BEDEN ALGISI VE RUH SAĞLIĞI

Hazırlayan: Psikolog Yüksel Demirer


Beden algısı, çocuğun kendisini kendi olmayanlardan ayırt etmeye başladığı birinci yaştan itibaren ortaya çıkar ve yaşam boyu sürekli gelişerek değişir.

Yalnızca günümüzde değil geçmişte de hemen tüm toplumların dış görünüşe, çekicilik, güzel ve yakışıklı olmaya verdikleri önem ister istemez hemen herkeste hoş ve beğenilir olma arzusunu yaratmış bu nedenle de insanlar sağlıklarının tehdit edilmediği durumlarda dahi daha güzel görünmek uğruna estetik ameliyatlara yönelmişlerdir.

Fiziki görünüşe verilen önem çoğunlukla kitle iletişim araçlarıyla tüm toplumlara, dolayısıyla da tek tek bireylere ulaştırılırken insanlar da bu tür görüş ve değerlendirmelere koşullanmışlardır.

Görünüşe verilen anlam ve görünüşle ilgili değerlendirmeler, içinde bulunulan zamana ve toplumun kültürüne göre değişebilmektedir. Eski çağlarda tanrıçalar aşırı kilolu ve bu halleriyle beğeni toplarken günümüzde kadınlar ince ve narin bir beden yapısına özendirilmekte ve bu uğurda da kadınların pek çok sıkıntıya katlanabildikleri gözlemlenmektedir.

Bir dönem ince dudak yapısı revaçta iken bir başka dönem dolgun dudak, bir dönem kemikli sivri burun yapısı çekici bulunurken, bir başka dönem muntazam, ucu kalkık minik bir burun tercih edilmektedir. Bu tercihler daha çok içinde bulunulan dönemim gözde artistlerinin, mankenlerinin, sanatçılarının ya da ün sahibi olmuş kişilerin fiziki özelliklerinin medya tarafından beğenilir bulunulup ön plana çıkartılmasıyla belirlenir olmuştur. Bu durum, o günler için farklı bir fizik yapı içerisinde olan kişilerin kendilerini beğenmemelerine ve her fırsatta öne çıkarılan bu fiziksel özelliklere sahip olabilmek için olanaklarının tümünü kullanmaya çalışmalarına yol açmıştır. Fiziki durumlarında herhangi bir değişime gidemeyenler ise özgüvenlerini yitirmiş, kendilik algılarında değişme ve benlik saygılarında düşüş yaşamışlardır. Çeşitli psikolojik sorunlar içinde benlik algısı bozulan gençler giderek kendilerini beğenmez ve sevmez olmuşlardır.

Kendilerine sunulan ideal ölçülere göre bedenleriyle ilgili duygu ve tutum geliştiren insanlarda İdeal ölçülerden sapma, bireyin kendilik değerlendirmesinde değişmeye yol açmaktadır. Çünkü bireyin kendi bedenini ve beden parçalarını algılayarak onlara belli anlamlar vermesi kendine güven, kendine saygı, kendilik algısı, kimlik ve kişilik kavramları ile yakından ilişkilidir. Kendini fiziksel açıdan olumlu değerlendirenler kişiler arası ilişkilerde daha güvenli ve işlerinde daha başarılı olurken, kendini beğenmeyen, kendinde bir çok kusurlu yanın bulunduğunu düşünen insanlar ise yaşamlarının çeşitli dönemlerinde ya da sürekli olarak huzursuz, güvensiz ve değersizlik duyguları içindedirler. Diğer yandan fiziksel açıdan kendini beğenmediği ve ekonomik yetersizlik nedeniyle de istediği gibi giyinip davranamadığı halde bu durumu fazla önemsemeyen, sahip olduğu diğer ruhsal özellikleri ile birlikte kendisini sevmesini bilen ve ilişkilerinde rahat, güvenli ve olumlu davranan kişiler de vardır. Elbette burada insanın fiziksel özellikleri algılaması ve değerlendiriş biçimi önemlidir. Aslında birey fiziksel özelliklerin önemli olduğu görüşü ile çok erken yaşlarda karşılaşmaktadır. Çocuk öykü kitaplarındaki kahramanlar genellikle yakışıklı, güzel ve güçlü kişilerdir. İzlediğimiz filmlerdeki insanlar hep güzel bir fiziğe sahiptir. Bir insandan söz ederken öncelikle fiziki özelliklerinden hareket edilir ve bunun için de önce güzel yanlar vurgulanır ya da çirkin olduğu düşünülen organlar ön plana çıkartılarak kişi tanıtılmaya çalışılır. Örneğin; “hani saçları kısa, uzun boylu, kalın dudaklı bir kız vardı ya işte ondan söz ediyorum” ya da “ iri burunlu, göbekli, çirkin adam” gibi tanımlamalarla insanlar birbirine hatırlatılmaya çalışılır.

Bireyin beden algısının gelişiminde bedenle ilgili eski ve yeni tüm duygu, tutum ve algıları kadar başkalarının ya da başkasının bakış açısı da önem taşır. Bu algı, zaman içerisinde değişikliğe uğrayabilir, sosyokültürel değerler beden algısına yansıtılabilir ve beden algısı kişinin gerçek yapısıyla uyumlu olabileceği gibi uyumsuz da olabilir. Örneğin zayıf olduğu halde kendisini kilolu olarak gören ya da vücudunda herhangi bir ciddi kusur olmadığı halde yine de kendini kusurlu bulup beğenmeyen kişiler vardır. Hemen herkesin beden parçalarına ve onların işlevlerine verdiği anlam ve değer farklıdır. Bu nedenle de bireyin kendi beden imgesi kavramıyla başkalarının onun bedeniyle ilgili değerlendirmeleri farklı olabilir.

Bedenin gelişmesi, büyümesi ve değişmesi diğer insanlar ve çevreyle olan ilişkiler sonucu belirleneceğinden yakınların çocuğun bedenine ve fiziksel özelliklerine karşı tutumu çok önemlidir. Ergenlik dönemi bu değişme ve düzenlemelerin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Ergen bu dönemde kendisini başkalarıyla karşılaştırır ve başkalarının görüşlerine değer verir. Ancak bedensel değişimlerle nasıl baş edeceği konusunda da ciddi güçlükler yaşar. İşte bu dönemde yakınların ilgi ve desteğinin yanı sıra gencin bedeninde ortaya çıkan değişiklikler konusunda bilgilendirilmesi de şarttır. Karın ve baldırlardaki yağlanma vücudun görüntüsünü değiştirirken yüzde ve özellikle burunda ortaya çıkan şişkinlik, irileşme, sivilceler ve ses çatlaklığı gencin ruhsal durumunu bozar. Özellikle göğüsleri yeni belirmeye başlayan kızların bu durumdan utanarak göğüslerini saklamak için kambur bir duruş içerisinde olduklarına sık rastlanır. Böyle bir duruş ise gelecekte gerçek bir kamburluğu ortaya çıkartacaktır.

Doğal gelişimin sonucu olan bu değişimler genç tarafından önceden bilinmez ise sağlıksız tepkiler ortaya çıkabilir. Kendisini beğenmeyen, vücudundan hoşlanmayan, yüzündeki değişikliği hatta bazen asimetrik oluşu panikle karşılayan genç yakınları tarafından alaya alınır ve kışkırtılırsa o zaman huzursuzluğu ve gerginliği giderek artar. Bu durumda genç ya kişiler arası ilişkilerden kaçarak herhangi bir guruba katılmak istemez ya da katıldığında kendini mutlu ve rahat hissedemez.

Fiziki görünüm belki ilk anda insanı cezbedebilir ve insanda ilk anda hoş duygular yaratabilir. Ancak daha sonra karşılıklı bir ilişki başladığında ve insan ortaya bir davranış koyduğunda ilk anda duyulanlar değişikliğe uğrayabilir ve başlangıçta beğenilen bir insan daha sonra beğenilmeyebilir. Aynı şekilde aksine başlangıçta fizik olarak beğenilmeyen bir insan, daha sonra davranışlarıyla güzel duygular yarattığında fizik olarak da güzel bulunabilir. Önemli olan, kusurlu-kusursuz tüm yönlerimizle bedenimizi sevmemiz ve kabul etmemizdir. Fiziksel olarak beğenmediğimiz yanlarımızı gözümüzde büyütmek yerine ortaya koyduğumuz davranış, duygu ve düşüncelerimizle sağlıklı bir kişilik olarak kendimizi göstermemiz, ilişkilerimizde daha uyumlu ve daha huzurlu olmamızı sağlayacaktır.

