruz.

Beyinde çeşit çeşit hatıralar var. Ancak beyin, ‘kısa dönem anılarla’ (yeni öğrenilen bir telefon numarasını hatırlamak gibi), ‘uzun dönem anıları’ (geçen yıl doğum gününüzde yaptıklarınız gibi) birbirinden bir şekilde ayırıyor. Beyin travması ya da beynin zarar görmesi ise bu yetenekleri bozabiliyor.

3. Beyin, geleceği nasıl öngörüyor?

Çoğu zaman gelecekle ilgili birtakım planlarımız ve öngörülerimiz olur. Geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünürüz. Beynimizde, gelecekle ilgili bir şekil vardır. Ancak beynin bu ‘gelecek simülasyonunu’ nasıl yaptığı henüz anlaşılmış değil. Beyin, dünyayla ilgili öngörülerde nasıl bulunabiliyor? Bilim adamları hâlâ bunun yanıtını arıyor.

4. ‘Duygu’ ne demek?

Beyin, sadece bilgi biriktiren bir organ değil; aynı zamanda duygu, motivasyon, korku ve umutları barındıran bir organ. Bütün bunlar bilinçaltında olan şeyler aslında...

Örneğin beynin duygularla ilgili bölümü sinirli yüzlere, o yüzleri görmeden de tepki verebiliyor. Kültürler arasında da temel duyguların dışa vurulması, aslında birbirine benziyor. Hatta Darwin’in de gözlemlediği gibi, temel duyguların ifade edilmesi bütün memelilerde benzer.
Bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi bir şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar.

5. Zekâ nedir?

Zekâ farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Ancak ‘biyolojik’ açıdan zekânın ne anlama geldiği henüz bilinmiyor. Milyarlarca nöron, bilgiyi ‘harekete geçirmek’ için nasıl birlikte çalışıyor? Gereksiz bilgi beyinden nasıl siliniyor? İki kavram ‘birbirine uyunca’ ve böylece bir soruna çözüm bulduğunuzda, beyinde neler oluyor? Zeki insanlar bilgiyi beyinlerinde ‘hatırlaması kolay’, ayrı bir bölgede mi muhafaza ediyorlar?

Beyin fonksiyonlarının temel işleyişiyle ve nöronlar arasındaki bağlantılarla ilgili, bilim adamlarının elinde hâlâ çok az bilgi var. Ancak zekânın, beynin tek bir alanıyla değil, pek çok bölgesiyle ilgili olduğu üzerinde duruluyor. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı hâlâ araştırılıyor.

6. Beyin, ‘zamanı’ nasıl algılıyor?

Alkışladığınızda ya da parmağınızı ‘şıklattığınızda’ sesi mi daha önce duyarsınız, hareketi mi daha önce görürsünüz?

Her ne kadar duyma yeteneği, görme yeteneğinden daha hızlı çalışsa da, parmakların görüntüsüyle, çıkarılan ses aynı anda gerçekleşiyormuş hissi doğuyor. Yani beyin pek çok olayın aynı anda gerçekleştiği ‘hissi’ yaratarak aslında bizi ‘kandırıyor’. Beynin zamanla ‘oynadığını’ aslında çok kolay anlayabilirsiniz.

Aynanın karşısında sol gözünüze bakın. Daha sonra bakışınızı sağ gözünüze kaydırın. Gözlerinizi diğer tarafa çevirmek bir zaman alıyor elbette. Ancak siz gözlerinizin hareket ettiğini görmüyorsunuz. Gözlerinizi kırpıştırdığınızda da aslında gözleriniz çok kısa süreliğine de olsa karanlıkta kalıyor. Ancak bu karanlığı da görmüyorsunuz.

7. Nasıl uyuyor ve rüya görüyoruz?

Zamanımızın üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Araştırmalara göre, az uyumak sinir sisteminde bozukluğa yol açıyor. Canlılar uyuduklarında beynin bir bölümü de uyuyor, ama uykunun mekanizması, işleyişi hâlâ bilinmiyor.

Uykuda nöronların aşırı derecede hareket halinde oldukları biliniyor.

