Folik asit, erken doğum riskini azaltıyor



Hamile kalmadan en az bir yıl önce folik asit takviyesi alan kadınlarda, çok erken doğum yapma riskinin diğer kadınlara göre düşük olduğunu belirlendi. Ekmek, sebzeler, meyve ve kuru fasulye folik asit bakımından zengin besinler arasında yer alıyor.

Hamile kalmadan en az bir yıl önce folik asit alan kadınlarda erken doğum riskinin yüzde 50 ila 70 oranında azaldığı bildirildi.

Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından 1999-2002 yılları arasında yaklaşık 38 bin kadınla yapılan klinik deneyler sonucu, folik asit kullanımının, bebekte zeka geriliği, körlük ve kronik akciğer hastalıkları gibi ciddi sorunlara yol açan çok erken doğum riskini daha da azalttığı ortaya çıktı.

Bu araştırmayı yapan ekipten Teksas Üniversitesinden Jinekoloji Profesörü Radek Bukowski, “hamile kalmadan en az bir yıl önce folik asit takviyesi alan kadınlarda, çok erken doğum yapma riskinin diğer kadınlara göre düşük olduğunu saptayabildiklerini” belirtti.

Bukowski, bu sayede hamileliğin 20 ve 28. haftaları arasında doğum riskinin yüzde 70 oranında azaldığı, 28 ve 32. haftalar arasındaki doğumlarınsa yarı yarıya azaldığını söyledi.

Organizmanın yeni hücreler üretmesine yardım eden folik asidin, yeni doğan bebeklerde doğuştan gelen kusurların önlenmesi için, hamile kalmadan ve hamilelik döneminde alınması öneriliyor.

Yeşil sebzeler, meyve ve kuru fasulye folik asit bakımından zengin besinler arasında yer alıyor.

Geniz eti, bademcikten tehlikeli

Geniz eti, uykuda solunum durmaları, kulak iltihapları, çocuk sinüzitleri, yüz ve diş gelişme bozuklukları gibi hastalıklara neden olabiliyor.

Halk arasında geniz eti olarak bilenen “adenoid” dokusu ile ilgili büyüme ve iltahaplanma sorunları özellikle 3 ile 7 yaş arasındaki çocuklarda daha sık görülüyor. Büyüyerek burun boşluğunu arkadan tıkayan geniz eti sorunları genellikle kendisini inatçı burun tıkanıklığı, ağzın sürekli açık kalması ve horlama gibi belirtilerle gösteriyor.

Geniz etinin bademcikten daha tehlikeli olduğunu belirten Nişantaşı KBB Merkezi’nden Doç. Dr. Erhun Şerbetçi, “Geniz eti tıpkı bademcikler gibi vücudun bağışıklık sisteminin bir parçasıdır ve dokusu da aslında aynı bademcik gibi lenf yapısındadır. Üst solunum yolunun savunmasında rol oynayan geniz etinin bademcikten en önemli farkı çok büyük olması halinde çocuk burun boşluğunu tıkamasıdır. Ancak her burun tıkanıklığı da geniz etine bağlı değildir. Endoskopik muayene ile ayırıcı tanı yapmak gerekir” dedi.


KESİN TANI İÇİN ENDOSKOPİK MUAYENE GEREKİYOR
Doç. Dr. Erhun Şerbetçi, uykuda solunum durmalarına, kulak iltihaplarına, çocuk sinüzitlerine, yüz ve diş gelişme bozuklukları gibi hastalıklara da yol açabilen büyük geniz etlerinin iltihaplanarak enfeksiyonlara da yol açtığını belirtti.