Unutulmamalıdır ki insanın sevimli olması ve başkalarınca da sevimli bulunup beğenilmesi, ortaya konulan tavır, iletişim ve kişilikle ilgilidir. Ayrıca, başkaları tarafından mutlaka beğenilmek ve sevilmek gibi bir amacımız da olmamalıdır. Çünkü bu düşünce, gerçekleşmesi mümkün olmayan mantıkdışı bir düşüncedir

DÜNYADA HIV / AIDS

Hazırlayanlar:
Prof. Dr. Serhat Ünal,Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Müdürü
Dr. Aygen Tümer, Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Koordinatörü

Dünyada HIV/AIDS
Türkiye’de HIV/AIDS
HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma
Cinsel yolla bulaşma
Kan ve kan ürünleri ile bulaşma
Anneden bebeğe bulaşma
Sağlık personeline bulaşma

2000'li yıllara girerken dakikada 11 yeni olgunun aramıza katıldığı çağımızın salgını olarak kabul edilen hastalık, AIDS. İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Haiti'den gelen göçmenlerde ender rastlanan Pneumocystis carinii pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS) olgularının saptanması ile AIDS, "Edinsel İmmün Yetmezlik Sendromu" tanımlanmıştır. PCP ve KS olguları o tarihe kadar tek tek olarak görülmekte ve herhangi bir sorun olmamakta idi. Aynı tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık merkezi klinisyenleri ve epidemiyologlar özellikle genç homoseksüel erkeklerde, birlikte görülen hastalık tablolarını fark etmişler ve bu olguları Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezine (Center for Disease Control and Prevention-CDC) bildirmişlerdir. 1981 yılının Haziran ayında sürveyans çalışmaları başlamış ve Şubat 1983 tarihine dek 1000 HIV/AIDS olgusu bildirilmiştir.

1980'li yılların başlarında olgu sayısının az olması ve homoseksüel erkek grubunda görülmesi nedeni ile hastalık fazla ilgi çekmemişti. Ne zaman ki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve enfekte hamile kadınlardan da bebeklere enfeksiyon geçmeye başladı, olgu sayıları giderek arttı ve HIV/AIDS tüm dünyanın odak noktası durumuna gelmeye başladı.

Yayılma yollarının özelliği, hastalığın belirtisiz geçen uzun bir döneminin olması ve tanı koymanın kan testleri dışında olanaklı olmaması HIV enfekte olgu sayılarının giderek artmasına neden olmaktadır. Tıp dünyası, gönüllü kuruluşlar hastalığın öneminin anlatılabilmesi, toplumun bilgilendirilmesi ve korunma yollarının öğretilmesi için çalışmalar düzenlemeye başlamışlar ve 1 Aralık gününü de "Dünya AIDS Günü" olarak ilan etmişlerdir. Dünya Sağlık Örgütü her yıl 1 Aralık için bir slogan belirlemekte ve tüm ülkeler bu çerçevede toplumu bilgilendirmeye yönelik çalışmalar yapmaktadırlar. 1999 yılının sloganı "Dinle, Öğren, Yaşa!" olarak belirlenmiş olup bu slogandaki amaç, hastalıkla ilgili farkındalılığı artırmak ve AIDS programlarını güçlendirmek olarak düşünülmüştür.

Kan ve kan ürünlerinin rutin HIV yönünden taranması, antiretroviral ilaçların kullanıma girmesi, fırsatçı enfeksiyonların profilaksisinin (önlenmesinin) ve tedavisinin yapılabilmesi, yaygın ve etkili eğitim programlarının uygulanmaya başlanması ile HIV/AIDS epidemisinde (yaygınlığında) son yıllarda önemli değişiklikler gözlenmeye başlamıştır.

Dünyada HIV/AIDS
Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) verilerine göre dünyada 1994 yılında 17 milyon HIV/AIDS'li kişi yaşarken Aralık 1999 da bu rakamın 33.6 milyona ulaştığı bildirilmektedir (Şekil 1).


Epideminin (Salgının) başından beri 16.3 milyon kişi yaşamını HIV/AIDS nedeni ile yitirmiş olup, bu olguların 12.7 milyonu 15-49 yaş arası erişkin ve 3.6 milyonu 15 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır. 1999 yılı içinde 5.6 milyon yeni olgu bildirilmiş olup, bu sayılara günde 16.000, dakikada 11 yeni olgu eklenmektedir. Veriler, son iki yıldır toplam HIV/AIDS olgularında bir önceki yıla göre %10 oranında bir artış olduğunu ve yeni enfekte olguların %10'unun 15 yaş altı ve %50'sinin ise 15-24 yaş arası gençler olduğunu bildirmektedir. Bu veriler göstermektedir ki; epidemideki en önemli değişikliklerden birincisi hastalığın ilk görülme yaşının 20’den 15’e inmesidir. İkinci önemli değişiklik ise epideminin başlarında %20 olan enfekte kadın oranının %40-50'lere yükselmiş olmasıdır. Epidemiyologlar kadın erkek oranındaki bu eşitlenme trendinin geriye dönemeyeceğini tahmin etmektedirler.

Dünyada HIV/AIDS olgularının %94'ü gelişmekte olan ülkelerde, %86'sı da Sahra-Altı Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya'da görülmektedir. İlk olguların görüldüğü yerler olan Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde 1994 yılından beri her yıl tanı konan yeni olgu sayıları bir önceki yıldan fazla değil iken, Afrika, Hindistan, Tayland gibi Asya ülkelerinde olgu sayıları katlanarak artmaktadır. Bu farkın asıl nedeninin eğitimden kaynaklandığı düşünülmektedir, çünkü gelişmiş ülkeler etkin eğitim programları ile HIV/AIDS' i ve korunma yollarını öğretebilmeyi başarmış gözükmektedir. Eğitimde programların yanı sıra bir diğer önemli etkende ekonomik güç olarak kabul edilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler kısıtlı bütçeleri ile giderek artan sayıdaki hastalarını tedavi için gerekli masrafı yapmakta zorlanırken, beraberinde eğitim programlarını yürütememektedirler.

Bazı gelişmekte olan ülkelerde ve sanayileşmiş ülkelerde HIV enfeksiyonunun yayılımını engellemeye yönelik çeşitli programlar düzenlenmektedir. Damar içi madde kullanımının önlenmesine yönelik çalışmalar, ithal kan kullanımını sınırlayan politikalar, temiz enjektör değiştirme programları yapılmış olsa da bunların hiçbiri tek başına HIV bulaşını önlemede yeterli programlar olarak gözükmemektedir.

Türkiye’de HIV/AIDS
Türkiye'de cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili yeterli önlemlerin alınamaması ve eğitim programlarının yeterli etkinlikte olamaması nedenleri ile HIV/AIDS büyük bir sorun olmaya başlamaktadır. Ancak ülkemizde sağlık kayıt sistemlerinin özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda yeterli çalışmaması ve hastalığın uzun süren belirtisiz döneminin olması nedeni ile gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu düşünülmektedir. Türkiye'de ilk olguya 1985 yılında tanı konmuş ve o tarihten başlayarak 1992 yılına kadar olgu sayılarında bir önceki yıla göre fazla artış saptanmaz iken, 1992 yılından beri olgu sayıları katlanarak artmaktadır.

Türkiye'de HIV/AIDS olgu sayılarının artma nedenleri şöyle sıralanabilir


Ülke nüfusunun genç olması,
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgilerin kısıtlı olması,
Turizm sektörünün ülkemizde giderek gelişmesi: Ülkemize her geçen gün daha fazla sayıda turist gelmektedir. Özellikle HIV/AIDS olgularının sık olduğu ülkelerden gelen turistler arasında bu hastalığa yakalanmış kişilerin bulunma olasılığı fazladır.
Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının çok sayıda olması ve giderek artması: Özellikle yurt dışında uzun süreli kalan vatandaşlarımızın bulundukları ülkedeki hasta sayısının sıklığına bağlı olarak bu hastalığa yakalanma riski artmaktadır.
Damar içi madde kullanımının giderek artması: HIV/AIDS bulaş yolları arasında damar içi madde kullananlar ikinci sırayı oluşturmaktadır. Damar içi madde kullananların sayılarının giderek artması HIV enfekte olgu sayılarının da artmasına neden olmaktadır.

Ülkemizde cinsiyete göre dağılımda
%73.5 erkek,
%26.5 kadın olarak saptanmaktadır.

Olguların %20'sinin sürekli yaşadığı yerin yurtdışı olduğu, toplam 57 ilden bildirim yapıldığı ve en fazla bildirimin Ankara, İstanbul ve İzmir'den olduğu bildirilmektedir.

HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma

/ Risk gruplarına göre HIV/AIDS olguları incelendiğinde:

%46.3 heteroseksüel,
%9.48 damar içi madde kullananlar,
%9 homoseksüel,
%5.5 kan transfüzyonu (%1.5 hemofili hastaları, %4 diğer) yolu ile,
%0.85 anneden bebeğe geçiş,
%28.1 ise bilinmeyenlerden oluştuğu görülmektedir.

%28.1 gibi büyük bir oran göstermektedir ki eksik bildirim söz konusudur ve bu da ülkemizdeki epideminin boyutunu öğrenmedeki güçlüğü gözler önüne sermektedir.

Cinsel yolla bulaşma
HIV enfeksiyonunun en önemli bulaş yolu cinsel temastır. HIV/AIDS her türlü cinsel temasla (homoseksüel, heteroseksüel, vajinal, oral, anal) bulaşmaktadır. Semen (meni) ya da kanla temasa neden olabilecek her türlü cinsel etkinlikte bulaş riski bulunmaktadır. Bu tür bulaşa bağışık hiç kimse bulunmamaktadır. Bulaş için HIV (+) kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterli olmakta ancak cinsel temas sayısı arttıkça bulaş riski artmaktadır.

Cinsel aktiviteden bütünüyle kaçınarak ya da enfekte olmayan eşle monogamik bir ilişki sürdürerek HIV enfeksiyonunun bulaşı önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında prezervatif (kondom, kılıf) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve sürekli kullanılması, yırtık ya da delik olmaması kaydıyla kanıtlanmıştır. Kadınlar için hazırlanmış olan intravajinal kondomlar da doğru ve sürekli kullanımla etkili olmaktadırlar.

Kan ve kan ürünleri ile bulaşma
Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeni ile virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir. 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan ve kan ürünlerinin hastaya verilmeden önce HIV yönünden test edilmesi zorunlu kılınmıştır. Türkiye'de 1987 yılından beri tüm kan ve kan ürünlerine ELISA yöntemi ile antikor saptandıktan sonra hastaya verilmektedir, bu nedenle kan ve kan ürünleri ile olan bulaş azalmış gözükmektedir. Ancak hastalığın pencere döneminin olması, acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan ürünlerinin kullanılabilmesi nedenleri ile oranı çok azda olsa bu yolla geçiş bildirilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, kullanılıyorsa ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaş riskini azaltmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde devlet tarafından temiz enjektör dağıtım programları uygulanmakta ve çalışmalar önemli ölçüde başarı sağlandığını bildirmektedir. Gelişmiş ülkelerde enjektör paylaşımının azaldığı, steril iğne satın alınışında ve iğne temizleme işlemlerinde artma gözlendiği saptanmaktadır.

Anneden bebeğe bulaşma
HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve postpartum (doğum sonrası) dönemde emzirmekle bebeğe geçebilmektedir. Bu oran %20-30'dur. Ancak HIV (+) anneye gebeliğinin son üç ayında, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanır ve elektif sezaryen uygulanırsa bu oran %8-10'lara düşebilmektedir.
Perinatal(Doğum sırasında) geçişte korunmada önemli olan öncelikle HIV prevalansı(görülme sıklığı) yüksek olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV enfeksiyon riski olan kadınlara hastalığı öğretebilmektedir. Eğer kadın HIV (+) ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna karşın gebe kalan HIV (+) kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmak istiyorsa gebeliğin son üç ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanmakta ve hasta yakın izleme alınmaktadır.

Sağlık personeline bulaşma
Sağlık personeline kan ile kontamine olmuş (bulaşmış) vücut sıvılarıyla temas sonucunda HIV'nin geçişi olanaklı olabilmektedir. Kontamine iğne batmasını izleyen serokonversiyon riski %0.3 iken, mukoza ya da derinin kanla kontamine vücut sıvılarıyla teması sonucunda serokonversiyon riski çok daha düşüktür. Sağlık personeli öykü ve fizik inceleme ile enfekte hastaları ayırt etme olanağına sahip olamadıklarından korunmak için tüm hastaların kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel enfekte kabul ederek evrensel önlemlere uyarak çalışmalıdırlar.

Ülkemizde henüz sayıları bini bulan HIV enfekte olgular için hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak, sayıların daha da artmasını engellemek için çalışmalarımızı artırmalıyız. HIV infeksiyonunun bulaş yollarını bilmek, korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak, HIV/AIDS'li hastaları toplumdan dışlamadan hep birlikte elele vererek yaşamakla bu hastalığa karşı savaşım verebiliriz.

YAZ VE KALP HASTALIKLARI

Hazırlayan: Prof. Dr. Övsev Dörtlemez - Prof. Dr. Halis Dörtlemez
İç Hastalıkları - Kardiyoloji Uzmanı

Kalp Hastalarının Hastalıkları gereği yaşam boyu dikkat etmeleri gereken bazı kurallar vardır.

Bunlar çoğu kez hastalar tarafından yeni bir yaşam şekli olarak algılanır. Mümkün olduğunca da uymaya özen gösterilir

Her mevsimin kendine özgü güzelliği ve özelliği vardır. Kışın karı ve soğuğu ile yazın sıcağı ve denizi bunların başında gelir.

Kalp Hastası olan kişi yazın ve denizini çok seviyor da olsa, kendini mümkün olduğunca sıcaktan ve yaz-deniz keyfi adına yorgunluktan korumalıdır. Bu nedenle sıcağın ve koruyucu hareketlerin sakıncalarına kısaca değinmek uygun olur.

Sıcaklık ve Deri
İnsanlar içinde bulundukları ortama uyum sağlamada kendilerine yardımcı olan donanımlara sahiptirler.

Çevrenin ve kendi vücut ısınlarının durumuna uyum sağlamada deri çok önemli bir rol oynar
Deri, damarlarının durumunu ihtiyaca göre ayarlayarak damarların genişlemesi veya damarların daralmasını sağlayarak çevrenin sıcağına uyum sağlar. Kişinin sıcağa uyum göstermesinde terleme ve titremeninde önemli bir ayarlayıcı rolü vardır.

Deri, normal koşullarda normal ısıdaki ve istirahatteki erişkin bir insanda kalp debisinin % de 5-10'u kadar bir kan taşır. Isının artmasıyla deri kanlanması artar.
Aşırı ısı artması hallerinde kap debisinin % 50-60'ı deriye gider. Bu gibi hallerde derinin Sempatik Vazokonstriktör sinirleri arayıcılığı ile çeşitli refleks yollar sayesinde dolaşım düzenlenmesi yapılarak kontrol altına alınır.

Yazın aşırı sıcaklarda, sıcağa uzun süre maruz kalmakla en sık görülen aşırı halsizlik, yorgunluk hatta bitkinlik düzeyindeki tablolardır. Sıcak Çarpması (Güneş Çarpması) bu durumlardan biridir.

Ortamın ısısının artmasıyla kişinin deri ve çeşitli organlarında oluşan temel değişiklikleri şöyle özetleyebiliriz.

1- DOLAŞIMDA ,KANIN BÜYÜK KISMI DERİYE YÖNELDİĞİ İÇİN DERİNİN KAN AKIMI VE KAN MİKTARI ARTAR.
2- KALB DEBİSİ VE ATIM HACMİ AZALIR.
3- ARTERİYEL KAN BASINCI ( TANSİYON ) DÜŞER.
4- KARIN İÇ ORGANLARININ KANLANMASI AZALIR.
5- KASLARDA KAN AKIMI AZALIR.

Bu değişiklikler yorgunluk yaratabilecek düzeyde güç sarfiyatını gerektiren her türlü beden-sel faaliyette daha da artar.
Böyle durumlarda kalbin işinin artması dakikadaki atım sayısı-kasılması da artar.

Yukarıdaki açıklamaya çalışmaya çalıştığımız özelliklerden ötürü hipertansiyonlu, kalp yetmezlikli, koroner arter hastalıklı ve tedavi altındaki hastların şunlara dikkat etmleri uygun olur.


FAZLA SICAĞA MARUZ KALMAYINIZ.
YÜRÜYÜŞ VE GEZİNTİLERİNİZİ SABAH ERKEN VEYA AKŞAM SERİN SAATLERDE YAPINIZ.

GÜNLÜK SU ALIMINIZ KISITLANMIŞ BİLE OLSA,YAZIN ÇOK SICAK ZAMANLARI_DA VE AŞIRI TERLEDİĞINİZ DÖNEMLERDE SU KAYBINIZ ARTACAĞI İÇİN YETERLİ SUYUNUZU (GÜNDE ORTALAMA 2-2,5 LİTRE)

TERLE BİRLİKTE VÜCUDUN ELEKTROLİT KAYBI, ÖZELLİKLE SODYUM (TUZ) KAYBI FAZLA OLACAĞI İÇİN-TUZ KISITLAMALI BİR REJİM İÇİNDEYSENİZ DOKTORUNUZUN FİKRİNİ ALARAK YEMEKLERİNİZE BİRAZ TUZ İLAVE EDEBİLİRSİNİZ.