Ayrıca önemli bir sorunu çözmeden önce uyumanın, o sorunu çözebilmek açısından yararlı olduğu da düşünülüyor. Düzenli uykunun, öğrenme kapasitesini de artırdığı söyleniyor. Özetle, uyku sayesinde beyin bir şekilde gerekli bilgileri depoluyor, gereksizleri ise ekarte edebiliyor.

8. Beynin ayrı ayrı olan sistemleri, birbirleriyle nasıl bütünleşiyor?

Gözle bakıldığında, aslında beynin her bölgesi aynı görünüyor. Ancak aktivitelerini, işlevlerini ölçtüğümüzde, her nöron bölgesinde farklı bilgilerin kayıtlı olduğunu görüyoruz.

Örneğin görme yeteneğini ilgilendiren bölgenin içindeki alanlarda hareketler, yüzler, köşeler ve renklerle ilgili çeşit çeşit bilgiler bulunuyor. Yetişkin bir insanın beynini, çeşitli ülkelerin bulunduğu bir dünya haritasına benzetebiliriz. Beynin içinde koku, açlık, acı, hedef koyma, sıcaklık, öngörü ve daha pek çok şeyle ilgili ‘beyin ağları’ var. Farklı işlevlerine rağmen bu sistemler birbirleriyle bir şekilde bütünleşerek çok iyi bir işbirliğine giriyorlar.

9. ‘Bilinç’ nedir?

İlk öpücüğünüzü düşünün. Bu, hafızanızdan hiç çıkmaz. Peki bu hafıza, bu deneyimi yaşamadan, bu deneyimin bilincinde olmadan önce neredeydi?
Modern bilimde, ‘bilinç’ çözülememiş olan en önemli sırlardan biri. Bilinç, tek bir fenomen değil. Peki ne? Bilinç, beyindeki hangi sistemlerle ilgili? Bilim adamlarının bu konuda da hiçbir fikri yok...
Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre, bilinç konusunda, büyük bir ihtimalle yine bir grup aktif nöron iletişim içinde.

Bilincin altında yatan mekanizmanın moleküllerle ya da hücrelerle ilgili olabileceği üzerinde de duruluyor. Belki de mekanizma, bu sistemlerin etkileşimleriyle oluşuyor. Bilim adamları bu sıralar bilincin, beynin hangi bölgeleriyle ilgili olduğunu araştırıyorlar.

10. Bilgisayara karşı beyin...

Beyindeki elektrik akımlarının hızının, bilgisayarlardaki sinyal hızından 100 milyon kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz?

Bir insan, arkadaşını hemen tanırken, bir bilgisayarın bir yüzü tanıması genellikle çok zor oluyor. Beynin pek çok işlemi aynı anda yaptığını söyleyen bilim adamları, beynin bütün bölgelerinden gelen bilgilerin tek bir bölgede birleşmediğini, ancak bu farklı bölgelerin kendi aralarında güzel bir ‘işbirliğine’ girdiklerini ve bir ağ, yani ‘network’ oluşturduklarını belirtiyorlar. Bizim de dünyaya olan bakış açımız işte bu karmaşık network sayesinde oluşuyor.

'Sonradan kazanılan hiç bir hastalık şifasız değil'



Koruyucu ve önleyici tıbbın toplumsal önemi’ konulu konferansa konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu, koruyucu tıbbın ulusal bilince dönüştürülmesi gerektiğini söyledi.

Hastalıkların toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerinden ve yapılan harcama boyutlarından örnekler veren Prof. Dr. Saraçoğlu, “Sonradan kazanılan hastalıkların tümü önlenebilir hastalıklardır. İlkokuldan üniversite sonuna kadar önleyici tıbbın eğitimini vermek zorundayız. Ulusal bir hareket olarak bunu benimsemek zorundayız.” dedi.

Tarihi süreç içerisinde milletlerin yok olmasına neden olan hastalık zincirlerinden bahsederek, konunun toplumsal boyutunu gözler önüne seren Prof. Dr. Saraçoğlu, Roma İmparatorluğu’nun en önemli çöküş nedeninin, bilinçsizce kurşun kap ve kupalardan yemek yenilmesi olduğunu çarpıcı bir örnekle aktardı.