Geniz eti iltihaplarında yaşanan en büyük sorun ise bademcik iltihaplarındaki kadar kolay tanı konulamaması olduğunu belirten, Doç. Dr. Şerbetçi, “Bademcikte iltihaplanmalara neden olan mikropların ve bunlar arasında özel önem taşıyan beta mikrobunun yol açtığı iltahaplanmalarda teşhis gözle muayenede ve boğaz kültürlerinde kolaylıkla yapılabilmektedir. Ancak geniz bölgesinin gözle görülememesi ve boğaz kültürü alınırken genize ulaşılamaması nedeniyle geniz eti iltihapları atlanabiliyor ve tedavi eksik kalabiliyor. Oysa örneğin beta streptokoklar bademcikleri hastalandırmadan sadece geniz eti iltahabı da yapabiliyor ve bu durumda sadece boğaz muayenesi ve kültürü yapıldığında hastada gerçek sebep saptanamamış oluyor” diye konuştu.


ENDOSKOPİ ÇOCUĞUNUZU KORKUTMASIN
Çocuklarda geniz bölgesinin endoskopik muayenesinin doğru tanıyı koyabilmek açısından çok önemli olduğunu dile getiren Doç. Dr. Şerbetçi, “bademciklerin değil sadece geniz etinin iltihaplanabildiği durumlar da var ve özellikle bu durumlarda geniz bölgesinin görülebilmesi ayırıcı tanıda ve doğru tedavide gerekli oluyor. Böyle durumlarda kesin tanı için endoskopik muayene oldukça önemli” dedi.

Doç. Dr. Şerbetçi, gerektiğinde yeni geliştirilen çapı 1 milimetre kadar küçük endoskoplar kullanılabildiğini ve deneyimli bir uzmanın eşliğinde çocuk muayenelerinin kolaylıkla yapıldığını ve böylelikle çocuğun endoskopiyi neredeyse hissetmediğini belirtti.

Geniz etinin ayırıcı tanısında hiçbir yöntemin endoskopik muayene kadar üstün olmadığını sözlerine ekleyen Doç. Dr. Şerbetçi, konu hakkında şu bilgileri verdi:
“Yapılan endoskopik muayene ile geniz eti hastalıklarının rahatlıkla hangi evrede ve koşulda olduğu hatasız bir şekilde saptanabiliyor. Bu sayede gereksiz antibiyotik tedavilerinin ve bazen de ameliyatların yapılması engellenmiş oluyor. Ayrıca, endoskopik muayene, antibiyotik gerektiren durumlarda problemin viral üst solunum yolu enfeksiyonu zannedilerek yetersiz tedavi edilmesi riskini de ortadan kaldırıyor ve eğer ameliyat gerektiren bir durum varsa ortaya konabiliyor. Böylelikle geniz etine bağlanabilen kulak gibi diğer komşu organ hastalıklarının tedavileri de kolaylaşmış oluyor.”

Şampuandan bebeğe kimyasal geçebilir



ABD’de yapılan yeni bir araştırmada, bebek losyonları, pudraları ve şampuanlarında bulunan “phthalates” adlı zararlı kimyasalların bebeklere geçebildiği belirtildi.

Pediatrics dergisinin internet sitesindeki habere göre, Washington Üniversitesinden Dr. Sheela Sathyanarayana’nın başkanlığında yapılan araştırmada, 2 ila 28 aylık 163 bebeğin bezlerindeki idrarda bulunan çeşitli türdeki “phthalates” seviyesine bakıldı.

Araştırmada, tüm idrar örneklerinde, ölçülebilir seviyede en az bir phthalates bulunduğu, örneklerin yüzde 81’inde ölçülebilir seviyede 7 veya daha fazla phthalates bulunduğu tespit edildi.

Sathyanarayana, bebek losyonu, bebek şampuanı ve bebek pudrasının kullanımının, bebeklerin idrarında artan miktarda monetil phthalates (MEP), monometil phthalates (MMP) ve monoisobutil phthalates (MIBP) bulunmasıyla bağlantılı olduğunu söyledi.

Bilimadamları, bu bağlantının 8 aydan küçük olan bebeklerde daha güçlü olduğunu bunun sebebinin küçük bebeklerin söz konusu maddelerin zehirleyici etkisine karşı daha hassas olmaları olabileceğini belirttiler.

