Tüp bebek yöntemine başvuran ancak başarılı sonuç alamayan çiftler, hayal kırıklığına uğrayıp umutsuzluğa kapılır. Ancak teknolojik gelişmeler ve yeni yöntemler sayesinde tüp bebek tedavisinde başarıyı artırmak mümkün olabilir.
Daha önce başarısızlıkla sonuçlanan tüp bebek uygulamalarında çift tekrar tedaviye alınırken detaylı olarak incelenir ve hangi nedenlerle gebe kalamadığı araştırılır. “Tüp bebek yöntemi ile bir kez gebe kalamamış olan çiftlerde çok endişelenmiyoruz. Ancak iki kez veya daha çok tüp bebek uygulamasında iyi embriyolar verilmesine rağmen gebelik elde edilemiyorsa çok çeşitli testler yapıyoruz” diyen Memorial Hastanesi Tüp Bebek (IVF), Androloji ve Genetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Semra Kahraman, tüp bebek uygulamaları hakkında merak edilenlen noktalara açıklık getirdi.
ÖNCE BAŞARISIZLIĞIN NEDENİ TESPİT EDİLMELİ
Daha önce başarısız tüp bebek tedavisi geçirmiş çiftlerde, başarı şansını arttırmak için öncelikle kadına ait nedenleri araştırıyoruz. Kadınlarda rahim içi yapışıklıklar, rahim içinde miyom veya polip gibi embriyonun tutunmasını engelleyebilen anormallikler var mı? Bunları ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu amaçla ultrasonografi eşliğinde rahim içine sıvı vererek rahim boşluğunun normal olup olmadığını kontrol ediyoruz. Bu basit ve hasta için ağrısız bir yöntem. Rahim filmi (HSG) de bu tür bozuklukları görmek için başvurulan bir yöntemdir.
Ancak HSG yönteminin ağrılı olması ve enfeksiyon gibi riskleri nedeniyle Histeroskopik inceleme günümüzde daha çok tercih edilmektedir. Histeroskopi rahim içine yerleştirilen ufak bir kamera sistemi ile detaylı olarak inceleme şansı veren kolay bir yöntemdir. Aynı zamanda rahim içindeki bozuklukları düzeltme kolaylığı getirmektedir. Histeroskopi tüp bebekte başarısız olmuş vakalarda çok sık kullandığımız bir yöntemdir. Ancak tecrübeli cerrahlar tarafından yapılmalıdır.
TÜPLERDEKİ SIVI ŞANSI AZALTIR
Embriyoların tutunmasını engelleyen bir diğer neden de kadının tüplerinde tıkanmaya bağlı olarak sıvı birikmesidir. Ultrasonografi ile tanımlanabilen ve hidrosalpenks adı verilen bu durumda rahim filmi çekilerek veya laparoskopi yapılarak hidrosalpenksin boyutlarını daha net olarak ortaya koymak ve tedavi etmek mümkündür. Tüplerde biriken sıvı rahim içine akarak embriyoların tutunmasını engellemekte veya gebelik oluştuğunda erken düşüklere yol açmaktadır. Bu durumda tüplerin laparoskopi ile çıkarılması veya rahimle birleştiği noktadan bağlanması başarı şansını belirgin olarak arttırmaktadır. Tüplerde sıvı toplanması kadında tüp bebek şansını azaltan en önemli ve en sık görülen nedenlerden birisidir.
Ayrıca hormonal bozukluklar da embriyo gelişimini ve rahimde tutunması engeller. Tiroid bezi hastalıkları, beyinde hipofizden salgılanan süt hormonu (prolaktin) artışı önemlidir. Kanda bakılan hormon seviyeleri ile bu bozukluklar tanımlanabilir. Polikistik over hastalığı ve yol açabildiği insülin hormonu artışı gebe kalmayı zorlaştırdığı gibi düşüklere de yol açabilmektedir. Bu amaçla insülin direncini azaltan şeker hastalığı ilaçları verilerek gebelik şansı arttırılabilir.
EMBRİYOLAR KÜLTÜR ORTAMINDA GELİŞTİRİLİYOR
Biz başarısız tüp bebek uygulamaları olan çiftlerde yukarıdaki tüm araştırmalar normal bulunduğunda rahim içinden doku örneği alıyor ve bu örneği laboratuar ortamında kültüre edip çoğaltarak embriyoları bu kültür ortamında geliştiriyoruz. Endometrial ko-kültür olarak adlandırılan bu teknik ile adetin 21. günü rahim içinden alınan ufak bir doku örneği laboratuar koşullarında üretilerek yapay bir rahim içi dokusu oluşturuluyor ve embriyolar bu doku içinde büyütülüyor. Embriyo gelişimi için gerekli olan büyüme faktörleri, proteinler ve besleyici maddeler yönünden zengin olan rahim içi doku kültürü bu sayede embriyo gelişimini destekliyor, ayrıca ortamda oluşan antioksidanlar embriyo için zararlı olabilecek artıkları uzaklaştırıyor. Bu teknik daha önce başarısız sonuçlanmış tüp bebek vakalarında yapay kültür ortamlarına bir alternatif olarak kullanılmaktadır.
KROMOZOM BOZUKLUĞU EMBRİYOYU ENGELLER
Embriyoların tutunmasını engelleyen bir diğer sebep kromozom bozukluklarıdır. Sağlıklı görünen birçok embriyo kromozom bozukluğu nedeniyle rahim içinde tutunamamaktadır. Embriyolarda genetik tanı işlemini yaparak, hem en sağlıklı, hem de tutunma kabiliyeti en yüksek olan embriyoların seçilmesi sağlanmaktadır. Böyle bir seçim ile gebelik şansı arttırılıp, düşük riski azaltılmakta ve aynı zamanda çoğul gebelikler engellenmektedir. Tüp bebekteki nihai amaç tek, sağlıklı ve canlı doğumla sonlanacak bir gebelik elde etmektir. Preimplantasyon genetik tanı bu amaçla tekrarlayan başarısız tüp bebek vakalarında kullanılmaktadır.
Tüp bebekte umutsuzluğa kapılmayın
Yeşil çay prostat kanseri riskini azaltıyor
Düzenli olarak yeşil çay içmenin prostat kanserine yakalanma riskini azaltabileceği belirlendi.
Japonya Sağlık Bakanlığından araştırmacılar, yeşil çayda bulunan kateçin maddesinin organizmada prostat kanserine neden olan etkenleri etkisiz hale getirebileceği varsayımından yola çıkarak ülke genelinde 12 yıl boyunca 40-69 yaşındaki 50 bin erkeği inceledi.
Günde 5 fincandan fazla yeşil çay içenlerin prostat kanserine yakalanma riskinin günde 1 fincanın altında yeşil çay içenlere göre daha az olduğu ortaya çıktı. Ancak, düzenli olarak yeşil çay tüketiminin prostat bezindeki kansere etkisi olmadığı belirtildi.
Stres, gribi de tetikliyor
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barlas Aydoğan, mevsimsel dönüş nedeniyle artan gribal vakalardan korunmak için vücudu yorgun düşüren stresten uzak durulması gerektiğini bildirdi.
Doç. Dr. Barlas Aydoğan, yaklaşan kış ayları öncesi gece ve gündüz arasındaki ısı farkları nedeniyle solunum yolu ve gribal enfeksiyon şikayetlerinde önemli oranda artış yaşandığını söyledi.
Özellikle bu aylarda vücudun ısı oranının iyi ayarlanması ve kıyafet seçimine özen gösterilmesi gerektiğini ifade eden Aydoğan, vücut direncini artırıcı gıda maddelerinin ise daha fazla tüketilmesi gerektiğini belirtti.
Vücut direncini düşürücü her türlü etkenin gribal enfeksiyonları tetiklediğini anlatan Aydoğan, kişinin yaşamını olumsuz etkileyen stresin de hastalığın ortaya çıkmasında etkili olduğunu kaydetti.
Stres yaratan ortamların vücudun savunma sistemini etkileyeceğini ve direncini düşüreceğine işaret eden Aydoğan, “Mevsim dönüşü nedeniyle artan gribal vakalardan korunmak için vücudu yorgun düşüren stresten uzak durulması gerekir” dedi.
Aydoğan, eylül ve ekim aylarında yapılacak grip aşısının hastalıktan büyük oranda korunmayı sağlayacağını söyledi. Bu tür aşıların önceki yıl görülen virüslere karşı üretildiğini de anımsatan Aydoğan, fayda sağlanamaması durumunda ise mutlaka bir uzman doktora başvurulması gerektiğini belirtti.
Kepek sorunun çözümüne az kaldı
Uluslararası bilim adamları ekibi, kepeğe neden olan mantarın (fungus) genetik şifresini çözmeyi başardı.
“Malassezia globosa” adı verilen bu mantarın gen yapısının ayrıntılı biçimde bilinmesinin, bu sorunun ortaya çıkmasını engelleyecek daha etkili tedaviler geliştirilmesinde yardımcı olması bekleniyor.
İnsan cildinde yaşayan ve beslenen bu mantarın kaşınmaya ve duruma bağlı olarak pul pul dökülmeye neden olduğunu belirten araştırmacılar, insanların yarısının kepek sorunu bulunduğunu ve erkeklerin daha fazla bu soruna maruz kaldığını kaydediyor.
Proctor and Gamble firmasının desteğiyle yürütülen ve Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin bilimsel yayınlarında yayımlanan araştırmaya katılan bilim adamları, insan kafasında ortalama 10 milyon globosa mantarı bulunduğunu belirterek, genetik olarak mayayla bağlantılı olan bu fungusun, ciltte bulunan “sebase” bezlerinin salgıladığı yağ, diğer bir deyişle cilt yağıyla beslendiğinin altını çiziyor.
Yağ ve yağ üreten ölü hücrelerin kalıntılarından oluşan cilt yağı (sebum), saçın ve cildin korunmasına ve su geçirmez olmasına yarıyor, kurumasını, çatlamasını önlüyor.
Şifresi çözülen globosa mantarının sadece 4 bin 285 genden oluştuğu ve insan gen sayısının 300’de biri sayısına sahip en basit organizmalardan biri olduğu anlaşılırken, bu mantarın, yaşam için temel olan kendi yağ asitlerini üretme yeteneği bulunmadığı ve bu nedenle insan cilt yağına bağımlı olduğu belirlendi.
Araştırmacılar, bu fungusun “lipase” adlı bir enzim üreterek kepeğe neden olduğunu, mantarın sebumu (cilt yağını) parçalamak için lipase adlı enzimi kullandığını ve böylece oleik asit denilen bir madde ürettiğini tespit etti. Bunun derinin en üst katmanına girdiği ve deri hücrelerinin hassas ciltlerde daha hızlı bozulmasını tetikleyerek kepeğe neden olduğu ortaya çıktı.