Saraçoğlu, “Basit bir konunun bilinçsizce uygulanmasının bir imparatorluğun çöküşünde ana neden olarak karşımıza çıkması, konunun önemini ortaya sermektedir. O dönemde Roma İmparatorluğu’nda kurşun kaplardan yemek yeyip, kurşun kuyalardan içki içmek önemli bir zenginlik ve güç göstergesiydi. Devlet yönetiminde olan tüm varlıklı insanlar genç yaşlarda kurşunun yol açtığı hastalıklar nedeniyle ölüp gitti, bu yüzden de imparatorluğun yönetim kademesinde telafisi mümkün olmayan boşluklar oluştu.” sözleriyle gözler önüne serdi.

‘Bozulan dengenin bedeli çok ağır ödenir’

Dünyada her şeyin bir denge üzerine kurulu bulunduğunun altını çizen Prof. Dr. Adnan Saraçoğlu, bozulan dengenin bedelinin çok ağır olduğunu kaydettiği konuşmasında, doğanın bozulan denge karşısında yeni ve farklı dengeler kurduğunu bildirdi. Bulaşıcı hastalıkların tarihsel seyri ve yok ettiği toplumlarla ilgili bilgilere işaret eden Saraçoğlu, öncelikle doğanın dengesine saygı gösterilmesi ve bozulmamasına dikkat edilmesi gerektiğini öğütledi.

‘Sonradan kazanılan tüm hastalıklar önlenebilir’

Dünyada sonradan kazanılan hiç bir hastalığın şifasız olmadığının altını çizen Prof. Dr. Adnan Saraçoğlu, sonradan kazanılan tüm hastalıkların önlenebilir hastalıklar olduğunu vurguladı. “Bir hastalığa yakalanmadan önceki tedavi ile yakalandıktan sonraki tedavi çok farklı şeylerdir.” diyen Saraçoğlu, Türkiye’de toplam 2 milyon 100 bin Hepatit hastası olduğunu belirterek, her bir hasta için tedavi giderinin 52 bin dolar olduğunu, milyarlarca dolara ulaşan bu tedavi giderinin sadece Hepatit hastaları için harcanacağı düşünüldüğünde Türkiye ekonomisinin buna imkanının olmadığının açık olarak görüleceğini söyledi. Önleyici tedbirlerle hastalıktan korunmanın hem ekonomik olarak, hem de toplumumuzun geleceği açısından çok önemli olduğuna değinen Saraçoğlu, “Hastane kapılarında uzayıp giden kuyruklar kader değil, cehaletin acı sonuçlarıdır. Koruyucu tıp eğitimi vermek devletin borcu, bu eğitimi almak ta vatandaşlık görevi olmalıdır.” dedi.

‘Genç nüfusumuz kaosa sürükleniyor’

Önleyici sağlık hizmetlerinin bilinçli olarak bu toplumdan uzaklıştırılmaya çalışıldığını dile getiren Prof. Dr. Adnan Saraçoğlu, ileri yaş hastalıklarının genç hastalığı, genç hastalıklarının ise çocuk hastalığı pozisyonuna geldiğinin altını çizerek, “Gerekli tedbirler alınmazsa ve toplumumuz bu konuda bilinçlendirilmezse, sürekli öğündüğümüz genç nüfusuzumu ileride büyük kaoslar beklemektedir. Tehlikenin farkında olmalıyız ve buna göre çareler üretmeliyiz.” diye konuştu.

‘Hiç bir bitki fahiş fiyatlı değildir’

Bitkilerin sağlık üzerindeki koruyucu etkilerinin tüm dünya tarafından kabul edilen bilimsel bir gerçek olduğunu söyleyen Saraçoğlu, bu konunun bazı kesimler tarafından ticarete dönüştürülerek fahiş fiyatlara satıldığını hatırlatarak, “Türkiye’de yetişen hiç bir bitkinin fiyatı fahiş değildir. Dünyanın en kaliteli bitkileri bizim topraklarımızda yetişmektedir. Bir dünya para verilerek satın alınan süslü püslü kutulardaki koruyucu bitkiler, tamamen bizim topraklarımızdan öldü parasına toplattırılıp yurt dışında paketlenerek tekrar bize satılan bitkilerdir. Bitkilerin koruyucu özelliklerinden yararlanmak bir ticaret kapısı değil, önemli bir bilim kapısıdır.” dedi.