Sathyanarayana, “Şu anda bunun potansiyel uzun dönemli etkisinin ne olabileceğini bilmiyoruz, ancak hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar bu maddelerin gelişme ve üreme sağlığı üzerinde etkisi olduğunu, insanlar üzerindeki bazı araştırmalar da sağlık üzerindeki olumsuz etkisini gösteriyor” dedi.

Phthalates, plastikleri daha esnek ve kokuları kalıcı kılmak için kullanılıyor. Bu maddeler oyuncaklar ve kişisel bakım ürünlerinde de bulunuyor.

Gürültü ve hipertansiyon ilişkili



Özellikle yatak odalarında 35 desibelin üzerinde gürültü olan evlerde yaşayanlarda, hipertansiyon görülme oranı ciddi olarak artıyor...

Avrupa’daki önemli bilimsel dergiler arasında yer alan European Heart Journal Dergisi’nin son sayısında, evi havaalanına yakın ya da işlek cadde üzerinde olanların hipertansiyon hastası olmaya aday oldukları belirtildi.

Avrupa Kardiyologlar Cemiyeti tarafından çıkarılan European Heart Journal Dergisi’nde, Oxford Üniversitesinden bir bilim adamının imzasını taşıyan makalede, çarpıcı bir araştırmaya yer verildi.

Söz konusu araştırmada, 140 gönüllü üzerinde yapılan çalışmada gürültünün kan basıncı artışı üzerine etkisi araştırıldı. Havaalanına yakın evlerde veya işlek bir cadde üzerinde oturanlarda, uyku sırasında 15 dakika aralıklarla kan basıncı ve yatak odalarındaki gürültü ölçümü yapıldı.

Uçak ve araç gürültüsünün uykudaki insanların kan basıncında anlamlı yükselmeye yol açtığı tespit edildi. Özellikle yatak odalarında 35 desibelin üzerinde gürültü olan evlerde yaşayanlarda, hipertansiyon görülme oranının ciddi olarak arttığı sonucuna varıldı.

10 DESİBEL ARTIŞ
En az 5 yıl süre ile havaalanına yakın bir yerde veya işlek bir cadde üzerinde ikamet edenlerde beyin kanaması, kalp krizi, böbrek yetmezliği gibi ciddi rahatsızlıklara yol açabilen hipertansiyonun ortaya çıkma ihtimalinin, büyük oranda arttığı tespit edildi. Araştırmaya göre, yatak odasındaki 35 desibellik gürültüde meydana gelecek 10 desibellik artış, bu kişilerde hipertansiyonun ortaya çıkma ihtimalini yüzde 14 oranında artırıyor.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Türk, söz konusu araştırmayla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Türk, hipertansiyonun Türkiye için de ciddi sağlık problemleri arasında yer aldığı ve nüfusun yüzde 30-40’ının hipertansiyon hastası olduğunun, bilimsel araştırmalarda tespit edildiğini bildirdi. Hipertansiyonun ana sebebinin yiyeceklerle aşırı tuz tüketme alışkanlığı olduğunu belirten Türk, şunları kaydetti:
“European Heart Journal Dergisi, önemli tıp dergileri arasında yer almaktadır, dolayısıyla yapılan bu ilginç araştırma da dikkate değerdir. Ancak hipertansiyon konusunda Türkiye’de önemsenmeyen çok şey var. Yemeklerde ilave tuz kullanılması, özellikle hazır yemeklerde ve fast-food türü yiyeceklerde tuz miktarının günlük tuz ihtiyacından çok fazla olması, aşırı tuz tüketimine yol açmakta, bu da hipertansiyona sebep olmaktadır. Hipertansiyon yaşam kalitesini olumsuz etkileyen felç, kalp krizi ve böbrek yetmezliğine yol açan ana nedenlerden biri olarak yaşamımızı tehdit etmektedir. Hipertansiyonsuz bir yaşam için tuz kullanımının terk edilmesi, günlük düzenli yürüyüşler yapılması gerekmektedir.”