DENİZ KIYISINDA TATİLDE İSENİZ, KUMDA YATIP, GÜNEŞ BANYOSU YAPMAYINIZ. DENİZE SABAH VEYA AKŞAM ÜZERİ GİRİNİZ. DENİZDE UZUN SÜRE YÜZMEYİNİZ.

EGER DENİZDE DALMA ALIŞKANLIĞINIZ VARSA DALMAYINIZ.

TOK KARNINA DENİZE GİRMEYİNİZ.

FAZLA YAGLI, KIZARTMALI, AĞIR GIDALAR YERİNE, BOL SEBZE, HAŞLAMA VEYA IZGARA, HAFİF GIDALAR TERCİH EDİNİZ. EĞER DİABETES MELLİTUSUNUZ (ŞEKER HASTALIĞI) YOKSA BOL MEYVA YİYİNİZ.

BACAKLARINIZDA KRONİK VENÖZ YETMEZLİK (VARİS) VARSA, DENİZDE BELİNİZE KADAR OLAN BİR SU SEVİYESİNDE YÜRÜYÜŞ YAPINIZ. ASLA KUM BANYUSU YAPMAYINIZ.

HİPERTANSİYONLU İSENİZ, TANSİYON İLACINIZ FAZLA GELEBİLİR, DOZUNU DOKTORUNUZA TEKRAR SORUNUZ.

AŞIRI SICAKLARDA RİTM BOZUKLUKLARI OLABILİR.

BU KURALLARA UYMADIĞINIZ TAKDİRDE HANGİ SEBEPLE MEYDANA GELMİŞ OLURSA OLSUN KALB YETERSİZLİGİNİZ KAYBOLMUŞKEN YENİDEN ORTAYA ÇIKABİLİR, HAFİFLEMİŞKEN AĞIRLAŞABİLİR.

SÜKÜN BULMUŞ, KAYBOLMUŞ KALB AĞRILARINIZ (ANGİNA PECTORİS) YENİDEN BAŞLAYABİLİR.

DENİZ VE SICAĞA KARŞILIK SERİN YAYLA TATİLİNİ TERCİH EDEBİLİRSİNİZ

BÖBREK NAKLİ

Böbrek Nakli;
1. Canlı vericiden (Yakın ve uzak akraba, eş)
2. 2. Kadavradan
olmak üzere iki kaynaktan yapılır.

Transplantasyon sonrası böbrek fonksiyonlarının hemen yerine gelmesi nedeniyle tüm fizik ve psikolojik bozukluklar düzelir. Ancak, takılan böbreğin vücutca reddi (Rejeksiyon) gibi ciddi bir sorunu da vardır.

Gerekli şartlara uyulmazsa rejeksiyon, transplante böbrek için her zaman bir tehlikedir.

Genel Bilgiler
Aralarında kan bağı olanlarda yapılan böbrek nakli çok kez alıcıda iyi uyum gösterir. Alıcı ve vericinin çok iyi incelenmesi bu başarıyı artırmaktadır. Bu nedenle canlıdan yapılan nakillerin başarı oranı daha fazladır. Son yıllarda tedaviye eklenen yeni ilaçlar kadavradan yapılan nakillerin de başarı oranını artırmıştır. İlaç tedavisi ile düşmeyen tansiyon, iltihap kaynağı olan böbrekler varsa bunlar transplantasyondan 3 4 hafta önce ameliyatla çıkarılır.

BÖBREK TRANSPLANTASYONU
Son evre böbrek yetmezliğinin en uygun tedavi şekli böbrek transplantasyonudur.

Böbrek transplantasyonunda iki organ kaynağı vardır.

1. Canlı verici
2- Kadavra

Canlı Vericiler
1. Derecede akrabalar (Anne, baba, kardeş ve çocuklar)
2. 2. Derecede akrabalar (Hala, amca, dayı, teyze) ve akraba olmayan uygun vericiler (B5 gibi) dir

Kadavra Verici : Beyin ölümü olan sistemik bir enfeksiyon ve kanser vb. olmayan kişilerdir

Kadavra ve canlı vericilerde A-B-0 kan grubu uyumu ve doku ila negatif crossmatch (Rh Faktörü önemli değildir) uyumu gerekir.

Canlı vericilerde, 1 ve 2 antigen uyumsuzluğu (Mismatch) varsa vericiler kabul edilebilir.

Kadavrada ise HLA B ve DR den birer antigen uyumu ile negatif Crossmatch yeterli uyum sayılır.

Transplantasyon öncesi alıcı ve vericilerin tüm tetkikleri tamamlanıp, böbrek transplantasyonunun yapılmasına karar verildiğinde alıcı ve verici hastaneye yatırılır Ameliyattan üç gün önce alıcının bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlara başlanır ve hasta izole edilir. (Tek başına bir odaya alınır)

Ameliyatta, böbrek, hastanın kasık bölgesine takılır.

(Arter, atardamar, Ven-toplardamar) bağlantıları bölgedeki damarlara yapılır, Üreter denen idrar kan ağızlaştırılır

Ameliyat sonrası tüm yaşam süresince devam edecek bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlarla tedavi devam eder. Hasta ameliyat sonrası 2-3 hafta hastanede yatar, taburcu edildikten sonra periyodik kontrollere gelir.

BÖBREK NAKLİ YAPILAN HASTALAR İÇİN ACİL SORUNLAR KLAVUZU

Böbrek nakli olduğunuz üniteyi günün her saatinde arayabilirsiniz. Transplant koordinatörü size yapmanız gereken her şeyi açıklayacaktır.
r
1. Ateşiniz yükselirse
2. İlaçlarınızı karıştırır ve dozlarını unutursanız
3. Kısa zamanda aşırı kilo alırsanız (Her gün tartılmanız gereklidir. Bu vücudunuzda aşırı sıvı biriktiğini, idrarla atamadığınızı gösterir)
4. Tansiyonunuz aşırı yükselirse (150/90 ı geçerse)
5. Nefes almada zorluk, sıkışma hissi, kanlı köpüklü balgam, karın ağrısı, kusma, ishal, kanlı idrar ve idrar miktarında Azalma olması durumunda derhal ameliyat olduğunuz kliniği arayınız

LÖSEMİ

Kan yapan organlardaki bozukluktan ileri gelen bir hastalık. BunaKan kanseri adı da verilmektedir. Kan yapan organlardan olan kemik iliği, dalak,karaciğer, lenfa boğumlarında, kan yapma işi bozukluğa uğrayınca vücuttakialyuvarların sayısında azalma baş gösterir. Kan dokusu vücuttaki dengesini kaybeder vücudun beslenmesinde, dışardan çeşitli hastalık etmenlerine karşı savunmanın yapılmasında aksaklıklar baş gösterir. Bunun sonucu olarak hasta günden güne kansızlaşır, kuvvetten düşer, yüzü sararır, ağızda, boğazda yaralar, diş etlerinde ve başka organlarda kanamalar görülür.

Çok tehlikeli bir hastalık olan ve bugün için kesin tedavisi bulunmayan bir hastalık olan löseminin neden ve nasıl ileri geldiği, kesin olarak bilinmemektedir. Bazı mikropların bu hastalığa yol açtığı ileri sürülmüştür.

Bu sebeple,lösemi olduğu tespit edilmiş olan hastaların, devamlı bir hekim kontrolü altında bulunması gereklidir.

KENT HASTALIKLARI

Büyük kentler, özellikle İstanbul gibi metropoller, hem iş olanakları hem de parlak yaşam biçimiyle, bir mıknatıs gibi in anları birbirine çekiyor. Bu cazibeden etkilenmemek mümkün değil. Ama uygarlığın merkezinde yaşamanın bir de bedeli var: Kent Hastalıkları... Hasta bina sendromu, yazar krampı, İstanbul bronşiti, gürültü sağırlığı; bütün bunlar çağdaş yaşamın tıp literatürüne eklediği yeni hastalık adları.