Fungusun sekiz çeşit lipase ürettiği ve bunların her birinin proteininin yeni kepek tedavisi ilaçları geliştirilmesi için hedeflenebileceği düşünülüyor.
Araştırmacı Dr Thomas Dawson, bu mantarın gen haritasının çıkarılmasının, mantar ile insan etkileşimini anlayabilmek için harika fırsatlar yarattığını söyledi.
Bilim adamları, 5 yıl önce globosa mantarının kepeğe yol açtığını keşfetmişti. Ancak bu ana kadar üretilen medikal şampuanlar, mantar enfeksiyonunu kontrol altına alırken, yüzde 100 sonuç alamıyor.
Yılda 100 kez seks gençleştirir
Prof. Dr. Mehmet Öz’den vücudu ve beyni genç tutmanın yolları: Renkli sebze ve meyve yiyin, yılda 100 kez seks yapın, Tek ayak üzerinde durup gözlerinizi kapatın. Dengede duracağınız her an sizin daha genç bir beyine sahip olduğunuzu kanıtlar.
Prof Dr. Mehmet Öz ve Prof. Dr. Michael Roizen’in son kitabı SİZ: Genç Kalmak, ABD’de en iyi satanlar listesinin bir numarasına oturdu. Bu kitabın, yüzde 35 daha uzun bir ömre sahip olunması ve çok daha genç bir hayat sürülmesi için yazıldığını belirten Dr. Öz, “Peki bunu nasıl becereceksiniz? Tabii ki sizi zamanından önce yaşlandıran tüm iç ve dış etkenlerle savaşarak!” dedi. Yeni kitabın yeni önerileri arasında çok faydalı ve ilginç bilgiler bulunuyor. İşte bunlardan bazıları...
NEDEN RENKLİLER YARARLI?
Domates ve diğer renkli sebzeleri yemenizin sizin için yararlı olduğu bir sürpriz değil. Peki neden olduğunu biliyor musunuz ? İçeriğinde bulunan güçlü antioksidanlardan flavonoid ve karetonaid sayesinde serbest radikallerin vücudunuzda oluşturacağı zararları minimuma indirirler. Özellikle yemeniz gereken sebze ve meyveler arasında kırmızı üzüm, domates, kırmızı yaban mersini ve soğan bulunur.
Özellikle domatesi pişmiş yemeniz sizin için çok daha yararlı. Haftada 10 ya da daha fazla yemek kaşığı domates sosunun kansere karşı etkili olduğu biliniyor. Kanserle mücadelede en önemli dostlarınızdan biri olan likopen maddesinin harekete geçmesi için domatesin pişirilmiş olması gerekli.
Haftada 3 porsiyon kadar balık, kanda pıhtılaşmayı önleyerek damar tıkanıklığı riskini düşürür. İçinde bulunan Omega-3 asitlerinden maksimum faydayı alabilmeniz için somon, dil balığı ve alabalığı tercih edin.
YILDA 100 KEZ SEKS
Özellikle erkekler için yılda 100 kez seks yapmak çok yararlı.
Yeşil çayın içeriğinde bulunan polifenol, vücuttaki özgür radikalleri çalıştırarak damarlardaki trafiği arttırır ve hastalıklarla mücadeleye yardımcı olur. Günlük 500 ml içilecek yeşil çayın kalp ve damar hastalıklarını yüzde 26 oranında azaltıldığı yeni bir çalışmada belirlendi. Tabii ki yeşil çayın dozajı arttırıldıkça korunma oranı da artar. Hem erkekler hem de kadınlara koruma oluştursa da, son çalışmanın ışığında bu korumanın kadınlar üzerindeki oranının çok daha fazla olduğu belirtiliyor.
Yoga yapmak sizin için sağlıklı bir alternatif yol olabilir. Yapılan bir araştırmada yoga egzersizlerinin LDL seviyesini bir yıl içinde yüzde 26’ya kadar düşürebildiği belirlenmiş. ( Yoga egzersizi, duruş ve esneme hareketlerinden oluşur. )
Beyninizi genç tutun!
Tek ayak üzerinde durup gözlerinizi kapatın. Dengenizi kaybetmeden duracağınız her an sizin daha genç bir beyine sahip olduğunuzu kanıtlar. Eğer 45 yaş ve üzeriyseniz, 15 saniyelik bir süre gayet iyidir. Yanınızda duran birine süreyi ölçtürün ve dengenizin bittiği an konusunda tam sonuç elde edin.
Kök hücre, kansızlığa da çare oldu
ABD’li bilim adamlarının yaptığı araştırmada, drepanositoze yakalanan farelerde kan hücresi elde etmek ve hastalığın etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla kök hücre kullanıldı.
Farelerin kuyruk derisindeki hücrelerle kök hücre üreten Whitehead Biyomedikal Araştırma Enstitüsünden Jacob Hannah ve ekibi, daha sonra drepanositoza neden olan genin yerine özel bir teknikle sağlıklı gen yerleştirdi.
Sağlıklı kan hücrelerinin üretilmesi sayesinde farelerdeki hastalık belirtilerinin büyük ölçüde azaldığı görüldü.
Bilim adamları, her tür organ ve dokuya dönüşebilen kök hücrelerin sadece 4 gen yardımıyla elde edilebileceğini açıklamıştı. Deri hücrelerinde “zamanı geriye alan” ve onları her hücrede olduğu gibi ilk bulundukları hal olan kök hücreye çevirebilen yöntem, tıpta devrim olarak nitelendirilmişti.
Bununla birlikte bu yöntem, gereken 4 genin elde edilmesi amacıyla hücreye enjekte edilen bir retrovirüsün mutasyona neden olma riskini taşıması nedeniyle insanlar üzerinde henüz uygulanmıyor.
Yine de araştırmacılar söz konusu yöntem sayesinde bir gün insanlarda görülen hastalıkları tedavi etmeyi umuyor.
Araştırma Science dergisinde yayımlandı.
Yaşlılığa karşı yeni silah: Kök hücre
İnsanın kendi vücudundan alınan yağ dokusundan elde edilen yetişkin kök hücreler, yüze nakledilerek kırışıklıkların giderilmesinde kullanılmaya başlandı.
İnsanın kendi vücudundan alınan yağ dokuları kök hücre bakımından zenginleştirildikten sonra yüze nakledilerek, hem kırışıkların giderilmesi hem de cildi daha gergin ve parlak hale getirilmesi amacıyla kullanılmaya başlandı.
Konuyla ilgili bilgi veren, özel bir hücresel tedavi merkezinde görevli Prof. Dr. Demir Tiryaki, yetişkin kök hücrelerin, organizmanın yaşamı boyunca kendini yenileyebilme özelliğini koruyan hücreler olduğunu kaydetti.
Yağ dokusundan elde edilen kök hücrelerin kemik iliğinden elde edilen kök hücreler kadar dönüşüm yeteneğine sahip olduğunu belirten Tiryaki, bu hücrelerin bulundukları doku ve organlarda küçük hasarların giderilmesinde rol oynadığı söyledi.
Tiryaki, bu hücrelerin farklı doku tiplerine dönüşebilmelerini ve vücut dışında daha uzun süre yaşayabilmelerini sağlamak amacıyla günümüzde yoğun şekilde çalışmaların devam ettiğini anlattı.
Kök hücrenin en fazla göbek yağında bulunduğunu ifade eden Tiryaki, dolgu maddesi halinde kullanılan kök hücrelerinin cildi yenilediğini kaydetti.
Demir Tiryaki, hücrelerin 50-60 defa çoğaldıktan sonra öldüğünü, kök hücrenin ise sınırsız çoğalma potansiyeline sahip olduğunu dile getirerek, dolgu maddesi içindeki kök hücrelerin çevrelerini de etkileyerek alttan yukarı doğru bir iyileşme sağladığını bildirdi.
Tiryaki, “Gelecek bunda... Kök hücre geleceğin teknolojisi. Şu anda estetik için kullanılıyor ama yakında vaktinden önce eskiyen herhangi bir organınızı yerinde yeniden oluşturabileceksiniz. İleride herhangi bir organınızı mükemmel yenileyebilirsiniz” dedi.
DR. OSMAN OYMAK
Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Dr. Osman Oymak da, yaşlandıkça insanın cilt altı dokularında azalma olduğunu ifade ederek, dokulardaki yer değiştirmeden dolayı zamanla özellikle yüzde çizgiler ortaya çıkmaya başladığını söyledi.
Yaşlılık sonucu ortaya çıkan çizgilerin içlerinin doldurularak giderilmesinde bugüne kadar silikon, kollagen, restylane gibi çeşitli maddelerinin kullanıldığını anlatan Oymak, zamanla bunlara bağlı bazı reaksiyon ve problemlerin ortaya çıktığını kaydetti.
Oymak, dolgu maddesi olarak sonra yavaş yavaş yağ dokularının kullanılmaya başlandığını dile getirerek, en son kullanılan yöntemin “yağ dokusunu kök hücresi bakımından zenginleştirerek transfer etme” olduğunu anlattı.
Yağ dokularının içinde kök hücre miktarının kemik iliğine göre 500 kere daha fazla olduğunun tespit edildiğini hatırlatan Osman Oymak, şöyle konuştu:
“Yağ dokuları kök hücre bakımından zengin dokular. Bunların içindeki kök hücre miktarını artırarak dolgu maddesi haline getiriyoruz ve cilt altındaki çökmelerin giderilmesinde kullanıyoruz. Bu konu üzerinde bir senedir uğraşıyoruz neticeler daha yeni ortaya çıkıyor.”
RİSKLER YOK OLDU
Osman Oymak, yağ dokusunun 3-5 sene kalacak, yani erimeyecek şekilde bir yerden başka yere transfer edilebildiğini belirterek, şu bilgileri verdi:
“Artık kollagen, hiyarülonik asit gibi dolgu maddelerinin avantajları kalmadı. Bu tür operasyonlardaki olası bütün riskler yok oldu. Yani hastanın kendi dokusundan yapılan malzeme kullanıldığı için reaksiyon yapmıyor, sertlik yapmıyor. Ayrıca kök hücreden zengin olduğu için koyulduğu yerdeki dokuların karakteristiğini alıyor. Yani gözaltındaki bir yağ dokusu neyse onun gibi davranmaya başlıyor. Çok başarılı bir yöntem ve iyi gidiyor.”
Oymak, Türk insanının vücudunun yağ bakımdan oldukça zengin olduğunu belirterek, göbek veya kalçadan alınan yağların çeşitli işlemlerden geçirilerek içinde kök hücrelerin zengin olduğu bir solüsyon elde edildiğini ifade etti. Bu kök hücrelerin daha sonra ikinci kere alınan yağa katılarak dolgu maddesi haline getirildiğini dile getiren Oymak, bunun gerekirse eksi 79 derecede saklanabileceğini kaydetti.