Stres kilo aldırır mı?



"Bazı çalışmalar, stresli dönemlerde vücudun yağ depolamasında artış olduğunu göstermektedir" denildi.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Beslenme Uzmanı Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, stresin kilo alma nedenleri arasında olduğuna dikkat çekerek, " Bazı çalışmalar, stresli dönemlerde vücudun yağ depolamasında artış olduğunu göstermektedir" dedi.

Zayıflama konusunda bilgiler veren Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, kişinin kendine güven duyması, zayıflamayı başarabileceğine kendine inandırması, sabırlı ve kararlı olmasının ön şart olduğunu söyledi. Az yemek çok yakmanın enerji açığı oluşturduğunu belirten Elmacıoğlu, enerji açığının da daha az beslenmek, daha fazla hareket etmek ve spor yaparak kalorileri yakmakla gerçekleşebileceğini kaydetti.

Beslenmede günlük yağ tüketiminin azaltılmasının herkes tarafından benimsendiğini, toplam kalori alımı azaltılması veya egzersizin arttırılmasıyla sağlanacak 250-500 kalorilik fazladan harcamayla haftada yarım kilo verilebileceğine dikkat çeken Elmacıoğlu, insanın kendine hedef koyması gerektiğini ve bu hedef içerisinde uzman gözetiminde kilolarını programlı bir şekilde verebileceğini ifade etti.

Kilo alma ve vermede psikolojik nedenlerin de olduğunu vurgulayan Elmacıoğlu, "Stresle baş etmek çok önemli. Bazı çalışmalar, stresli dönemlerde vücudun yağ depolamasında artış olduğunu göstermektedir. Stresle baş etmeyi öğrenmeye çalışmak ve organizmayı korumak gereklidir. Bunun için hafif fizik aktivite, düzenli kan şekeri seviyesi, fazla kilolardan kurtulmak, düzenli öğün, yeterli uyku stresle mücadelenin olmazsa olmazıdır" diye konuştu.

3 saat arayla öğün atlamadan günde 5-6 öğüne denk gıda tüketiminin yapılmasının önemli olduğunu vurgulayan Elmacıoğlu, az ancak sık yemek yemenin sağlıklı beslenmenin ön şartı olduğunu, egzersizin ise olmazsa olmazlarda yer aldığını kaydetti.

Yeni bir salgın mı geliyor?



Son günlerde başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkelerini kasıp kavuran, hastanelerin ve okulların kapatılmasına yol açan salgın hastalık nedir?

Daha önce bilinmeyen ve yeni ortaya çıkan bir hastalıkla mı karşı karşıyayız? Bu hastalıktan korunmak için neler yapılması gerekiyor?...

Memorial Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarlar Koordinatörü Doç. Dr. Kenan Keskin'in verdiği bilgilere göre, bu salgın hastalığın etkeni olan “Norovirus” aslında daha önceden bilinen ve tanınan bir virüs. Daha önceden bu virüse “norwalk like virus” adı veriliyordu. Bu virüs insanlarda, sindirim sistemini (mide ve bağırsaklar) tutan, bulantı, kusma, ishal ateş ve baş ağrısı şikayetlerine yol açan bir enfeksiyon hastalığına sebep oluyor.

Dünya üzerinde, bu etkenle olduğu kanıtlanmış, kayıtlara geçmiş pek çok salgın biliniyor. Bu salgınların büyük bir kısmı da; lüks restoranlar, oteller ve eğlence yerlerinde meydana geldi. Hatta yüksek fiyatlarla hizmet veren bir tur gemisinin yolcuları arasında da bu etkenle bir salgın meydana geldiği yolunda basında haberler yer aldı.

Bu Belirtileri Önemseyin!