Amerikada NBC Televizyon istasyonunun bir bölümü New Yorkda yeni döşenmiş çok lüks bir binaya taşıdığında herkes çok mutlu olmuştu. Ama bir sonra çalışanların çoğunda ortak yakınmalar başladı. Baş ağrısı, baş dönmesi, yorgunluk, nefes darlığı... Üstelik, NBC mensuplarının sanki sözleşmiş gibi hafta sonlarında bu yakınmaları kayboluyordu. Verim düşmeye, insanların yakınmaları artmaya başlayınca yöneticiler durumu ciddi biçimde araştırmaya karar verdiler. Sonuçta bunun kapalı havalandırma sistemi, kapalı pencereler ve diğer enerji tasarrufu araçlarıyla daha da belirginleşen uluslararası bir problemin en belirgin örneklerinden biri olduğu anlaşıldı ve NBCnin bu bölümü başka bir binaya taşınmak zorunda kaldı. NBCyi yerinden eden bu uluslararası problem, dev plazalarda, lüks iş merkezlerinde çalışan milyonlarca insanı pençesine almış olan hasta bina sendromuydu. Ve hasta bina sendromu çağdaş insanın yakasına yapışan kent hastalıklarından yalnızca biriydi.

Genellikle dev iş merkezlerinde, plazalarda çalışanlarda görülen hasta bina sendromunun belirtileri zaman zaman başka hastalıklarla da karıştırılabiliyor. Bu belirtileri baş ağrısı, baş dönmesi, uyuşukluk, yorgunluk hissi, gözlerde sulanma, kaşınma, kızarıklık, burun akıntısı, hapşırık, burun tıkanıklığı, boğazda yanma, boğaz kuruluğu, gıcık şeklinde öksürük, göğüste sıkışma hissi, nefes darlığı, cilt kuruluğu, ciltte kaşıntılar, burunu kanaması, koku ve tat alma bozuklukları, konsantrasyon güçlüğü olarak sıralamak mümkün. Ancak bu belirtilerin tümü bir arada görülmeyebilir. Belirtilerin, kişinin çalışma ortamından uzaklaştığı tatil günlerinde tamamen ortadan kalkması, hastalığın karakteristik özelliklerinden sayılıyor. Ayrıca hasta bina sendromu tanısı konulabilmesi için hekime başvuran kişide, bu belirtilere yol açabilecek allerjik nezle, faranjit, sinüzit, astım gibi başka bir hastalığın olamaması gerekiyor.

Büyük kentlerde üst solunum yolu hastalıklarına, astıma yol açan bir başka neden de kirli hava. Uzmanlara göre açık havada 1 metreküp havadaki kükürt dioksit miktarının 150 mikrogramı geçmemesi gerekiyor. Oysa ülkemizde, özellikle büyük şehirlerde, kış aylarında hava kirliliği ölçümlerinin tehlike sınırlarının çok üstüne çıktığı oluyor. Bu kirlilik sadece solunum yollarını değil kalp hastalarını da tehdit ediyor, zehirlenmelere neden oluyor. Aslında dünyanın birçok ülkesinde çevreciler ve konuyla ilgili resmi kurumlar, sadece doğayı değil, insanoğlunun ciğerlerini de korumak için ciddi önlemler almaya çalışıyor. Fakat hava kirliliğinin önlenmesi için yılda 30 milyar dolar harcayan Amerika bile kirlilikle baş edemiyor.

Kirli hava öncelikle ciğerlerin mikrobik unsurları ve zehirleri temizleme yeteneğini zayıflatıyor ve astım tehlikesini arttırıyor, kronik bronşitlere yol açıyor. Pis hava içinde oluşan perokyacsetil nitrat gibi kimyevi maddeler gözlere zarar veriyor. Karbonmonoksit, beyin motor eşgüdümünü ve konsantrasyonunu yoruyor. Zaman zaman beyne giden oksijen miktarını azaltıyor. Hatta karbonmonoksit özellikle tünel gibi kapalı alanlarda öldürücü bile olabiliyor. Ayrıca kırmızı kan hücrelerini etkileyerek vücuda oksijen taşınmasını engelliyor. Düşük oksijen-kan düzeyleri ise anjin olasılığını arttırıyor. Özellikle egzostlardan yayılan azotoksitlerle is ve kurumun içindeki hidrokarbonlar da başta akciğer kanseri olmak üzere birçok hastalığa yol açıyor.

Binanız sizi hasta ediyorsa;

İşyerlerinde:


Duvardan duvara halı kullanımından vazgeçilmeli.


Camlar açılamıyorsa hava temizleyen aletlerden yararlanılmalı.


İşyeri sağlıklı malzemelerden inşa edilmiş olmalı.


Sürekli bilgisayarla çalışan personelin vardiya saatleri ayarlanmalı.

Evlerde:


Yatak odası güneş görmeli ve her gün birkaç saat havalandırılmalı.


Yatak odası olabildiği kadar eşyasız, halı ve kilimsiz olmalı, toz tutan eşyalar başka odalarda bulundurulmalı.


Yün yatak, kuş tüyü yastık yerine sentetik olanlar tercih edilmeli.


Yatak şiltesi plastik bir kılıfla kaplanmalı ve düzenli olarak havalandırılmalı.


Yatak çarşafı, yastık kılıfı gibi yatak takımları her hafta 70 derecenin üzerinde sıcak suyla yıkanmalı.


Çocuk oyuncakları yıkanabilen tahta veya plastikten olmalı.


Sigara içilmemeli.


Sprey şeklinde koku, deodorant, böcek ilacı gibi gereçler kullanılmamalı.


Tüp gaz yerine elektrikli ocak ve başka ısıtma araçları tercih edilmeli.


Nisbi nem yüzde 50 civarında tutulmalı.


Hava temizleyen aletlerden yararlanılmalı.

Temiz bir soluk için:


Doğalgaz kapınıza gelmediyse ya da mutlaka katı yakıt kullanmak zorundaysanız mümkün olduğu kadar temizlenmiş kömürü tercih edin.


Arabanız varsa egzostuna mutlaka filtre taktırın.


Eğer astım ya da kalp hastalığınız varsa kirli havalarda sokağa çıkmamaya özen gösterin.


Astım ve kalp hastalığı olanların dikkat etmesi gereken bir başka nokta da yaşadıkları ortamın havası. Evinizin havasını temiz tutmak için klima ya da filtre gibi gereçleri tercih edin.


Kapalı ortamlarda sigara içmeyin.


Parfüm, oda spreyi gibi gereçler kullanmayın.


Sık sık oturduğunuz yerin yakınındaki yeşil alanlarda yürüyüşlere çıkın.


Ve gelecek kuşakların temiz hava solumaları için bir ağaç dikin.

SORULARLA KANSER

Kanser Neden Nüks Eder?

Nüks, kanserin bulgu ve belirtilerinin tekrar ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Over (yumurtalık) kanseri genellikle ilk uygulanan birinci basamak kemoterapiye duyarlıdır ve hastaların çoğunda tam remisyon (gerileme) görülür. Ne yazık ki, over kanseri hücreleri vücutta bulunmaya devam ederler, fakat tesbit edilemezler ve birçok hastada sonuçta ilk tedaviden aylar veya yıllar sonra nüks görülür.

Tedavinin Amacı Nedir? (Şifa mı Yoksa Semptomların Kontrolü mü?)

Tam şifa mümkün olamayabileceğinden, nükseden kanserlerde asıl amaç hastalığı stabil hale getirerek, ilerlemesini yavaşlatarak ve tedavi ile ilişkili yan etkileri en aza indirerek sağkalımı uzatmaktır. Bu kolay birşey değildir. Kemoterapi alamayacak kadar hasta olan kişilerde yapılacak en iyi şey belirtiler için destekleyici tedavi sağlamak ve tatminkar bir yaşam kalitesinin devamını sağlama konusunda yardımcı olmak olabilir.

Kemoterapi Tedavisi Günlük Aktivitelerimi Etkileyecek mi? Tedavi Sırasında Çalışabilecek miyim?

Kemoterapi sırasında hastaların çoğu iş de dahil olmak üzere, sevdikleri ve gerekli olan işleri yapmaya devam edebilirler. Tedavinizi işinizi ve diğer aktivitelerinizi en az düzeyde etkilemesi için günün geç saatlerine planlamaya çalışın. Kırmızı kan hücrelerinizin sayısındaki azalmaların sizin kendinizi yorgun hissetmenize yol açabileceğini unutmayın ve bol bol dinlenin.

Tedavi Cinsel Ve Duygusal Yaşamımı Etkileyecek mi?

Kanser hastası olmaktan ve kemoterapi almaktan kaynaklanan fiziksel ve duygusal stres cinsel istekte azalma ya da kaygı, öfke, korku veya depresyon hislerinde artmaya yol açabilir. Kemoterapi genellikle empotans, cinsel istekte azalma veya depresyon gibi cinsel ve duygusal yaşamla ilgili yan etkilerle ilişkili değildir. Bu duygularla başa çıkabilmenizde yardımcı olabilecek, doktorunuz ve sizinle ilgili sağlık personeli, bu konuda profesyonel danışmanlık sağlayan kişiler, aile üyeleriniz ve kanser destek grupları gibi birçok destek kaynağı vardır.