Özel tıp merkezine giderken, haklarınızı bilin

Sağlık Bakanlığı’nın özel sağlık kuruluşlarına ilişkin yönetmeliği yürürlüğe girdi. Hasta haklarını güvenceye alan yönetmeliğe göre, tıp merkezi, hastayı bir başka sağlık kuruluşuna sevk ederse masrafını karşılayacak ve ambulans bulunduracak.

Ayakta teşhis ve tedavi yapılan özel sağlık kuruluşlarına ilişkin yönetmelikte, bu kurumların faaliyet göstereceği yerler, çalışma usul ve esasları yeniden belirlenirken, 2000 yılında yürürlüğe giren Güzellik ve Estetik Amaçlı Sağlık Kuruluşları’nın da 2010 yılında tarihe karışmasını öngörüyor. Buna göre, 2010 yılından itibaren ‘estetik’ ve ‘güzellik’ ayrılacak; estetik tıp doktorlarına bırakılacak; güzellik salonları ise belediyenin denetiminde olacak.

Yönetmelik, Sağlık Bakanlığı’na faaliyetine ihtiyaç duyulan sağlık kurum ve kuruluşlarıyla insan gücü, tıbbi hizmet birimleri ve nitelikleriyle teknoloji yoğunluklu cihaz dağılımı alanında kamu ve özel sektörü kapsayacak şekilde planlama yetkisi veriyor.

Tıp merkezi binasının bulunduğu alan, imar mevzuatında gösterilen özel sağlık tesisi yerlerinde olacak. Ayakta teşhis ve tedavi kuruluşlarını tıp merkezi, poliklinik ve muayenehane olarak sınıflandıran yönetmelik uyarınca, tıp merkezinde başka bir kamu ya da özel sağlık kuruluşunda çalışmayan sorumlu müdür bulunacak ve kurumun faaliyet alanıyla ilgili her türlü işlemi yürütecek.

UZMAN YOKSA, HASTA KABULÜ DURDURULACAK
Tıp merkezinde, işten ayrılmadan dolayı o dalda başka bir uzman doktorun çalışmaması halinde hasta kabulü durdurulacak. Hasta kabulü durdurulan uzmanlık alanında 60 gün içinde uzman bulunamazsa ruhsatname geri alınacak ya da mevcut duruma göre yeniden düzenlenecek.

Tıp merkezlerinde cerrahi müdahale sonrasında hastaya yapılacak gerekli tıbbi bakım süresi 24 saatte tamamlanabilir olacak. Cerrahi müdahale ve yöntemi, başka bir yataklı kurumda aynı sorunun çözümü için gereken ve ilk müdahalenin devamı niteliğinde ikinci bir müdahaleyi gerektirmeyecek şekilde yapılacak.

HASTAYI SEVK EDEN MASRAFINI KARŞILAYACAK
Hastanın gözlem altında bulundurulacağı 24 saatlik süre en fazla 6 saat uzatılabilecek. Tıp merkezinde müdahale yapılan hasta, müdahaleye bağlı komplikasyonlar gelişmesi ve yoğun bakıma ihtiyaç duyulması halinde koordineli çalışılan özel ya da kamu kurumuna sevk edilecek. Hastanın transferi ve transfer edildiği hastanedeki teşhis ve tedavisiyle ilgili ücretleri, tıp merkezi tarafından karşılanacak.

Sağlık kuruluşları, acil başvuranları, hiç bir ayrım yapmaksızın ve ödeme imkanına bakmaksızın kabul edecek ve ilk tıbbi müdahaleyi yapmak zorunda olacak.

24 SAAT ÇALIŞAN HASTANEDE AMBULANS ZORUNLU
Kesintisiz hizmet veren tıp merkezleri, acil durumlarda ve hasta naklinde kullanılmak üzere ambulans hizmeti vermek zorunda olacak. Tıp merkezleri bu hizmeti, kendi ambulanslarıyla ya da özel ambulans şirketinden hizmet alımı yöntemiyle yerine getirebilecek.