Norovirüs’ü alan kişilerde 24-48 saat sonra; şiddetli bulantı, kusma, ishal, kimi zaman baş ağrısı ve ateş gibi belirtiler meydana geliyor. Hastalık 2-3 gün içerisinde kendiliğinden geçmekle birlikte özellikle küçük çocuklarda, yaşlılarda, düşkünlerde ve vücut direncinin düşük olduğu; kalp hastalığı, akciğer hastalığı, şeker hastalığı, kronik böbrek hastalığı gibi hastalıkları bulunanlarda şiddetli seyredebiliyor.


Hastalık sağlıklı bireylerde özel bir tedavi gerektirmiyor, kaybedilen sıvı ve tuzun ağız yoluyla alınmasıyla kendiliğinden iyileşme oluyor. Ancak yukarıda belirtilen, hastalığı ağır seyredenlerde hastanede yatarak destek tedavisi uygulanması gerekli olabiliyor.

Hastalık, sağlıklı insanlara, etkenin ağız yoluyla alınması sonucunda, bulaşıyor. Daha çok gıda hazırlayıcıları ve sunucularından (restoran, cafe, tabldot yemekhaneleri, oteller, hastaneler vb. mutfak ve yemekhanelerinde çalışanlar) yayılıyor ve bu yerlerde kontamine yiyecek ve içecekleri yiyen içen insanlara bulaşma oluyor. Bundan başka, hasta olan insanlardan, onların çıkarttıları ile temas eden hastalara da bulaşma olabiliyor.

Deniz Ürünleri ve Dondurulmuş Gıdalara Dikkat


Deniz ürünlerinin yenmesi ile de salgınlar meydana geldiği biliniyor. Etken virüs soğukta canlılığını koruduğundan, dondurulmuş besinlerden kaynaklanan salgınların olduğu da biliniyor.
Bir gıda maddesine Norovirüs karıştığı olduğu biliniyorsa bunun tüketilmemesi ve imha edilmesi önem taşıyor.

Ayrıca lağım suları ile kirlenme ihtimali olan çiğ sebze ve salata melzemelerinin çok iyi yıkanması ve bunlardan arta kalan çöplerin ortada bırakılmayıp, hemen çöpe atılması gerekiyor. Çok az miktarda virüs alınması, hastalık oluşumu için yeterli olduğu için hastalık, hızla yayılma ve salgın oluşturma eğilimi gösteriyor.

Korunmada En Etkili Yol Elleri Yıkamak

Özellikle gıda hazırlayan ve sunanların tuvaletten çıktıklarında mutlaka ellerini yıkamaları, sık sık banyo yapmaları, kısacası kişisel hijyen kurallarına riayet etmeleri büyük önem taşıyor. Hastaların kullandığı çamaşır, masa örtüsü ve benzeri tekstil ürünlerinin ise yüksek sıcaklıkta yıkanması gerekiyor.

Bundan başka hasta olanların uygun süre (norovirüs enfeksiyonu tanısı konulan gıda hazırlayıcı ve sunucularında iki hafta) işlerine ara vermeleri, diğer bireylerin ise hastalık süresince evde istirahat etmeleri uygun oluyor.

Bir kişi bu hastalığa birden çok kez yakalanabilir, çünkü virüsün farklı serolojik tipleri (farklı antijen yapısına sahip tipler) bulunuyor ve bunlardan birisi ile hastalanan kişilerde, o tipe karşı oluşan antikorlar, diğer tiplere karşı koruyuculuk sağlamıyor. Etken virüsün bu özelliği nedeniyle bir koruyucu aşısı da geliştirilemiyor.

İşte hayatımızı kurtaracak 7 besin!



Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü 2008'e sağlıklı bir başlangıç yapmanız için, vücudu kanser, kalp krizi gibi ciddi sorunlara karşı koruyan besinlerin listesini açıkladı

Kalbi koruyor
* BADEM:
Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.

Diyabeti önlüyor
* KAHVE:
Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.

Sinirleri rahatlatıyor
* TARÇIN:
Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın.

Patatesi haşlayın
* PATATES:
Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi'ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17'nci sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdekten sonra yemeyi tercih edin.

Kaslar için faydalı
* SEBZE ÇORBASI:
Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellike sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor.

Kansere karşı birebir
* ZEYTİNYAĞI:
Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren '8oxodG'adlı maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanısıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor. 1 çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.

Kanseri engelliyor
* ÇAY:
Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60'a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.