Kemoterapi için hazırlanırken, tedavinizle ilgili kararlar verilirken aktif bir rol oynamanız önemlidir. Varolan tüm seçeneklerle ilgili olarak doktorunuzla konuşun ve düşünülen farklı tedavilerle ilgili sorularınız varsa sorun. Bu sürecin içerisinde yer almak sağlığınızın kendi kontrolünüz altında olduğunu hissetmeniz, çaresizlik ve depresyon duygularının üstesinden gelmeniz konusunda yardımcı olacaktır.

Tedavide Benim Rolüm Nedir?


Sorular sorun. Sorularınızın ve endişelerinizin bir listesini yapın ve bunu randevunuza giderken yanınızda götürün.


Tedaviye başlamadan önce, varolan tüm seçenekleri doktorunuzla konuşun ve düşünülen farklı tedaviler ile ilgili sorularınız varsa sorun. Eğer denemek istediğiniz bir tedavi varsa bunu doktorunuza sormaktan korkmayın. .


Sorularınıza verilen cevapları yazın veya doktora konuşmayı teybe kaydedip kaydedemeyeceğinizi sorun. Bazı hastalar, doktorun söylediklerini hatırlamada yardımcı olmaları ve duygusal destek sağlamaları için aileden birisinin veya bir arkadaşlarının tedavi ziyaretlerinde kendilerine eşlik etmesini isterler.


Eğer tıbbi terimler gözünüzü korkutuyorsa, doktorunuzdan basit bir dille cevap vermesini veya çizerek ya da şekillerle anlatmasını isteyin.


Doktorunuz veya ilgili sağlık personeli size evdeki bakımınızla ilgili talimatlar vermişse, sağlık kurumundan ya da muayenehaneden ayrılmadan önce bunları anlamış olduğunuzdan emin olun, böylece bu talimatları doğru bir biçimde yerine getirebilirsiniz.


Kendinizi eğitin. Hastalığınız ve aldığınız tedaviler ile ilgili olarak ögrenebildiğiniz kadar (ya da istediğiniz kadar) çok şey öğrenin. Başlangıç için doktorunuz veya ilgili sağlık personeli size temel eğitim malzemesini sağlayabilmelidir.


Doktorunuzu bilgilendirin. Hasta ile doktoru arasındaki güven önemlidir. Tedavinizi sizin denetiminiz altına almanın yollarından birisi, durumunuz ve evdeki gelişmeler hakkında doktorunuzu devamlı bilgilendirmektir.


Eğer tedavi sırasında yan etkiler veya başka problemler ortaya çıkarsa, bunları anlatırken olabildiğince tam ve doğru olarak anlatın.


Belirli semptomları veya yan etkileri anlatırken ya da bunlar hakkında öneri isterken sıkılmayın veya gözünüz korkmasın. Hiçbir soru ya da endişe önemsiz ya da saçma değildir.


Semptomlarınız veya yan etkiler hakkında hiçbir şeyi kesinlikle saklamayın. Semptomlarınızda küçük gibi görünen bir değişiklik doktorunuza durumunuz hakkında değerli bilgiler verebilir. Ayrıca ciddi olduğunu düşünerek korktuğunuz birşey küçük ve kolaylıkla halledilecek birşey olabilir.


Devamlı veya anormal herhangi bir yan etki olursa hemen doktorunuzu veya ilgili sağlık personelini arayın.

Kendinize İyi Bakın!

Tedavinizi kendi denetiminiz altına almak, kendi sağlık ve refahınızın savunucusu olmanız anlamına gelmektedir. Uygun beslenme ve diyeti, düzenli egzersizi (eğer doktorunuz izin verirse) ve tedavinize karşı pozitif bir tutumu içeren olabildiğince sağlıklı bir yaşam stilini benimsemek iyileşme yolunda size çok yardımcı olabilir.


İyi beslenme. Tedavi sırasında iyi beslenen hastalar yan etkileri daha iyi tolere edebilir ve enfeksiyonlarla daha etkili mücadele edebilirler. Iyi beslenme, vücudunuzun kansere rağmen uygun biçimde çalışması için gereksinim duyduğu tüm besin öğelerini içeren dengeli bir diyeti benimsemek anlamına gelmektedir.

Bu ayrıca uygun kiloyu korumak, kasları, hayati organları, cildi ve saçı tamir etmek ve yeniden yapmak için yeterli proteinin sağlanmasına yetecek kadar kalorinin tüketilmesi anlamına da gelmektedir. Doktorunuzla veya yetkili bir diyetisyenle sizin için uygun bir beslenme planı oluşturmak üzere görüşün.


Egzersiz ve kanser. Düzenli egzersizin sağlığa birçok yararının olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak geleneksel olarak kanser hastalarına egzersizden kaçınmaları söylenmiştir. Artık durum böyle değildir. Egzersiz aslında kanser hastalarına enerjiyi koruma konusunda yardımcı olabilir, çünkü egzersiz vücudun fiziksel aktiviteye karşı toleransını arttırmaktadır. Eğer egzersiz yapmanıza izin verilmişse, doktorunuz sizin için uygun bir egzersiz planı oluşturmak konusunda yardımcı olabilir.


Tedavinize güvenin. Bazı kanser hastaları, tedavilerine güvenmelerinin ve ona karşı pozitif bir tavır içerisinde olmalarının iyileşmelerine yardımcı olduğunu iddia etmişlerdir. Aslında birçok doktor, eğer hastalar güvendikleri bir tedaviyi seçerlerse iyi olma olasılıklarının daha yüksek olduğunu ileri sürmektedir.

Halen sizin için uygun birçok etkin tedavi seçeneği vardır ve birçok ümit vadeden seçenek araştırılmaktadır.

Tedaviye başlamadan önce hastalığınızın yanıtının ne olacağını bilemezsiniz.

Mücadelenizin henüz bitmediğini unutmayın!

Ne kadar pozitif olursanız hastalığı yenme şansınız o kadar yüksek olacaktır.

VEBA HASTALIĞI

Veba bulaşıcı ve öldürücü bir hastalıktır. Eskiden milyonlarca insanın ölümüne sebep olan bulaşıcı bir hastalık. Kara ölüm, kıran, peste veya plague da denen vebânın etkeni Pasteurella Pestis’dir.Mikrop ilk defa 1884’teHong Kong’da tespit edilmiştir. Veba mikrobunu taşıyan farelerinpireleri tarafından insanlara geçer. Nedeni, pisliktir. Pis ve güneşgirmeyen yerler veba için en uygun ortamlardır.

Hastalık, mikrop kapıldıktan sonra gelen 2-8 gün içinde kendinigösterir. Hastada, aniden başlayan baş ve sırt ağrıları, ateş, titreme,kusma, nefes darlığı, halsizlik, deri lekeleri, burun kanaması, kantükürme, kasık ağrıları ve devamlı dalgınlık görülür. Dili dekahverengi ve kurudur.

Yapılacak ilk iş hastayı tecrit etmektir. Çevresindeki sağlıklıkimselerin de koruyucu aşı olması gerekir. Bugün için önemi kalmayan veeski devirlerde olduğu kadar çok görülmeyen bu hastalığın tedavisi içingeç kalmadan sağlık kuruluşlarına haber vermek gerekir.

Genellikle kemiriciler arasında salgınlar yapar. İnsana, uygun çevre şartlarında, pirelerden geçer. İnsanlar arasında damlacık yoluyla da yayılabilir. Mikrop 1,5-2 mikron boyunda, 0,5-0,7 mikron eninde, gram negatif bir basildir. Hastalık M.Ö. 9 ve 10. yüzyıldan beri bilinmekte olup, zaman zaman salgınlar yaparak milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur (Bkz. Salgın). 1347’deki Avrupa salgınında 25.000.000 insan ölmüştür. Birçok memleketten on binlerce insanın öldüğü veba salgınları bildirilmiştir. İstanbul’da Justinien zamanında (565)’te çıkan veba salgınında günde 8-10.000 kişinin öldüğü tarihî kayıtlara geçmiştir. Türkiye’de 1919’da 13 kişilik, 1947’de 32 kişilik iki vak’a rapor edilmiştir.

Bakterinin derideki giriş yerinde içi renksiz sıvı veya iltihap dolu kabarcıklar veya kanlı lekeler meydana gelir. Komşu lenf bezlerinde iltihaplanma ve hücre ölümünden sonra bakteri kana geçerek karaciğer, dalak ve kemik iliği de tutulur.