Sağlık kuruluşları, sadece kendi hastalarıyla sınırlı olmak kaydıyla temel laboratuvar ve radyolojik tetkikleri ruhsat almadan yapabilecek.

REKLAM VE BİLİMSEL OLMAYAN TANITIM YASAK
Yönetmeliğe göre, sağlık kuruluşları reklam yapamayacak. Ayrıca, sağlık kuruluşları tarafından tıbbi deontoloji ve mesleki etik kurallarına aykırı, insanları yanıltan, yanlış yönlendiren, talep yaratmaya yönelik, doğruluğu bilimsel olarak kanıtlanmamış ya da yerleşik tıbbi metot haline gelmemiş uygulamalara dayalı tanıtım yapılamayacak. Sağlık kuruluşları diğer kuruluşlar aleyhine haksız rekabet yaratan davranışlarda bulunamayacak. Bu kuruluşlara, reklam yasağına aykırı olmamak kaydıyla bilgilendirici tanıtım izni veren yönetmelik, sağlığı koruyucu ve geliştirici bilgilendirme yapılmasına da imkan tanıyor.

EKSİĞİ OLAN KURULUŞLAR 3 AYDA KAPATILACAK
Sağlık kuruluşları il sağlık müdürlüklerinin oluşturacağı ekipler tarafından düzenli olarak denetlenecek. Denetleme sonucunda saptanan eksiklikler nedeniyle faaliyetlerin geçici olarak durdurulduğu dönemde hasta kabul eden ya da eksiklikleri 3 ay içinde gidermeyen kuruluşların ruhsatları iptal edilecek. Sağlık kuruluşları, hasta hakları ihlalleri ve bunlara bağlı sorunların önlenmesi konusunda gerekli tedbirleri almakla da yükümlü olacak.

BUGÜNDEN ÖNCE AÇILANLARA 4 YIL SÜRE
Sağlık kuruluşlarının zorunlu tıbbi hizmet birimleri, bu birimlerin fiziki özellikleri, sağlık kuruluşlarında gerçekleştirilebilecek cerrahi müdahaleler, temel laboratuvar ve radyolojik tetkikler, bulundurulması zorunlu tıbbi cihaz, araç ve gereçlerle ilaçlar, kayıt formları ve ekonomik yeterliliğe ilişkin konular tebliğle belirlenecek.

Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği bugünden önce açılan kuruluşlar ve sağlık kuruluşu açmak için yapılan başvurular için önceki yönetmelik hükümleri geçerli olacak, ancak sağlık kuruluşları, tebliğle belirlenecek konulara, doktor sayısı hariç olmak üzere en geç 4 yıl içinde uyum sağlayacak ve ruhsat alacak. Bu süre sonunda ruhsat almayan sağlık kuruluşlarının uygunluk belgeleri iptal edilecek.

Daha önce açılan sağlık kuruluşları, mevcut yönetmelikteki sorumlu müdür hükümlerine 6 ay; hasta hakları hükümlerine 3 ay; cerrahi müdahale, gözetim süresi ve transfer hükümlerine 2 ay içinde uyum sağlayacak.

GÜZELLİK VE ESTETİK TABELASI 2010’DA KALKACAK
Yönetmelikle, Güzellik ve Estetik Amaçlı Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik de yürürlükten kalktı, ancak geçici bir maddeyle bu kurumların faaliyet süresi 1 Ocak 2010 tarihinde sona erecek.

Bu tarih sonunda işleteni doktor olan müstakil merkezler, muayenehane, poliklinik ya da güzellik salonuna dönüştürülebilecek. Güzellik ve estetikle ilgili yürürlükten kalkan yönetmelikte sayılan tıbbi işlemlerin tamamı, sertifika veya buna benzer yetki belgesine dayanılarak, unvanlarda “estetik” veya bu anlama gelecek herhangi bir ibare kullanılmaksızın doktor tarafından yürütülebilecek.