ELMACIK KEMİĞİ, BURUN VE YANAKTA UYGULANDI
Dr. Osman Oymak, bu yöntemin henüz birkaç ülkede uygulandığını belirterek, bu yöntemle ilgili sonuçların henüz resmen yayınlanmadığını dile getirdi. Oymak, şöyle konuştu:
“Şu ana kadar bildiğimiz, yağ dokusunu kök hücresi bakımından zenginleştirerek transfer edilmesi yönteminin, diğerlerine göre daha kalıcı ve en iyisi olmasıdır. Onlarca hastada elmacık kemiği, burun, yanak üzerinde uyguladık. Kök hücre bakımından zenginleştirilmiş yağ dokusunu cilde verdiğiniz zaman, kırışıklıkların giderilmesinin yanı sıra cildin parlaklığı geri gelmeye başlıyor, yaşlılık lekeleri düzeliyor. Bunlar yeni konseptler ama bunları görüyoruz. Bir iyileşme ve gençleşme var ve bu transfer edilen kök hücre miktarındaki fazlalığa bağlı.”
Oymak, bu yöntemin kişinin kendi dokusu kullanıldığı için tehlikesiz bir yol olduğunu ifade ederek, “Kişinin kendi dokusunu kullandığımız ve içine herhangi bir ilaç katmadığımız için, uzun vadede zararı dokunacak bir problem veya deneysel bir durumda yok. Yağ hücreleri zaten transfer ediliyordu. Biz sadece yapılan işin tekniğini geliştiriyoruz” diye konuştu.
Yönetimin şimdilik yüz için kullanıldığını ifade eden Oymak, “İleride meme büyütmede de kullanılabilir. Kanser hastası olan ve radyoterapi görmüş, yüzünün bir tarafı çökmüş bir hastada uyguladık. Yani sadece estetik amaçlı değil, yüzde kaza veya başka bir sebepten oluşan deformasyonların giderilmesinde de kullanılıyor” dedi.
ESTETİK DOKU MÜHENDİSLİĞİ
Estetik Cerrah Dr. Tunç Tiryaki de, yarım kilogram (500 cc) yağ dokusu içinde yaklaşık 200 milyon adet kök hücre olduğunu söyledi.
Yüzdeki yaşlanmanın yumuşak doku kaybına bağlı olarak ortaya çıktığını anlatan Tiryaki, “Bizim yapmaya çalıştığımız bir anlamda ‘Estetik Doku Mühendisliği’. Yani herhangi bir şekilde kaybolmuş organ ya da fonksiyon için yedek parça üretmek” diye konuştu.
Tunç Tiryaki, yüze nakledilen kök hücrenin sadece dolgunluk yapmadığını, etrafı da toparladığını belirterek, kök hücre bakımında zenginleştirilmiş yağ dokularının cilt altına iğne ile nakledildiğini anlattı. Tiryaki, “Bu yöntemle saati 10 sene geri alıyoruz. Bu konudaki çalışmalarda yurt dışındaki birçok merkezden daha ileriyiz” diye konuştu.
Tiryaki, bu konuyla ilgili tıp literatüründe tek yayının Japonya kaynaklı olduğunu belirterek, Japonya’da 23 vakada meme büyütmede yöntemin uygulandığını ve hepsinin başarılı olduğunu bildirdi.
Gizli kalp hastalığı kadınları tehdit ediyor
Hiçbir şikayete neden olmadığı, hastayı doktora yönlendirecek bir belirti vermediği için, tıp literatüründe ‘sessiz iskemi’ olarak ifade edilen gizli kalp hastalığı, özellikle orta yaş üzeri kadınları tehdit ediyor.
“Bu hastalığa ‘gizli kalp hastalığı’ veya ‘sessiz iskemi’ denilmesinin nedeni hiçbir şikayete neden olmaması, hastayı doktora yönlendirecek bir belirti vermemesidir. Ancak bazen çabuk yorulma, hazımsızlık gibi kalp hastalığından şüphelendirmeyecek hafif yakınmalar olabilir” diyen Anadolu Sağlık Merkezi’nden Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Enis Oğuz, gizli kalp hastalığı hakkında şu bilgileri verdi:
GENÇLERDE NADİR GÖRÜLÜYOR
Sessiz iskemi; şeker hastalığı olanlarda, kadınlarda ve 65 yaş üzerindeki her iki cinste daha sık görülme eğilimindedir. Koroner yetmezliği adını verdiğimiz damar sertliğine (Ateroskleroz) bağlı, kalp kasını besleyen damarlarda daralmayla seyreden hastalığın özel bir formu olduğundan ateroskleroza ait risk faktörleri sessiz iskemi için de geçerlidir. Baba, erkek kardeş gibi birinci derecede erkek yakınlarda 55 yaşından önce, anne, kız kardeş gibi kadın yakınlarda 65 yaşından önce koroner kalp hastalığı ortaya çıkmış ise bu durum o kişide bu hastalığın oluşma riskini arttıran bir faktördür.
Şeker hastalığı tansiyon yüksekliği, sigara kullanımı, kolesterol yüksekliği gibi faktörler sessiz iskemi hastalığının oluşmasında rol oynayan önemli faktörler olmakla birlikte erkeklerde 45, kadınlarda menopozdan sonra görülme oranı artmaktadır.
ŞEKER HASTALIĞI ÖNEMLİ BİR RİSK
Koroner yetmezliğinin bir klinik formu olan sessiz iskemi kadınlarda doğurganlık çağında çok nadir görülür. Eğer şeker hastalığı, yoğun ailevi yatkınlık, kontrolsüz tansiyon ve kolesterol yüksekliği gibi damar sertliğinin erken başlamasına neden olan faktörler yoksa hamilelikte özel bir önlem alma gereği yoktur.
Bu hastalıkta erken teşhis çok önemlidir. Koroner damarlarda önemli derecede darlık olduğu halde hasta yakınmasızdır. Hastayı uyaran bir şikayet olmadığından farkında olmadan kalp krizi geçirme riski altındadır. Teşhis için efor testi, ritm holteri (24 saatlik EKG kaydı), stres ekokardiyografi ve çok kesitli bilgisayarlı tomografi gibi riski az olan tetkiklerden yararlanılır. Bu tetkikler hastalık varlığı şüphesi doğurursa koroner anjiyografi gibi ileri tetkiklerle tanı kesinleştirilir.
Yapılan tetkikler sonucu ‘sessiz iskemi’ tanısı konan hastalarda şeker hastalığı varsa kan şekerinin iyi kontrol edilmesi, tansiyon ve kolesterol yüksekliğinin etkin tedavisi, sigara kullanılıyorsa bırakılması, fazla kilosu varsa azaltmaya yönelik tedbirler alınması ve doktor tarafından önerilen ilaçların düzenli kullanılması önemlidir.
KRİZDEN ÖNCE TEDAVİ BAŞARIYI ETKİLER
Sessiz iskemide ilaç tedavisi ve risk faktörlerinin azaltılmasına yönelik tedbirler dışında, eğer anjiyografi yapılmış ise burada saptanan damar darlıkları ve kalp kasının kasılma fonksiyonu değerlendirilip koroner balon, stent veya by-pass operasyonu gibi tedavi yöntemleri de uygulanabilmektedir. Kalp kasında hasara neden olacak ağır bir kalp krizi geçirmeden erken teşhis edildiğinde tedavi yöntemlerinin başarı oranı yüksektir.
Sağlıklı dişler için beslenmenin rolü büyük
Diş yapısının güçlenmesi ve çürüklerin önlenmesinde, süt, yoğurt ve beyaz peynir tüketimi büyük katkı sağlıyor.
Atatürk Üniversitesi (AÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Endodonti Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinan Evcil, süt, yoğurt ve peynir gibi yiyeceklerin, diş yapısını güçlendirdiğini söyledi.
Söz konusu yiyeceklerin Türkiye’de ve özellikle de Doğu Anadolu Bölgesi’nde çok az tüketildiğine dikkati Çeken Evcil, şunları kaydetti:
“Biz ne yazık ki yetersiz beslenen bir toplumuz. Süt, yoğurt ve beyaz peynir gibi yiyecekleri yeterli seviyede tüketmiyoruz. Bu ekonomik nedenlerden dolayı da olabilir, alışkanlıktan da kaynaklanabilir. Söz konusu yiyecekler dişlerin özellikle mine yapısının güçlenmesini sağlar ve dişte çürüğün gelişim hızını yavaşlatır. Çürüğün, eksik yapıda daha çabuk geliştiği unutulmamalıdır.”
Evcil, Avrupa ülkelerinde diş yapılarının Türkiye’ye göre daha güçlü olmasının nedeninin, diş yapısına faydalı yiyecekleri tüketmesine bağlı olduğunu anlatarak, “Örneğin Norveç bu konuda çok gelişmiş bir yapıya sahiptir. Orada süt, yoğurt ve beyaz peynir tüketimi kişi başına kilogramlar düzeyindeyken, biz de ne yazık ki gramlar seviyesinde. Bu her şeyi açık açık ortaya koyan bir gerçektir” diye konuştu.
ASİTLİ VE ALKOLLÜ İÇECEKLER
Evcil, diş yapılarına en fazla zarar veren maddelerin başında ise asitli ve alkollü içeceklerin geldiğini ifade etti.
Kolalı ve alkollü içeceklerin uzun vadede dişlere büyük zarar verdiğini anlatan çeken Evcil, şöyle devam etti:
“Örneğin yemeğin üstüne asitli içecek içilmesi alışkanlığı büyük bir sorundur. Aynı şekilde alkol de dişe zarar verir. Asitli içecekler, başta diş yapısı olmak üzere, ağız yapısına da büyük zarar verir. Biz hastalarımızı bu konuda sürekli uyararak, bilinçlenmelerini sağlamaya çalışıyoruz.”
DİŞ ÇÜRÜMESİNDE GENETİK FAKTÖRLER...
Evcil, diş çürümelerinde önemli bir nedenin ise genetik faktörler olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
“İnsan ne kadar ağız bakımı yaparsa yapsın, dişi çürüyebilir. Bunun nedeni gen özellikleridir. Gen özelliklerinden dolayı kişinin diş yapısı farklı olabilir. Bu da çürüklere minimum yüzde 25 oranında etki eder. Ancak, diş ağızda ne kadar çürümeye başlarsa başlasın, yeterli gıda takviyesi yapılması ve düzenli fırçalanması durumunda, normal çürüme, 6 ayda tamamlanırken bu süre 6 yıla kadar uzayabilir.”