Veba aslında kemirci hayvanların bir hastalığıdır. Pire, vebalı insanın kanını emerken mikropları alır. Basil pirenin yutağında çoğalır. Pire başka birisini ısırdığında önce hortumunu dolduran basilleri kusar ve bundan sonra kan emebilir. Pirenin dışkısıyla da bulaşma olabilir. Veba mikrobu ölü hayvanların üzerinde birgün canlı kalabilmektedir. Hasta bakımı çok önemli olup, günümüzde salgınların azalması ve tedavide tesirli antibiyotiklerin kafi doz ve sürede uygulanmasıdır.

Pirenin ısırmasından 2-5 gün sonra giriş yerinde bir kabarcık meydana gelir. Hastalık üç şekilde seyredebilir:

Lenf bezi vebasında (hıyarcık, bubonik) ısırdıktan 1-2 gün sonra titremeyle ateş yükselir. Isırığın üst tarafındaki lenf bezleri şişer ve ağrılıdır. Lenf bezleri cerahatlanıp, akabilir. Nabız artar. Hastanın genel durumu kötüdür. Mikrop kan yoluyla akciğer, karaciğer, dalak ve beyine yerleşebilir.

Deri vebasındaysa ısırık yerinde noktacık şeklinde kanama, ülserler (yaralar) ve ölü dokuların bulunduğu görünümler olabilir.

Akciğer vebası kan yoluyla veya damlacık yoluyla mikropların akciğere gelmesi neticesinde meydana gelir. Başağrısı, yüksek ateş, öksürük ve nefes zorluğu vardır. Hastanın kan basıncı düşer, rengi morlaşır; balgamı kanlıdır. Bronşit gibi başlar, sonra zatürre şekline döner. Karaciğer bozukluğu da olaya eklenerek 2-3 günde ölümle neticelenir.

Ateşli dönemde alınan kan kültürü veya hayvan deneyleri de teşhiste yardımcıdır. Serolojik testler yapılabilirse faydalı olur. Ayrıca teşhiste akciğer vebasında zatürre ve Q humması, lenf bezi vebasında lenfogranuloma inguihale, frengi ve tularemi düşünülmelidir. Hıyarcık vebasında ölüm oranı % 30-90 iken akciğer vebasında % 70-100’e varmaktadır. Veba geçirende 6-12 ay süren bir bağışıklık meydana gelir.

Tedavisinde sulfamid ve beraberinde streptomisin, kloramfenikol veya tetrasiklin grubu bir antibiyotik yüksek dozda devamlı kullanılmalıdır.

Vebadan korunmak için Peygamber efendimiz tarafından ilk defa tecrit ve karantina tavsiye edilmiştir. Hadîs-i şerîflerde: “Veba olan yere girmeyiniz ve veba olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” ve “Veba hastalığı bulunan yerden kaçmak muharebede kafir karşısından kaçmak gibi, büyük günahtır.” buyurmuştur.

Veba salgınları olmaması için farelerle mücadele edilmelidir. Şüpheli vak’alar bir hafta karantinaya alınmalıdır. Salgın şüphesi olunca günde 2 gr sulfamidle koruma yapılmalıdır. 1964 Moskova Veba Seminerinde 1-2 yıl bağışıklık sağlayan canlı aşı uygulanmasına karar verilmiştir. Salgınlarda toplu yerlerdeki fareler incelenmelidir. Hasta fareler insandan korkmaz ve kaçmaz, bir süre sonra ölürler.

ŞAP HASTALIĞI

Şap Hastalığı sığır, koyun, keçi, domuz, geyik gibi çift tırnaklı hayvanların çok bulaşıcı bir hastalığı. Hayvanlar arasında temas ve mikrop bulaşmış maddelerin yenmesi suretiyle yayılır. İnsana da yine bu suretle geçerek ateş, tükrük artması; boğaz derisinde (mukozasında), avuç içi, taban, ayak ve el parmak derilerinde keseciklerin teşekkülüne sebep olur. İnsanlardaki kuluçka süresi 2-18 gündür.

Şap hastalığının amili (ayak ve ağız hastalığı vürüsü) pikarnavirus ailesinin rinovirus cinsinden bir RNA virüsüdür. 10-20 mm büyüklükte ve yuvarlaktır. Dezenfektan maddelere çok dayanıklıdır. Alkalilerle kolay tahrip edilir. Hayvanlardaki hastalık, erken dönemlerde, yani virüsün kana karıştığı dönemde, ayak ve ağızdaki keseciklerin patlayıp fazla miktarda virüsün saçıldığı zamanlarda çok hızlı olarak yayılır. Hasta hayvanın bulaştırıcılık zamanı çok uzundur. Hayvanlar arasında ölüm oranı genellikle düşüktür. Fakat süt vermeler azalır ve zayıflama görülür. Hayvanların çoğu taşıyıcı olurlar ve 8 ay kadar salgın yayan, bulaştıran bir kaynak gibidirler.

Virüsler, sığır dil dokusu veya diğer sığır dokularının hücre kültürlerinde ürerler. Bu üreyen virüsler formalinle öldürülerek aşı hazırlanır. Ancak aşı uzun süreli bir bağışıklık vermez. İyi bir korunmanın temini için tekrarlanan şırıngalar gereklidir. Son zamanlarda zayıflatılmış aşı tatbikinin başarılı olduğu tespit edilmiştir.

Korunma: Enfeksiyon odağı (merkezi) tespit edilerek, temas eden bütün hayvanlar öldürülür. Cesetleri ortadan kaldırılır. Çok sıkı bir karantina uygulanır. Eğer bu tedbirlerden sonraki 30 gün içinde duyarlı hayvanlarda belirtiler çıkmazsa o bölge emin kabul edilir. Diğer bir usul, enfeksiyon odağının etrafında bağışık hayvanlardan geniş bir halka yapılmasıdır. Halen birçok ülkede sistematik olarak aşılama kullanılmaktadır.

Kanser belirtileri

Tarama testleri karmaşıklık ve mahiyet açısından değişiklikler gösterir. En yaygın bir şekilde kullanılan testlerin çoğu yüksek risk altındaki kişilerde sık görülen kanser biçimlerini bulacak şekilde tasarlanmıştır. Kanser tarama testleri pratik olmalıdır. Yapılan test, kanseri, tamamen iyileşme şansının hâlâ yüksek olacağı şekilde erken belirlemelidir.

Emniyet de önemli bir konudur. Test başlı başına tehlikeli bir sağlık riskini yaratmamalıdır. Bundan yirmi yıl önce meme kanserini belirlemek için kullanılan mamografı işlemi, gövdeyi oldukça yüksek radyasyona maruz bırakıyordu ve kanserin gelişmesinde başlı başına bir faktör oluyordu. Ancak bugün mamografi ile kadınlar yalnızca küçük miktarlarda radyasyona maruz kalmakta, böylelikle muayene daha emniyetle olmaktadır.

Kanser için periyodik tarama testleri tüm kanser vakalarında ve çeşitlerinde aynı önleyici değere sahip değildir, örneğin akciğer kanserinde, özellikle eğer sigara içiyorsanız, ara sıra göğüs röntgeninin çekilmesi veya balgam tahlili, yaşamınızı sürdürme şansını belirgin bir şekilde artırmayacaktır. Erken dönemde test etme hâlâ önemli olmasına rağmen, akciğer kanserinde yaşama oranı hâlâ yüzde 15 in altındadır. Sonuç olarak, eğer sigara içiyorsanız veya evinizde veya işyerinizde kimyasal maddelere maruz kalıyorsanız, akciğer kanserinin taranması konusunda öğütlerini almak için doktorunuza başvurunuz. Ancak hastalığın belirtilerini gözlemekten daha önemli olan bir şey, potansiyel karsinojenlere (kansere neden olan maddelere) maruz kalmanızı azaltacak her şeyi denemektir. Sigarayı bırakmak böylesi stratejilerden biridir.

Diğer kanserler yaşama oranı belirgin bir şekilde artacak kadar erken teşhis edilebilir. Aşağıda belirtilen kanser tarama testleri, Amerikan Kanser Derneği tarafından önerilen kanser önleme programının bir parçasıdır.

Meme Kanseri
Uyarıcı Belirtiler: Memede herhangi bir sertlik veya kitle, veya meme uçlarından gelen akıntı veya kan.
Kanser Riski Faktörleri: Meme kanseri genellikle elli yaşın üzerinde olan kadınlarda; hiç çocuğu olmamış kadınlarda, ilk çocuklarını otuz yaşından sonra doğuran kadınlarda, hiç emzirmemiş olan kadınlarda, ideal ağırlıklarının yüzde 40 üzerinde olan kadınlar ile cinsel olgunluğa gecikmiş olarak gelen veya gecikmiş menapozu olan kadınlarda ve ailesinde (anne veya kızkardeşlerde) menapoz öncesi meme kanseri olayı olan kadınlarda ortaya çıkar.