GÜZELLİK SALONLARI BELEDİYEYE BAĞLANACAK
Güzellik ve estetik merkezlerinin işleticileri doktor değilse bu yer, işletenin tercihine göre güzellik salonuna dönüştürülebilecek. Böylece, yürürlükten kaldırılan yönetmeliğe göre açılan güzellik salonları, sağlık kuruluşu statüsünden çıkmış oldu. Güzellik salonu olarak açılan iş yerleri bundan böyle belediyelerce ruhsatlandırılacak.

Plastik ve köpükten bardaklarda kanser riski



Plastik ve köpükten yapılan bardaklar çay-kahve gibi sıcak bir maddeyle temas ettiğinde sıvı içerisine kanserojen madde bırakıyor. Uzmanlar, “Plastik bardakları soğuk ve asitsiz içecekler için kullanın” diye uyarıyor.

Prof. Dr. Selma Metintaş, “plastik ve köpükten imal edilen bardaklardan uzun süre sıcak sıvı içenler kanser tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir” ve Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer de “olasılık nedeniyle çok sıcak ve gazlı içeceklerin bu bardaklarda sunulması sakıncalıdır” uyarısı yaparken Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı Başkanı Selçuk Aksoy ise “usulüne uygun olarak üretilmiş ve gerekli denetimleri yapılmış plastik bardaklar gönül rahatlığıyla kullanılabilir” dedi.

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selma Metintaş, Türkiye’nin, anayasasında da yer aldığı gibi çevre sağlığına önem veren ülkeler arasında olduğunu belirterek, günlük uygulamalarda bilinen ya da bilinmeyen birçok madde veya uygulamanın insan sağlığına zarar verebildiğini kaydetti.

Plastik bardaklar ve bu bardaklarda tüketilen çay, kahve veya sıcak içecekler konusunun üzerinde ciddi olarak durulması gereken konulardan biri olduğunu anlatan Prof. Dr. Metintaş, şöyle konuştu:
“Plastiklerin aslında gıda ambalajı ve sunuş aracı olması günümüzde geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Gıdanın, kimyasal ve bakteriyolojik bulaşmaması çok önemlidir. Temizlik ve kolay uygulanımı nedeniyle plastik bardaklar geniş kullanım alanı bulmuştur. Ayrıca plastik bardakların kolay taşıma ve tüketim kolaylıkları da bulunmaktadır. Ancak, herhangi bir saklama veya servis kabının, yiyeceğin kalite ve tadını değiştirmemesi, insan sağlığı açısından toksik bir tehlike yaratmamış ve gıda ile temasta bulunacak nitelikte olmaması gerekir.”

KANSER TEHLİKESİ
Prof. Dr. Metintaş, plastik bardaklar içerisine konulan 70-90 derece sıcaklığındaki içeceklerin, içinde bulunduğu plastik malzemeyi ısı etkisiyle çözüp monomerlerine ayırdığını belirterek, bunun tehlikeli sonuçlara yol açtığını bildirdi. Monomerlerin insan sağlığına zararlarının bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Metintaş, şöyle devam etti:
“Bu monomerler tehlikeli kanserojen malzemelerdir. Köpük bardakların ısıya dayanıklılığı daha yüksektir. Ancak, daha yüksek ısıdaki sıvılar bu materyalin de çözünmesini sağlayabilir. Bu durumda yine monomerik gruplar sıvıya geçecek ve oral (ağız) yolla bünyeye toksik madde alımı gerçekleşir. Şu anda plastik bardaklardaki sıcak içeceklerin bazı kimyasal reaksiyonlara yol açtığını biliyoruz. Plastik ve köpükten imal edilen bardaklardan uzun süre sıcak sıvı içenler kanser tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.”

KAĞIT BARDAK KULLANIMI
Prof. Dr. Metintaş, plastik ambalaj maddesinin diğer bir zararının da meydana getirdikleri katı atık olduğunu ifade ederek, nüfus artışı, sanayileşme ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerin “kullan-at” türü ambalajların aşırı tüketimine yol açtığını bildirdi.