Evcil son olarak, diş ağrısı çekmeden diş hekimine gitmeme özelliğine de değinerek, “İş bu noktaya geldiğinde, doktora fazla seçenek bırakılmıyor. Vatandaşlarımız dişlerini periyodik olarak, düzenli kontrol ettirmelidir” diye konuştu.
“Beslenmede ilk ve daima: Süt”
Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı ile Ege Üniversitesinin işbirliğiyle
düzenlenen “Beslenmede İlk ve Daima: Süt” başlıklı panelde, sağlıklı beslenmede sütün önemli bir rol oynadığı belirtildi.
Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Beslenme Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedef Nehir El, “Süt, bebeklikten yetişkinliğe ve daha ileri yaşlara kadar tüketilmesi gereken en mükemmel gıdadır” dedi.
Panelin yöneticisi Prof. Dr. Sedef Nehir El, insanın yaşamı boyunca geçirdiği süreçleri sağlıklı yaşamak zorunda olduğunu, insanın büyüme sürecindeki çevre ve genetik faktörlere bireysel olarak müdahale edilemediğini ifade etti. Bireyin hayattaki beslenme ve yaşam biçimine direkt müdahale edebildiğini hatırlatan Prof. Dr. El, kişinin bunun için mücadele etmesi gerektiğini söyledi. Sütün insan hayatında önemli bir yere sahip olduğunu belirten Prof. Dr. El, sözlerini şöyle sürdürdü:
BEBEKLİKTEN YETİŞKİNLİĞE
“Süt, bebeklikten yetişkinliğe ve daha ileri yaşlara kadar tüketilmesi gereken en mükemmel gıdadır. Süt, sağlığımız için anahtar role sahip protein, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, B2, B12, A vitaminlerinin eşsiz kombinasyonuna sahip, biyolojik değeri yüksek kaliteli protein kaynağıdır. Günde en az 3 porsiyon süt, peynir veya yoğurt tükettiğimiz zaman pek çok besin öğesinin gereksinimini karşıladığımız gibi sağlık üzerine yararlı pek çok bileşeni de almış oluruz.”
SÜT VÜCUT DİRENCİNİ ARTIRIR
Prof. Dr. El, insan vücudunun, doğru gıdalar tükettiği zaman kendini iyileştirmek için şans yaratan ve doğal defans sistemini güçlendiren mekanizmalara sahip olduğunu belirterek, süt ve süt ürünlerinin bu doğru gıdalardan en önemlisi olduğunu söyledi. Gençlere de çağrıda bulunan Prof. Dr. El, 25 yaşına kadar süt ile alınabilecek kalsiyumun kemik erimelerine karşın daha etkili olduğunu bildirdi.
Diyabetlilere soğuk hava uyarıları
Kış aylarında diyabet hastalarının beslenme düzeninden spor aktivitelerine; tatil mekanı seçiminden vücut bakımına kadar biri çok konuya daha fazla dikkat etmesi gerekiyor.
Hava sıcaklığının düşmesi, günlerin kısalması ve aktivite azalması nedeniyle vücudun kalori harcaması ve buna bağlı olarak da metabolizma hızında azalma oluşur. Daha aktif olunan yaz aylarında kan şekerinin normal olmasını sağlayan diyet ve ilaçlar, kış aylarında aynı dozda alınmasına rağemen daha az etkili olabilir. İnsan vücudunun kış aylarında vücut ısısını koruyabilmek için metabolizmasını yavaşlattığını, bunun da kan şekeri ayarının bozulmasında bir etken olduğunu söyleyen Etiler Memorial Polikliniği İç hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Murat Görgülü, “Bu dönemde hastalar kan şekerini bir dönem için daha sık kontrol etmeli, diyet ve tedavide oluşabilecek değişiklikleri hekimine danışmalıdır” diyor.
Kışın kan şekerinde dengesizlik olabileceğinin altını çizen Dr. Murat Görgülü, “basit birkaç önlemle kış aylarını rahat geçirmek mümkün” diyerek şeker hastalarının kış mevsiminde dikkat etmesi gereken konular hakkında ipuçları verdi:
BESLENMENİZE ÖZEN GÖSTERİN
Hastalarımız uzun süre aç kalmamalı, bir kerede çok fazla yemek yememelidirler. Gerek insülin, gerekse oral olarak şeker düşürücü ilaç kullanan hastaların bu ilaçların etkilerinin maksimum olduğu dönemlerdeki ara öğünlerini atlamamaları çok önemlidir. Azalmış aktivite ve buna bağlı olarak öğün saatlerinin aksatılması, hastalarda “hipoglisemi” denilen şeker düşüklüğüne neden olabilir. Bu durum, diyabet hastaları için çok tehlikeli sonuçlar doğurabileceğinden; uzun yürüyüş, yolculuk gibi durumlarda ara öğünlerin aksatılmaması için yanlarında yiyecek taşımalıdırlar. Uyku saatine ve süresine dikkat edilmeli, alkol alımı da kan şekeri ayarını bozacağından alkolsüz ve şekersiz sıvı gıdaların tüketimine önem verilmelidir.
TURUNÇGİLLERE VE TATLIYA DİKKAT
Kış mevsiminde hastalarımız için sıkça karşılaşılan bir durum da, evde kalma süresinin artması ile birlikte özellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenme ve özellikle portakal, mandalina gibi turunçgillerin fazlaca tüketilmesidir. Ölçülü yenildiklerinde vitamin ve enerji deposu olan bu meyveler fazla tüketildiğinde kan şekerinin ayarını bozabilir. Kış meyvelerini yerken öğünlerde ve ara öğünlerde kalori değerleri göz önüne alınarak doktor tavsiyesine göre tüketilmesine özen gösterilmelidir.
Uygun miktarda yenildiğinde büyük yarar sağlayan diğer meyveleri de çok miktarda tüketirsek kan şekerimizde yüksekliğe ve buna bağlı rahatsızlıklara yol açabilir. Kışın lezzetli yiyeceği tatlılar da maalesef kan şekeri ayarını bozan yiyecek gruplarından biridir; ancak şekersiz üretilmiş, diyet, yağsız sütten yapılmış tatlılar doktor kontrolünde yenebilir. Bunda da aşırıya kaçmamak gereklidir çünkü bu ürünlerde bildiğimiz normal şeker olmasa da (meyve şekeri) fruktoz, gibi daha düşük kalorili şekerler ve tatlıların yapıldığı besinlerin kalorileri vardır. En iyisi bu ürünleri hiç tüketmemektir.
AYAK SAĞLIĞINIZI KORUYUN
Kış aylarında ayak bakımı da çok önemli bir konudur. Kışın çorapsız ayakkabı ve terlik giyme alışkanlığı, şeker hastalığına bağlı olarak duyu azalması ve damarlarda daralmalar oluşabileceğinden, ayaklarımızda yara açılmasına neden olabilir. Bu yüzden kışın da; rahat kesimli, ortopedik tabanlı, iç astarlı ayakkabı ve yumuşak, sıkmayan çorap giyilmelidir. Ayaklar her gün yıkanıp, herhangi bir yara ya da renk değişikliği var mı diye her gün kontrol edilmelidir.
Soğuk ve taşlık kesimde çıplak ayakla dolaşmamalıdır, özellikle diyabetik nöropati gelişmiş hastalar ayaklarında sürekli üşüme hissi olacağından soba ve diğer ısıtıcılara ayaklarını yakın ve uzun süre tutmakta bu da ayak yanıklarının kışın fazlaca görülmesine yol açmaktadır. Bu konuya özellikle dikkat edilmelidir. Ayaklar ve bacaklarla birlikte vücudun diğer bölgeleri böcek ısırmalarına karşı korunmalıdır, bu ısırık bölgeleri enfeksiyon kaynağı olabilir.
UZUN SÜRE SOĞUĞA MARUZ KALMAYIN
Kış aylarında aşırı soğuklardan korunmak önemli bir konudur. Şeker hastalığına bağlı olarak duyu kusuru oluşmuş hastalarda dış ortamda ya da çalışırken uzun süre soğuğa maruz kalma nedeniyle özellikle; el, burun gibi uç organlarda soğuğa bağlı ülserler gelişebilir. Soğuğa bağlı olarak metabolizma hızında değişikliler oluşabilir; hastaların dış ve iç ortama uygun giysiler ve mutlaka yünlü ya da pamuklu giysileri tercih etmesi önerilir.
TATİL MEKANI DA UYGUN OLMALI
Diyabetik hastalar kış tatilleri için çok fazla soğuk ve yağışlı olmayan, ulaşımın rahat olduğu, sağlık merkezlerinin yakın olduğu bölgeleri tercih etmelidirler. Özellikle kayak yapmak isteyen diyabetik hastalar, ayaklarını travma ve soğuğa karşı çok iyi korumalı ve her gün kontrol etmelidir. Tatil süresince diyete de çok dikkat edip, gerekirse durumlarına uygun menü hazırlanmasını sağlamalıdırlar.
Cildinize önem verin
Süleyman Demirel Üniversitesi Dermatoloji Ana Bilim Dalından Prof. Dr.Vahide Baysal Akkaya, deri hastalıklarında hava kirliliğinin etkin rol oynadığını bu nedenle havanın çok kirli olduğu saatlerde zorunlu olmadıkça dışarı çıkılmaması gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Vahide Baysal Akkaya, Isparta’nın hava kirliliği yüksek iller arasında yer aldığına dikkati çekerek, “kış aylarında hava kirliliği ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Maalesef Isparta’da da son yıllarda ciddi boyutlarda hava kirliliği oluşmaktadır. Havanın çok kirli olduğu saatlerde zorunlu değilse dışarı çıkmamak deri sağlığı ve genel sağlığımız için yararlıdır” dedi.
Kirli havanın içinde zehirli maddeler bulunduğuna işaret eden Akkaya, cildin de bu havayla direkt temas halinde olduğunu kaydetti. Zehirli maddelerin, ciltle temas ettiğinde canlı hücrelere zarar verdiğini, gözeneklerin zararlı maddelerle dolmasına ve liflerin gerilmesine neden olduğunu anlatan Akkaya, şöyle konuştu:
“Böylece ciltte kırışıklıklar oluşur. Kir, makyaj artıklarıyla birleşir ve serbest radikalar yani zararlı moleküller üretir. Bu da cildin boğulmasına neden olur. Gözenekler kapanır, cildin nefes alması engellenir. Sağlıklı cildin kirli ortamlarda yoğun olarak yıprandığını ve tahriş olduğunu görmekteyiz. Kirli havadan zarar gören ciltlerde, cilt sertleşir, nemini yitirir, kuruluklar meydana gelir, solgunlaşma, zamansız yaşlanma, kaşıntı, tahriş, iltihaplanma, alerjik reaksiyonlar ortaya çıkarır. Tabii tüm bu etmenler çeşitli deri hastalıklarını doğurur.”