Check-up Kuralları: Her kadın ayda bir defa göğüslerini dikkatlice muayene etmelidir.

Buna ek olarak yirmi ile kırk yaş arasında olan kadınların her üç yılda bir göğüslerini bir hekime muayene ettirmesi gerekir. Kırk yaşın üzerinde olan kadınların bu muayeneyi her yıl yaptırması gerekir. Eğer kırk yaşın altındaysa-nız, ailenin geçmişinde göğüs kanseri yoksa yüksek risk gruplarından birine girmiyorsunuz demektir ve mamografinin alınmasına gerek duyulmayabilir. Eğer kırk ile kırkdokuz yaşlan arasında iseniz, herhangi bir belirti veya kitle yoksa ve ailenizde göğüs kanseri geçiren biri yoksa yalnızca basit bir mammogram yaptırın. Elli yaşından sonra mammogramı her yıl yaptırın. Eğer ailenizde göğüs kanseri varsa, yaşınıza aldırmaksızın her yıl bir mammogram yaptırın.

Testis Kanseri
Uyarıcı Belirtilen Teslislerde herhangi bir kitle veya boyutlarında değişiklik.
Kanser Riski Faktörleri: Yaşlı erkeklerden daha çok genç erkeklerde ortaya çıkar (kırk yaşından sonra fazla görülmez); normal yerine inmemiş testisler.
Check-up Kuralları: ilk gençlik yıllarının son dönemlerinden başlayarak tüm yaştaki erkekler her ay teslislerini muayene etmelidirler.
Kolorektal (Kalın Bağırsak ve Rektum) Kanser
Uyarıcı Belirtilen Herhangi bir rektal (makattan gelen) kanama veya dışkılama alışkanlıklarında uzun dönemli değişiklik.
Kanser Riski Faktörleri: Aile üyelerinden birinde geçmişte kolorektal polip (iyi huylu tü-moral oluşum) veya kolorektal kanser veya kronik ülserleşmiş kolit olması.
Check-up Kuralları: Kırk yaşın üzerinde olan kadın ve erkeklerin her yıl dijital (parmakla) rektal muayeneden geçmesi gerekir. Bundan öte elli yaşın üzerinde olan erkek ve kadınların en azından iki yılda bir sigmoidoskopik muayeneden geçmesi (sigmoidoskop ile kolon içinin muayenesi) ve her yıl kan bulunup, bulunmadığının kontrolü için feces (dışkı) testini yaptırması gerekir.

Akciğer Kanseri
Uyarıcı işaretlen Rahatsız eden bir öksürük, öksürürken kan gelmesi ve akciğer iltihabı veya bronşit nöbetleri; göğüste ağrı.
Kanser Riski Faktörleri: Çok sigara içmek ve özellikle astbest olmak üzere çevre kirletici maddelere maruz kalmak.
Check-up Kuralları: Kırk yaşın üzerinde olan herkesin bir göğüs röntgeni çektirmesi gerekir. Bunu takip eden göğüs röntgenleri doktorunuzun kişisel kararına göre yapılacaktır.

Servikal (Rahim Boynu) Kanser
Uyarıcı Belirtiler: Anormal vajinal kanama.
Kanser Riski Faktörleri: Genital (Cinsel) bölgelerde kabarcıklar oluşturan deri iltihaplan veya genital siğil enfeksiyonları-, ergenlik çağına geldikten kısa bir süre sonra cinsel ilişkiye girme veya çok fazla cinsel ilişki partnerinin olması.
Check-up Kuralları: Onsekiz yaşına gelen kadınların veya seksüel olarak aktif olanların her yıl Pap testi yaptırması ve pelvik muayeneden geçmesi gerekir. Birbirini takip eden üç veya daha fazla normal sonuç veren yıllık muayenenin ardından doktorunuz Pap testinin daha az aralıklarla yapılmasına karar verebilir.

Endometrium (Rahim iç zarı) Kanseri
Uyarıcı Belirtiler: Anormal vajinal kanama.
Kanser Riski Faktörleri: Geçmişte kısırlık olması veya yumurtlama olmaması; menapozun geç başlaması veya uzun süreli östrojen tedavisi, vücutta aşırı yağlanma; çok fazla sigara içmek.
Check-up Kuralları: Menapoza geldikten sonra geçmişinde kısırlık, aşırı şişmanlık, yfmurtlayamama, anormal rahim kanaması veya östrojen tedavisi olan kadınların endo-metriyal biyopsi yaptırmaları gerekir.

İdrar Yolu ve Mesane Kanseri
Uyarıcı işaretler: idrarda kan; sırt ağrısı; kilo ve iştah kaybı, sürekli ateş; anemi (kansızlık).
Kanser Riski faktörleri: Elli yaşın üzerinde olan erkeklerde-, çok fazla sigara içenlerde, geçmişte kronik idrar yolu enfeksiyonlarından rahatsız olanlarda daha fazla görülür.
Check-up Kuralları: Komple fiziki muayeneniz sırasında yapılan rutin idrar tahlilleri idrarınızda kan olup olmadığını (hemıtüri) gösterecektir. Eğer hematüri bulunursa, doktorunuz anormal bir doku da bulursa, biyopsi de dahil olmak üzere sistoskopik bir muayene yapabilir. Doktorunuz bir böbrek filmi de isteyebilir.

Ağız Kanseri
Uyarıcı işaretler: Ağzınızın renginde herhangi bir değişiklik veya ağzınızda iyileşmeyen herhangi bir yara.
Kanser Riski Faktörleri: Genellikle kırkbeş yaşın üstünde erkeklerde, çok fazla sigara içenlerde ve özellikle çok fazla alkol kullanımı ile birlikte dumansız tütün kullananlarda (tütün çiğneyenlerde) daha fazla görülür.
Check-up Kuralları: Eğer iyileşmeyen bir yara varsa doktorunuza veya diş hekiminize başvurun.
Gırtlak Kanseri
Uyarıcı Belirtiler: Boğuk seslilik.
Kanser Riski Faktörleri: Çok fazla sigara içmek, eğer fazla miktarda alkol kullanımı ile birlikte oluyorsa.
Check-up Kuralları: Konuşma özelliğinizde herhangi bir değişiklik olması durumunda bir boğaz uzmanı tarafından yapılan muayene veya eğer çok fazla sigara içiyorsanız yıllık muayene.

Prostat Kanseri
Uyarıcı Belirtilen idrara çıkmada zorluk; sırtın alt kısmında sürekli bir ağrı, pelvis veya kasıkların üst kısmında sürekli ağri; idrarda kan.
Kanser Riski Faktörleri-. Yetmiş yaşın üzerinde olan erkeklerde daha fazla görülür.
Check-up Kuralları: Eğer kırk yaşın üzerinde iseniz, periyodik tıbbi muayeneniz sırasında bir dijital (parmakla) rektal muayeneden de geçmeniz gerekir.

Cilt Kanseri
Uyarıcı Belirtilen Düzensiz sınırları olan küçük bir lezyon (yara, bere) ve vücutta veya kol ve bacaklarda kırmızı, beyaz, mavi veya mavi-siyah lekeler; cildin herhangi bir yerinde rengi inci beyazından siyaha kadar değişen yumru veya lezyonlar; avuç içi, ayak tabanı, el ve ayak parmaklarının uç kısımlarında koyu renkli lezyonlar; güneşe maruz kalmış cilt üzerinde daha koyu renkli beneklerle birlikte geniş kah-verengimsi lekeler; cildin herhangi bir yerinde kırmızımsı mor lekeler; ayak parmakları veya bacakta mor-kahverengi veya koyu mavi no-düller; yüz, kulak veya boyunda inci gibi veya mumlu gibi yumru veya şişler, göğüs veya sırtta düz, ten rengi veya kahverengi yara izine benzer lezyonlar; yüz, kulaklar, boyun, eller veya kollarda pullu veya kabukla kaplı yüzeyi olan düz lezyon veya kırmızı nodul; herhangi bir bende görülen değişiklik veya iyileşmeyen bir yara.

Kanser Riski Faktörleri: Kadın ve erkeklerde kızıl saç, açık cilt rengi veya gözlerin mavi olması; çocuklukta ciddi güneş yanığı olması; ailenin geçmişinde doğum lekeleri veya benler (displastik nevüs doğumda mevcut ben oluşumu sendromu.)

Check-up Kuralları: Eğer yukarıda sıralanan uyarıcı belirtilere sahip herhangi bir cilt lezyo-nunuz varsa doktorunuza danışınız.