Plastik maddelerin çevreden yok olması için uzun yıllar gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Metintaş, “Bu da gerek çöp alanlarında artık hacminin artmasına gerekse ham madde ve kaynak israfına neden olmaktadır. Plastik bardakların insana verdikleri zararı bu açıdan da ele almak gerekir. Plastik bardaklar yerine kağıt bardak uygulaması önerilebilir. Kağıt bardaklar, sağlık ve atık maddenin geri dönüşümü açısından insan sağlığına daha uygundur” dedi.
Prof. Dr. Metintaş, plastik ve köpük bardakların insan sağlığına zararları konusunda yaptıkları çalışmayı Doç. Dr. Burhanettin Işıklı ile gerçekleştirdiklerini sözlerine ekledi.

“ÇOK SICAK VE GAZLI İÇECEKLERLE SUNULMAMALI”
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer de poliklor ve etilen içeren plastik kapların 70 dereceden fazla sıcak ve asitli sıvılarla temas etmeleri halinde bazı kimyasal ürünlere dönüşebildiklerini söyledi.

Bunların içinde nitrozaminin de bulunması nedeniyle muhtemel karsinojenlerden (kansere neden olan kimyasal madde) bahsedilebileceğini ifade eden Tuncer, “Bu kanser etkeni muhtemel olan maddeler hiçbir zaman kesin kanser yapar denemez. Ancak, bu olasılık nedeniyle çok sıcak ve gazlı içeceklerin bu bardaklarda sunulması sakıncalıdır. Ancak su için kullanılabilir” uyarısını dile getirdi.

Bu konuda çok detaylı çalışma olmadığını belirten Tuncer, köpük bardaklar için de ciddi bir tehlikeden bahsetmenin şu andaki bilgilerle doğru olmayacağının altını çizdi.

“PAGEV: BU İDDİALAR TAMAMEN KOMPLO TEORİSİ”
Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV) Başkanı Selçuk Aksoy ise yapılan araştırmaların plastiğin insana ve çevreye zarar vermeyen, ayrıca tamamen geri dönüştürülebilir bir malzeme olduğunu kanıtladığını söyledi.

Ekonomik ve kolay uygulanabilir olması nedeniyle plastiğin bütün dünyada kağıt, çelik, alüminyum, ahşap ve cam gibi malzemelerin yerine alternatif olarak kullanıldığını anlatan Aksoy, şöyle konuştu:
“Plastik tüketimi giderek tüm dünyada artıyor. Yaşamımızın her alanında karşımıza çıkan plastiğin tüketim oranının fazlalığı, ülkelerin gelişmişliğinin bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Çevre bilinci çok daha gelişmiş toplumlarda plastik malzemeler diğer malzemelere tercih ediliyor. Çünkü plastikler üretim, işleme ve geri dönüşüm aşamalarında en az fosil kaynaklı enerji tüketen ve çevresel etkisi en az malzemedir. Plastik bardakların kansere yol açtığı konusunda ise öne sürülen iddiaların bilimsel dayanakları bulunmuyor. Eğer plastik bardaklar kansere yol açsaydı tüm dünyada bu bardaklarla sıcak veya soğuk içecek tüketimi olmazdı.

Bütün dünyada özellikle Avrupa’da sıcak içecek (kahve ve çay) otomat makinelerinde yıllardır plastik bardaklar kullanılıyor. PAGEV olarak bu iddiaları tamamen komplo teorisi olarak değerlendiriyoruz. Bilimsel araştırmalarla bu iddiaların doğruluğu ispatlanmadan konuşmak, binlerce kişiye istihdam sağlayan büyük bir sektörün tümünü zan altında bırakır ki bunu kabul etmek mümkün değil.”

Aksoy, PAGEV olarak numuneleri testlerden geçirilmiş ve ilgili direktiflere uyumluluğu kontrol edilmiş hiçbir plastik maddenin kanser yapmadığını vurgulayarak “Usulüne uygun olarak üretilmiş ve gerekli denetimleri yapılmış plastik bardakları gönül rahatlığıyla kullanmakta hiçbir sakınca yoktur” diye konuştu.