KORUNMA ÖNLEMLERİ
Vatandaşlara, havanın kirli olduğu dönemde mümkün olduğunca dışarı çıkmamaya özen göstermeleri uyarısında bulunan Akkaya, sözlerini şöyle tamamladı:
“Hava kirliliğinin dışında kış aylarında deri temizliğine özen göstermek gereklidir. Özellikle akşamları derimizi ılık su ve deri pH’ına uygun asidik (pH, 5.5) veya nötr (pH 7) temizleyiciler kullanarak yıkamak önemlidir. Yüzün ve ellerin çok sık alkali sabunlar (normal banyo ve lavabo sabunları) kullanarak yıkanması kuruluğu artırabilir. Yüz ve eller yıkandıktan sonra mutlaka kurulanmalı ve nemlendirici kremler kullanılmalıdır. Kışın sıvı alımı genellikle azalmaktadır. Derinin nemlendirilmesi için sadece dışardan nemlendiricilerin kullanılması yeterli değildir, bol sıvı alınması da gereklidir. Kış aylarında ihmal edilen bir durum da güneşten koruyucu kullanımıdır. Kış aylarında özellikle karlı havalarda mutlaka güneşten koruyucuların kullanılması gereklidir. Kardan yansıyan güneş ışınları güneş yanıklarına neden olabilir. Güneşten koruyucular dışarıya çıkmadan 20-30 dakika önce güneş görecek tüm bölgelere ince bir tabaka halinde sürülmeli, 3-4 saat aralarla tekrarlanmalıdır.
Kış aylarında özellikle kalorifer ile ısınan evlerde havanın kuruduğunu belirten Prof. Dr. Akkaya, “Evlerde radyatör üzerine ıslak havlu veya su koyarak havanın nemlendirilmesi derinin kurumasını önleyebilir. Bu önlemler sağlıklı deriye sahip olan kişilerin dikkat etmesi gereken durumlardır. Soğuk ile tetiklenen deri hastalığı olan kişilerin hekimleri ile görüşerek dikkat etmeleri gereken durumları ayrıca öğrenmeleri gerekir” dedi.
Yılbaşı gecesi önce beslenme takvimi
Senede bir akşam rahat rahat her şeyin tadına vararak yemek yemek ve içmek, eğlenmek istiyor aynı zamanda da kilo almak istemiyorsanız, yılbaşı öncesi beslenmenizi ayarlamanızda fayda var.
“Yılbaşı öncesi ilk hafta metabolizmayı çok iyi hızlandıran ve vücudun protein ihtiyacını iyi bir şekilde karşılayacak bir program uygulayın. Bu programın faydası fazla protein alımına bağlı olarak hızlı bir metabolizmaya sahip olmaktır” diyen Diyetisyen Banu kazanç, aşırı yemek ve alkolün tüketildiği yılbaşı gecesinde kilonun korunması için diyet önerisinde bulunuyor.
Yılbaşına 1 hafta kala protein yedikten sonra yılbaşı akşamı dilediğiniz yiyecek ve alkolden istediğiniz kadar alabilirsiniz. İşte yılbaşı öncesi diyet önerisi:
24 - 31 Aralık tarihleri arasında:
Günde 2,5 -3 lt su
SABAH: 50 gr. dil peyniri (light)
1 yumurta (gün aşırı), 2 dilim çok tahıllı ekmek, domates/salatalık/biber(istenildiği kadar)
ARA: 1 portakal veya 1 elma
ÖĞLE: 1 porsiyon ızgara tavuk veya 350gr balık veya 5 köfte, Salata (salata bol limonla olmalı ve et, tavuk ve balığın yanında başka hiçbir şey yenmemeli. Yani protein tek başına olmalı)
ARA: 1 elma
AKŞAM: öğlenin aynısı
Yine sadece proteinli yiyecekler (et,tavuk yada balık ve sadece salata)
Alkolden sonra B vitamini alın
Alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini aksatmadan yerine koymak gerektiğini söyleyen uzmanlar, yılbaşı gecesi tüketilen alkolden sonra da B vitamini takviyesi yapılmasını öneriyor.
B vitaminleri vücutta depolanmıyor ve günlük olarak alınıyor, metabolizma ihtiyacı kadarını kullanıyor, gerisini ise sindirim yoluyla atıyor. Alkolün B vitaminlerini yok ettiğini söyleyen İstanbul Özel Hizmet Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uzm. Dr. Bedia Sander, alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini yerine koyabilmek için hem bu vitaminden zengin beslenmek, hem de takviye ürün kullanmak gerektiğini söylüyor.
Bulgur, yulaf, çavdar, kepek ekmeği, tam buğday ekmeği, bamya, yer fıstığı ve dolmalık fıstığın B1 vitamininden zengin besinler olduğunu belirten Dr. Bedia Sander şu bilgileri veriyor:
B6 vitamininden zengin besinler; pul biber, sivri biber, kereviz yaprakları, ceviz, dereotu, keten tohumu, tahin, tam buğday ekmeğidir. B2 vitamininden zengin besinler ise süt, tavuk karaciğeri, dereotu ve pul biberdir. Sığır eti, balık, kuzu böbreği ve yüreği, beyaz peynir, yumurta sarısı B12 vitamininden zengin besinleri oluşturur.
ALKOLÜ MEYVEYLE TÜKETİN
Alkolle beraber meyve ve sebze tüketilmesi oluşabilecek bazı sorunları önleyebilir. Örneğin; alkolle birlikte limon suyu içinde havuç ve salatalık dilimleri ya da taze soyulmuş meyve tüketilebilir. Alkol tüketiminde aşırıya kaçılmaması ve alkolün sigara ile birlikte tüketilmemesi de önem taşır. Çünkü sigaranın olumsuz etkisi alkolle birleşince daha da artar.
BAŞ AĞRISI VE KIRGINLIĞI ÖNLEMEK İÇİN
Vücut susuz kaldığı için alkol alımından sonra baş ağrısı ve kırgınlık hissi gelişebilir. Beyin susuz kaldığında baş ağrısına, vücut susuz kaldığında ise halsizliğe neden olur. Bu şikayetleri önlemenin en iyi yolu; içki içtikten sonra yatmadan önce 3 bardak su içmek ve yine yatmadan önce sulu meyve yemek. Bu basit tedbirler, alkolün ertesi gün vereceği rahatsızlığı önler.
DİYABET HASTALARI ALKOLÜ TOK KARNINA TÜKETMELİ
Alkol insülinin etkisini arttırır. Diyabetlilerde hipoglisemi çok ciddi sorunlara yol açar, hatta öldürücü olabilir. Bu nedenle diyabet hastaları alkolü hiçbir zaman açken tüketilmemelidir. Açken alkol tüketilirse karbonhidrat hızlıca absorbe olur ve hipoglisemi (şeker düşmesi) gelişebilir. Alkol tüketiminden sonra en az 4 saate kadar hipoglisemi riski devam eder.
İnsülin kullanmayan diyabetliler diyette yerine hangi yiyeceklerden ne miktarda azaltma yapacaklarını bilerek bir miktar alkol alabilirler. Bütün alkollü içkiler enerji içerir. Ancak daha az enerji veren beyaz şarap, kırmızı şarap gibi içkilerin tercih edilmesi daha doğru olur. Alkolden gelen kalori total enerji alımının yüzde 10’unu aşmamalıdır.
Yılbaşı gecesi beslenmenize dikkat edin
Yılbaşında genellikle şeker, yağ ve tuz içeriği yüksek besinlerin tüketilmesi, aşırı ve dengesiz beslenme, çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir...
Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyet uzmanı Dr. Aylin Ayaz, yılbaşı gecesi, diğer günlerden farklı olarak aşırı ve dengesiz beslenmeye bağlı önemli sağlık sorunları ortaya çıkabileceğini belirterek, sağlıklı beslenme kurallarına dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Yemeklerin, protein, karbonhidrat, vitamin ve mineral içeriği açısından dengeli olması gerektiğini ifade eden Ayaz, hindi eti tüketiminin, doymuş yağ ve kolesterol içeriğinin düşük olması nedeniyle kırmızı et yerine tercih edildiğinde sağlıklı bir seçim olacağını belirtti.
Hindi, tavuk ve balık gibi et yemeklerinin, buğulama, haşlama veya fırında ızgara yöntemleri ile pişirilmesinin uygun olduğunu ifade eden Ayaz, etin yanında vitamin, mineral ve posa içeriği yüksek salatalar ile zeytinyağlı sebze yemeklerinin tercih edilmesi gerektiğini söyledi.
Ayaz, sofrada, kalsiyum ve protein içeren süt ve yoğurt grubundan tatlı ve mezelerin bulunmasının uygun olduğunu anlatarak, “Pilav, makarna, çorba, ekmek gibi besinler karbonhidrat açısından zengin olup, enerji içerikleri yüksektir. Ekmek ve tahıl ürünleri grubundan besin seçilirken mutlaka posa içeriğinin de yüksek olmasına dikkat edilmelidir” uyarısında bulundu.
Geleneksel bir yılbaşı yemeği olan kestaneli iç pilavının yanında bu gruptan kepekli ekmek tercih edilmesi gerektiğini ifade eden Ayaz, “Şekerli besinler, yüksek enerji içermeleri nedeniyle kan şekerinin hızla artmasına sebep olurlar. Bu yüzden tatlı olarak yemekten sonra baklava, şöbiyet, tulumba tatlısı gibi hamur tatlıları yerine sütlü tatlılar, meyve ile hazırlanmış tatlılar veya taze meyve tercih edilmelidir” dedi.
ALKOL TÜKETİMİNE DİKKAT
Ayaz, yeni yıl akşamı alkol tüketiminin de arttığına dikkati çekerek, alkol alımının 1-2 kadehle sınırlandırılması, içki türü olarak da alkol yoğunluğu düşük olan şampanya, şarap veya biranın tercih edilmesi gerektiğini söyledi.
Alkolün aç karnına alınmamasına özen gösterilmesini isteyen Ayaz, “Mide boş olduğu zaman alkol daha hızlı kana karışacağı için hafif yiyecekler alındıktan sonra tüketilmelidir. Alkol alımı, vücuttan su kaybını artıracağı için alkol ile birlikte su tüketimine de dikkat edilmeli” diye konuştu.
Ayaz, özellikle sürekli ilaç kullanması gereken kişilerin yılbaşı gecesi alkol tüketmemesi gerektiğini vurgulayarak, alkol tüketmeyen kişilere de gazoz, kola gibi gazlı içecekler yerine taze sıkılmış meyve suları ve ayran içmelerini önerdi.
“HASTALAR DİYETLERİNE DİKKAT ETMELİ”
Ağır yemekler sonrasında kalbe binen yükün kalp krizi riskini artırdığına işaret eden Ayaz, bu nedenle yemeklerin yavaş, az miktarda yenilmesi ve iyi çiğnenmesi gerektiğini söyledi.
Ayaz, yatmadan önce yemek yenilmemesine dikkat edilmesi gerektiğini ifade ederek, ayrıca şu önerilerde bulundu:
“Fazla çeşit nedeniyle karışık ve yağlı besin tüketimi mide bulantısı, ishal gibi sağlık sorunlarına neden olacağı için mümkün olduğu kadar yağsız, az çeşitte besin tüketilmeye özen gösterilmelidir. Yağ ve tuz içeriği yüksek cipsler, kızartılmış ve kavrulmuş besinler, salam, sosis ve sucuk gibi doymuş yağ içeriği yüksek besinler tüketilmemelidir. Özellikle ceviz, fındık ve fıstık gibi sert kabuklu yemişlerin de yağ içeriğinin yüksek olduğu unutulmamalıdır.”
Yılbaşı akşamı genellikle şeker, yağ ve tuz içeriği yüksek besinlerin tüketilmesinin çeşitli sağlık sorunlarını da ortaya çıkardığını belirten Ayaz, özellikle kalp-damar rahatsızlığı, hipertansiyon, diyabet, şişmanlık ve gastrointestinal (fonksiyonel sindirim sistemi hastalıkları) sistem rahatsızlığı olan bireylerin diyetlerine dikkat etmeleri gerekmektedir” dedi.
Kadınlarda Kalp Krizine Karşı Soya
Japonya’da yapılan bir araştırmada, soya temelli ürünler tüketen kadınlarda inme veya kalp krizi riskinin 3-4 kat daha düşük bulunduğu belirlendi.
Japonya Sağlık Bakanlığı’nın talebi üzerine 12 yıl süreyle yapılan araştırmada, izoflavon ve E vitamini yönünden zengin soyadan yapılan ürünlerin, menopoza giren kadınlarda daha da koruyucu bir etkisi bulunduğu tespit edildi.
Sonuçları, Amerikan Kalp Vakfının dergisi Circulation’da geçen ay sonunda yayımlanan ve 1990’da başlayan araştırmada, 2002’ye kadar 40 ila 59 yaşlarında, kanser ve kalp hastası olmayan, her iki cinsiyetten 40 binden fazla Japon gözlendi.
Araştırmada, erkek ve kadınlar günlük tükettikleri soya oranına göre, 5 gruba ayrıldı. Beyin kanaması veya kalp krizi riskinin en çok soya tüketenlerde 0,39, en az tüketenlerdeyse 1 olarak belirlendiği araştırmada, menopozdaki kadınlar için bu oranın 0,25’e karşı 1 olduğu tespit edildi.
Soyanın kadınlarda görülen belirgin etkisine karşın, 5 gruba ayrılan erkekler arasında bir fark görülmedi.
Araştırmada, en az kalp krizi riskiyle karşı karşıya bulunan kadınların, günde 45 gram natto (mayalanmış, yapışkan soya fasulyesi) veya 100 gram civarında tofu (soya peyniri) tüketenler oldukları belirlendi.
Japon Ulusal Kalp ve Damar Merkezi’nden Yoshihiro Kokubo, soya ürünlerine eklenen Japonların geleneksel yosunlarının da organizmanın savunmasına açıkça katkıda bulunan unsurlar arasında olduğunu söyledi.
Kolesterol Nedir ?, Kimler Risk Altında ?
Kolesterol nedir?
Kolesterol yaşam için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur. Vücut kolesterolü kullanarak hormon (kortizon, seks hormonu....), D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir. Bu işlemler için kanda çok az miktarda kolesterol bulunması yeterlidir. Eğer kanda fazla miktarda kolesterol varsa bu kan damarlarında birikir ve kan damarlarının sertleşmesine, daralmasına (arteriyoskleroz) yol açar. Arteriyosklerozda damar duvarında biriken tek madde kolesterol değildir; akyuvarlar, kan pıhtısı, kalsiyum... gibi maddeler de birikir. Toplumda arteriyoskleroz için damar sertliği, damar kireçlenmesi gibi ifadeler de kullanılmaktadır.Damarlar tüm vücutta yaygın olarak bulunur ve kalp, beyin, böbrek... gibi organlara kan taşıyarak bu organların görev yapmasını sağlar. Kolesterol hangi organın damarında birikirse o organa ait hastalıklar ortaya çıkar. Örneğin; kalbi besleyen atardamarlarda (koroner arterler) kolesterol birikimi olursa göğüs ağrısı, kalp krizi gibi sorunlar oluşur. Böbrek damarlarında kolesterol birikimi yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.
İyi kolesterol-Kötü kolesterol
Kolesterol, yağımsı bir maddedir. Normal koşullarda, yağ suyun içinde çözünmez. Kolesterol de su özelliklerini taşıyan kanda normal koşullarda çözünmez. Kolesterol, kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde bir protein ile birleştirilir (paket edilir). Bu kolesterol ile protein birleşimine lipoprotein adı verilir. Değişik tipte lipoproteinler vardır:1.LDL (low density lipoprotein, düşük yoğunluklu lipoprotein): Kötü huylu kolesteroldür.2.HDL (high density lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein): İyi huylu kolesteroldür.HDL ve LDL kolesterolden başka lipoproteinler de vardır.
Yağ metabolizması bozukluğu olan hastaların yaptırdığı diğer bir kan incelemesi de trigliserid ölçümüdür. Trigliserid de kolesterol gibi kanda çözünen bir yağdır. Kan trigliserid düzeyi ile arteriyoskleroz arasındaki ilişki kolesterol kadar belirgin değildir.
Yüksek kolesterol nedir?
Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması hasta için risk taşır. HDL-kolesterolün düşük olması da bir risktir.
20 yaşın üzerinde Kan kolesterol düzeyi
200 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir.
200-239 mg/dl arası sınırda yüksek’tir.
240 mg/dl'nin üstü ise yüksektir.
Kan LDL-kolesterol düzeyi
130 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir.
130-159 mg/dl arası sınırda yüksek’tir. Kan HDL-kolesterol düzeyi
35 mg/dl'nin altı düşüktür.
Kanda Kolesterol >200 mg/dl
veya LDL-kolesterol>130 mg/dl
veya HDL-kolesterol <35 mg/dl İSE >RİSK FAZLADIR
HDL-kolesterol yükseldikçe risk azalır. Ortalama HDL-kolesterol düzeyi kadında 55 mg/dl ve erkekte 45 mg/dl’dir yani kadınlar bu yönden daha şanslıdır.
Kan trigliserid ölçümüne göre sınıflandırma
< 200 mg/dl ----> Normal
200-400 mg/dl ----> Sınırda yüksek
400-1000 mg/dl ----> Yüksek
> 1000 mg/dl ----> Çok yüksek
Kanda kolesterolün yüksek olması bir yağ metabolizması bozukluğudur. Yağ metabolizması bozukluğundan şüphe edilen bir hastada yapılması gereken kan alınarak öncelikle kolesterol, LDL-kolesterol, HDL kolesterol ve trigliserid düzeyi ölçülmesidir. Tedaviye karar vermeden önce bu değerler en az 2 kere ölçülmelidir.Tedavi düzenlenirken öncelikle LDL-kolesterol düzeyleri temel alınmalıdır.
Kolesterol niye yükselir?
Kanda kolesterol düzeyini etkileyen çok sayıda faktör vardır. Bu faktörlerin bazıları önlenebilir niteliktedir. Bunlardan bazıları:
1.Kalıtımsal Faktörler
2.Gıdalar
3.Şişmanlık
4.Stres
gibi faktörler kolesterolü ve kötü huylu kolesterolü yükseltir.Düzenli egzersiz iyi huylu kolesterolü yükseltir ve kötü huylu kolesterolü azaltır.60-65 yaşa kadar yaşla birlikte kolesterol düzeyi artar. Kadınlarda menopozdan sonra kolesterol düzeyi artar.
Kolesterol yükselmesine yol açan hastalıklar
Bazı hastalıklarda kolesterol düzeyi yükselir. Bu hastalıkları ikiye ayırarak incelemek mümkündür:
1.Kalıtsal yağ metabolizması hastalıkları
A.Hipotiroidi: Tiroid bezinin yetersiz çalışması.
B.Karaciğer hastalıkları
C.Nefrit: Böbreğin mikrobik olmayan iltihabi hastalıkları
D.Şeker hastalığı
E.Şişmanlık
F.Bazı ilaçlar
2.Diğer hastalıklar
Kolesterolün önemi nedir?
Kalp ve damar hastalıkları Türkiye'de ve diğer ülkelerde ölüm ve kalıcı sakatlıklara yol açan yaygın sorunlardır. Türkiye’de 6 milyon kişide kan kolesterol düzeyi sınırda yüksek (200-239 mg/dl) ve 2 milyon kişide yüksektir (240 mg/dl). Gelişmiş ülkelerde ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıkları ilk sıradadır ve yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, şişmanlık gibi sorunların düzeltilmesi ile bu ölümler önlenebilir veya geciktirilebilir. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü kalp ve damar hastalıklarını 1 numaralı insanlık düşmanı ilan etmiştir.Kalp ve damar hastalıklarını kolaylaştıran faktörlere kardiyovasküler risk faktörleri adı verilir. Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması hasta için risktir ve kolesterol yüksekliği bir kardiyovasküler risk faktörüdür. HDL-kolesterolün düşük olması da bir risktir. Bu riske sahip hastalarda kalp krizi, felç, damar tıkanması, böbrek yetmezliği gibi hastalıkların ortaya çıkma olasılığı daha fazladır.
Kardiyovasküler Risk Faktörleri
Kolesterolü yüksek hastalarda, kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi ve mümkünse değiştirilmesi, tedavinin temel noktalarından birisidir. Kolesterolü yüksek hastalarda, kolesterol yüksekliği dışındaki kardiyovasküler risk faktörlerine de sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörlerinin düzeltilmesi ile kardiyovasküler kalıcı hasar ve ölüm riski kesin olarak azaltılır. Aşağıda kardiyovasküler risk faktörleri özetlenmiştir:
Hipertansiyon
Lipid (yağ) metabolizması bozukluğu, Kolesterol yüksekliği
Sigara Diyabetes mellitus (şeker hastalığı)
Şişmanlık
Fiziksel aktivite azlığı ve sedanter yaşam
Yüksek hematokrit (kanda çok fazla hücre bulunması)
Artmış trombojenik faktörler (kanı pıhtılaştıran faktörler )
İleri yaş
Erkek cinsiyet
Aile öyküsü
Tip A kişilik yapısı (mükemmeliyetçi, obsesif hırslı ve gergin kişilik)
Östrojen eksikliği
Alkol yoksunluğu (alkol bağımlılığı)
Fibrinojen yüksekliği
Ürik asit yüksekliği
Lipoprotein (a)
Belirgin beyin, kalp, böbrek veya damar hastalığı
Hipertansiyon, her yaş, cins, ırk için önemli bir kardiyovasküler risk faktörüdür ve hem büyük hem küçük tansiyonun yükseldikçe kardiyovasküler risk artmaktadır. Hipertansiyon tedavisi ile kardiyovasküler risk azalmaktadır.
Lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, majör ve düzeltilebilir kardiyovasküler risk faktörlerinden birisidir. Yapılan tüm büyük çalışmalarda serum kolesterol düzeyi ile kardiyovasküler risk arasındaki ilişki gösterilmiştir. HDL-kolesterolün düşüklüğü de bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Diyetin kolesterol içeriği ile kardiyovasküler risk arasında da doğrudan ilişki vardır.
Şişmanlık ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Ancak şişman hastalarda, hipertansiyon, fiziksel aktivite azlığı, diyabetes mellitus (şeker hastalığı) ve lipid metabolizması gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerine da daha sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörler, şişmanlığın bağımsız etkisini maskeleyebilir.
Günümüzde şişmanlık tanım ve sınıflandırmasında beden kitle indeksi kullanılmaktadır.Beden kitle indeksi=Beden ağırlığı(kg)/Boy(m)2 formülü ile hesaplanır.Örneğin vücut ağırlığı 85 kg, boyu 1.74 m olan bir insanda;Beden kitle indeksi=85/1.74x1.74=28’dir.Beden kitle indeksine göre kilo durumu aşağıda özetlenmiştir.<18.5 Zayıf18.5-24.9 Normal (sağlıklı)25-29.9 Fazla kilolu (gürbüz)30-39.9 Şişman>40 Tehlikeli şişmanYukarıdaki örnekteki kişi gürbüzdür.
Beden kitle indeksinizi hesaplayınız.
Yetersiz egzersiz kardiyovasküler riski arttırır. Öte yandan sedanter yaşam, kan şekeri, kolesterol ve kan basıncı kontrolunu zorlaştırır. Düzenli egzersiz yapanlarda, koroner arter hastalığı riski de azalır.
Diyabetes mellitus (şeker hastalığı) iyi bilinen bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Ayrıca diyabetik hastalarda lipid (yağ) metabolizmasi bozuklukları, hipertansiyon, şişmanlık gibi diğer kardiyovasküler risk faktörleri de sıktır.
Sigara, koroner arter hastalığı sıklığını arttırdığı gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin etkisini de arttırır. Sigara içimi, Türkiye'deki en önemli sağlık problemlerinden birisidir ve ne yazık ki kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Sigaranın bırakılması ile koroner arter hastalığı riski azalır ve bu azalma 12 ay sonra en belirgin hale gelir.
Tip A kişiliğine sahip kişiler, mükemmeliyetçi, obsesif, hırslı ve gergin bir özellik sergilerler.
Yüksek kolesterolün vücuda verdiği zararlar
Kanda aşırı miktarda bulunan kolesterol yavaş yavaş (yıllar içinde) damar duvarında birikir. Bu birikim sonucu o damarda daralma, tıkanma ortaya çıkar. Bu durum bir su borusunda pisliklerin birikmesine benzetilebilir. Kolesterol hangi damarda birikmişse o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar.Kolesterol yüksekliğinde belirti ve bulgular çoğu zaman ani kolesterol yükselmesine bağlı değildir, uzun süreli kolesterol yüksekliğinin damar duvarında kolesterol birikmesine yol açmasının sonucudur. Yani kolesterolünüz şu andaki değerinin 2-3 katına yükselse ve 3-4 saat yüksek kalsa size bir zararı olmaz. Asıl sorun sizde daha önce uzun süreli kolesterol yüksekliği olmasıdır.Kalbi besleyen damarlarda (koroner arter) kolesterol birikimi bu damarlarda tıkanma ve daralmanın sonucu göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi sorunlara neden olur. Bunların sonucu hasta koroner by pass ameliyatı (cerrahi olarak darlığın ortadan kaldırılması) veya anjiyoplasti (balonla daralmış koroner arterin genişletilmesi) işlemine ihtiyaç duyabilir.Beyini besleyen boyun damarlarında kolesterol birikimi olması felçlere, konuşma bozukluklarına, dengesiz yürümeye, bilinç kaybına yol açar.Böbrek damarlarında kolesterol birikimi yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.Ana atardamarda (aort) kolesterol birikimi de tehlikelidir. Buradan kopan kolesterol birikintileri daha küçük damarları tıkayarak çok değişik sorunlara yol açabilirler: Bağırsağı besleyen damarları tıkayarak bağırsak ölümüne, göz damarlarını tıkayarak körlüğe, bacak damarlarını tıkayarak gangrene... yol açabilirler.
Kolesterol yüksekliğine bağlı sorunlar ortaya çıktığı zaman hasta geç kalmış olabilir; bu nedenle kolesterol yüksekliğini önlemek, yükselmişse düşürmek çok önemlidir.
Kolesterol-yüksek tansiyon ilişkisi
Kolesterol ve yüksek tansiyon arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Yani kolesterol yüksekliği yüksek tansiyona, yüksek tansiyon kolesterol yüksekliğine yol açmaz. Ancak ikisinin hedefi ve zarar verdiği organ aynıdır: Kan damarları. Yüksek tansiyon kan damarındaki basıncı yükselterek aşınma, yırtılmalara neden olur. Bu durum su borusu içindeki basıncın artmasına bağlı sorunlara benzetilebilir. Yüksek kolesterol de damar duvarında kolesterol birikimine yol açarak damarlarda daralma, tıkanmalara yol açar. Yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliği kan damarına diğerinin verdiği zararın şiddetini arttırır ve ortaya çıkmasını çabuklaştırır. Bu nedenle hem kolesterol yüksekliği hem de yüksek tansiyon tedavi edilmelidir.
Bayramlaşırken gribe dikkat edin
Doktorlar, nezle ve grip olan kişilerin bayramda kesinlikle hiç kimseyle öpüşmemesi uyarısında bulundu.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Recep Akdur, nezle ve grip olan kişilerin bayramda kesinlikle hiç kimseyle tokalaşıp öpüşmemesi uyarısında bulundu. Akdur, yaptığı açıklamada, nezle ve grip virüslerinin hasta kişilerin öksürük ve hapşırıklarıyla ellerine, oradan da diğer insanlara bulaştığını, bu nedenle bu hastalıkların en önemli bulaşma yolunun eller olduğunu söyledi.
Bayramda akraba ve dost ziyaretlerine gidildiğinde bol bol tokalaşılıp öpüşüldüğünü kaydeden Akdur, böylece hasta olanların çevresindekilere nezle ve grip virüsü bulaştırdıklarına dikkati çekti. Nezle ve grip olan kişilerin bayramda kesinlikle hiç kimseyle tokalaşıp öpüşmemesi gerektiğini bildiren Akdur, ''Aksi takdirde sevdiklerine bayram hediyesi olarak nezle ve grip vermiş olurlar'' diye konuştu.
Nezle ve gribi başkalarına bulaştırmak istemeyenlerin öksürürken ve hapşırırken kirlenen ellerini sık sık yıkamaları gerektiğini anlatan Akdur, ''Aslında sevdiklerimize grip ve nezle hediye etmemenin en kesin yolu, hasta olanların bayram ziyaretlerine giderken bez maske takmasıdır'' dedi
Etten vazgeçemiyorsanız sofraya salata da ekleyin
Bayram boyunca düzenlenen aile yemeklerinde tüketilen tatlılar, hamur işleri, kızartmalar ve etler bayram sonrasında ciddi sağlık sorunları yaratabiliyor. Özellikle ailesinde kalp, şeker ve mide hastalığı bulunan kişilerin, bayramda daha dikkatli olmalarını isteyen Amerikan Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölüm Şefi Ayşe Korkmaz uyarıyor: "Kurban eti, ve tatlı tüketimi, yağ ve kolesterolde ani yükselmelere neden olabilir." İşte Aşye Korkmaz'dan bayramda nasıl beslenilmesi gerektiğine ilişkin önemli açıklamalar...
* Bayramda et tüketiminde nelere dikkat edilmeli?
Pişirme sırasında etin yağsız kısımlarını tercih edin ve yöntem olarak ızgara veya haşlamayı kullanın. Et kavrularak veya kızartılarak pişirilmemeli ve pişirme sırasında kuyruk yağı, tereyağı gibi doymuş yağa sahip katı yağlar kullanılmamalı. İçerisindeki doymuş yağ oranı yüksek olan kırmızı etin yanında, dengeyi sağlamak için az zeytinyağı konulmuş salata tüketilmeli.
KAVURMA YAĞSIZ OLSUN
* Kavurma nasıl yapılmalı?
Kavurmanın içine tereyağı ve kuyruk yağı konulmadan, kendi suyu ile kısık ateşte pişirilmeli. Etin içeriğinde bulunan yağ, yemeğin lezzeti için yeterli olduğundan ayrıca yağ eklemeye gerek yoktur.
* Etin mangalda yapılması halinde nelere dikkat edilmeli?
Mangal sırasında etlerin kömürleşmemesine özen gösterilmelidir. Dışı pişen içi çiğ kalan etler kesinlikle tüketilmemeli. Çiğ köfte tüketiminden de kaçınılmalı.
BEKLETMEDEN TÜKETME!
* Etler yanlış pişirilirse ya da yanlış yöntemlerle saklanırsa, ne tür sorunlarla karşılaşılabilir?
Yanlış uygulanan pişirme ve saklama yöntemleri sonucunda etlerde protein, vitamin ve mineral kayıpları oluşur. Etler sindirimi zor olan besinlerdir. Yeni kesilmiş hayvanların etlerindeki sertlik hem pişirmede, hem de sindirimde zorluk yaratabilir. Bu nedenle taze kesilen etler hemen tüketilmemelidir. Buzdolabında 1-2 gün bekletilmiş etin, haşlama veya ızgarada pişirme yöntemiyle pişirilerek tüketilmesnde yarar vardır.
* Et saklanırken, başka nelere dikkat edilmelidir?
Kurban etleri, küçük parçalar halinde kesilmeli ve buzdolabının buzluk kısmında veya derin dondurucuda saklanmalıdır. Etler -2 derecelik buzlukta birkaç hafta bekletilebilir. -18 derecelik derin dondurucuda ise 3 ay boyunca saklanabilir.
Izgara yerine haşla
Yağda ve kömürde pişen etin faydası yok aksine zararı var.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Sağlık Yüksekokulu Öğretim Üyesi Prof.Dr. Günhan Erdem, yağda ve kömürde pişen etin hem besin değerinin olumsuz etkilendiğini hem de vücuda zararlı metabolik maddelerin oluştuğunu söyledi.
Prof.Dr. Erdem, eti doğru tüketme yolunun kavurma ve haşlama şeklinde pişirmeyle mümkün olduğunu belirterek, "yağ koymadan kavurma ve haşlama yoluyla pişen eti tüketmek çok sağlıklı" dedi.
Etin yağda ve kömürde kızartılmasının insan sağlığını olumsuz etkilendiğine dikkati çeken Prof.Dr. Erdem, şöyle konuştu:
"Yüksek ısıdaki yağda kızartmak ve kömür ateşinde pişirmek etin besin değerini olumsuz etkiliyor. Aynı zamanda bu şekilde pişen ette vücudazararlı bazı ikincil metabolik maddeler oluşuyor. Bu nedenle mangalda etpişirmek iyi bir yöntem değil. Çünkü kömür ateşi eti pişirirken bazı kanserojen maddelerin oluşmasına neden olabiliyor."
Diyabet hastalarına uyarı
Gazi Devlet Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. İnci Etikan, "diyabet hastaları Kurban Bayramı'nda aşırı et tüketiminden kaçınmalıdır" dedi.
Etikan, diyabetli hastaların Kurban Bayramı'nda kendilerini frenlemeleri gerektiğini söyledi.
Diyabetli hastaların beslenme konusunda diğer kişilere göre daha titiz davranması gerektiğini belirten Etikan şunları söyledi:
"Diyabet hastaları Kurban Bayramı'nda aşırı et tüketiminden kaçınmalıdır. Kurban Bayramı'nda aile yemeklerinin sık olması nedeniyle hem yemek miktarı hem de kırmızı et ve tatlı tüketimi artmaktadır.
Kalp, hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi kronik hastalıklar ile mide rahatsızlığı olan kişiler, bayram boyunca yemek tüketimi konusunda daha hassas davranmalıdır.
Aşırı miktarda et ve hamurlu tatlı tüketimi, kandaki yağ ve kolesterol düzeyini yükseltebilir. Bu nedenle diyabetli hastalar yediklerine bayram boyunca özellikle dikkat etmelidir. Çünkü aşırı miktarda et ve hamurlu tatlı tüketimi, kandaki yağ ve kolesterol düzeyini yükseltir."
Etikan, bayram nedeniyle artan et tüketiminde etlerin pişirilmesine de dikkat edilmesi gerektiğini belirterek, özellikle diyabetli hastaların kuyruk yağı, tereyağı gibi doymuş yağ içeriği yüksek olan katı yağları kullanmaması gerektiğini ifade etti.
Sağlık için bayram ziyaretlerinizi yürüyerek yapın...
Kurban Bayramı'nda et tüketiminin önemli oranda arttığı, bu durumun kalp-damar hastalıkları riskini yükselttiği ve özellikle damar sertliği bulunan kişilerde ciddi sorunlara yol açtığı unutulmamalı...
Aşırı et tüketimi ile birlikte vücuttaki yağ oranının bir anda yüksek seviyelere çıkması, beraberinde kalp-damar hastalıkları ile ilgili sorunları gündeme getiriyor. Kurban Bayramı, özellikle damar sertliği bulunan kişiler için en riskli geçiş dönemi olarak biliniyor.
Atatürk Üniversitesi (A.Ü) Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Endokrinoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlyas Çapoğlu, Kurban Bayramı'nda aşırı et tüketiminin insan sağlığı üzerindeki etkisini anlattı.
Çapoğlu, bayramda et tüketiminin çok fazla olduğunu belirterek, vücuttaki yağ oranında önemli oranda yükselme kaydedildiğini söyledi.
Bunun, özellikle damar sertliği ile ilgili hastalığı bulunan kişiler için çok büyük bir risk olduğunu vurgulayan Çapoğlu, ''Et yenildikten sonra kana geçtiğinde yağ seviyesi yükseliyor. Bu, belli bir süre kanda dolaşıyor. Özellikle damarlarında daralma olan kişilerde bu durum daha etkili oluyor. Kandaki yağlar söz konusu damarı ya patlatıyor, ya da daha fazla daralmasına neden oluyor'' dedi.
''EN RİSKLİ DÖNEM...''
Çapoğlu, özellikle damar sertliği, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlığı bulunan kişilerde, vücuttaki yağ oranın yükselmesinin, beyin kanaması, kalp krizi gibi sonuçlara yolaçtığını kaydetti.
Bu tür sonuçlara genellikle Kurban Bayramı'nda rastladıklarının altını çizen Çapoğlu, ''Bayramda, hastanenin acil servisine gelen vakaların önemli bir bölümünü bu hastalar oluşturuyor'' dedi.
Söz konusu rahatsızlıkların, kendisini hemen hissettirmeyebileceğine dikkat çeken Çapoğlu, etli yemekleri fazla tüketen ve kendisinde rahatsızlık hisseden, özellikle 40 yaş üzeri kişilerin mutlaka hekime başvurmalarını tavsiye etti.
''ZİYARETLERİNİZİ YÜRÜYEREK YAPIN''
Vücutta yağ oranının artmasının başlıca nedenlerinin birisinin de az enerji sarfedilmesi olduğunu anlatan Çapoğlu, özellikle yağlı besinlerin tüketiminin ardından mutlaka yeteri şekilde hareket edilmesi gerektiğini söyledi.
Kurban Bayramı geleneklerinin içinde, ev ziyaretlerinde ısrarlı şekilde et ikramının da bulunduğunu kaydeden Çapoğlu, ziyaretlerde bulunan kişilerin de nezaketen, kendilerini, ikram edilen eti yemek zorunda hissettiklerini ifade etti.
''Bir çok insan bayram boyunca, sabah kahvaltısı da dahil olmak üzere bütün gün et tüketiyor'' diyen Çapoğlu, bu tüketimin, beraberinde getireceği sağlık riskinin enazından azaltılması için yürümek gerektiğini dile getirdi.
Bayram ziyaretlerinin yürüyerek yapılmasını tavsiye eden Çapoğlu, böylece kan dolaşımının artacağını, enerji sarfedileceği ve vücuttaki yağ oranın azalacağını vurguladı.
Çapoğlu, bunun yanında, bayram boyunca, özellikle fazla et tüketenlerin, bol sıvı tüketip, C vitaminine ağırlık vermelerinin yararlı olacağını sözlerine ekledi.
Kurban Bayramı’nda et tüketimine dikkat
İç hastalıkları uzmanları özellikle diyabet hastalarının aşırı et tüketiminden kaçınmaları gerektiğini söylüyor. Kalp, tansiyon ve şeker gibi kronik rahatsızlıkları olanlara da kurban eti önerilmiyor.
Gazi Devlet Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. inci Etikan, “diyabet hastaları Kurban Bayramı’nda aşırı et tüketiminden kaçınmalıdır”dedi. Etikan, diyabetli hastaların Kurban Bayramı’nda kendilerini frenlemeleri gerektiğini söyledi.
KANDAKİ KOLESTEROL SEVİYESİ ARTAR
Diyabetli hastaların beslenme konusunda diğer kişilere göre daha titiz davranması gerektiğini belirten Etikan şunları söyledi: “Diyabet hastaları Kurban Bayramı’nda aşırı et tüketiminden kaçınmalıdır. Kurban Bayramı’nda aile yemeklerinin sık olması nedeniyle hem yemek miktarı hem de kırmızı et ve tatlı tüketimi artmaktadır. Kalp, hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi kronik hastalıklar ile mide rahatsızlığı olan kişiler, bayram boyunca yemek tüketimi konusunda daha hassas davranmalıdır. Aşırı miktarda et ve hamurlu tatlı tüketimi, kandaki yağ ve kolesterol düzeyini yükseltebilir. Bu nedenle diyabetli hastalar yediklerine bayram boyunca özellikle dikkat etmelidir. Çünkü aşırı miktarda et ve hamurlu tatlı tüketimi, kandaki yağ ve kolesterol düzeyini yükseltir.”
Etikan, bayram nedeniyle artan et tüketiminde etlerin pişirilmesine de dikkat edilmesi gerektiğini belirterek, özellikle diyabetli hastaların uyruk yağı, tereyağı gibi doymuş yağ içeriği yüksek olan katı yağları kullanmaması gerektiğini ifade etti.
Kurban bayramı ve sağlık
Her yıl yaklaşık 500-600 bin büyükbaş ile 1.5-2 milyon küçükbaş hayvanın kesildiği Kurban Bayramında, insanların ve hayvanların özellikle bulaşıcı hastalıklara karşı korunması, kurbanın hijyenik şartlara uygun kesilmesi için çok sayıda önlem almak gerekiyor.
AB Veteriner Hekim Platformu ve Toplum Sağlığı Araştırma Geliştirme Merkezi kurban bayramı ile ilişkili olabilecek sağlık sorunlarıyla ilgili uyarılarda bulundu.
Dikkat edilmesi gereken hususlar şu şekilde sıralandı;
Hayvan satın alırken
Nakilden satışa kadar geçen dönemde hayvanların atık ve artıklarının uygun biçimde ortadan kaldırılmaması çevre kirliliğine ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasına zemin hazırlayabilir.
Kurbanlık hayvanların veteriner sağlık raporu / menşe şahadetnamesi ve büyükbaş hayvanların kulak küpesinin olmasına dikkat edilmelidir.
Kurban kesimleri öncelikle ruhsatlı mezbaha ve kombinalarda veya Kurban Hizmetleri Komisyonları tarafından belirlenen geçici kesim yerlerinde veteriner hekim kontrolünde yapılmalıdır.
Hayvan kesimi sırasında
Kesim sırasında iç organlarda hastalık belirtisi olabilecek herhangi bir şüphe durumunda mutlaka Veteriner hekime danışılmalıdır.
Kesim yapan kişiden ete hastalık bulaşabilir. Kesim yapan kişilerin portör muayenelerinin yapılmış olması ve temizlik kurallarına uyması gerekir.
Etten kesim yapan kişiye hastalık bulaşabilir. Kesim yapan kişi karkastan kendisine bulaşabilecek şarbon, bruselloz gibi hastalıklara karşı gerekli tedbirleri (eldiven, çizme giyme, kesik-yaralı el veya parmaklarla etle temas etmemek gibi) almalıdır.
Et ve sakatatın işlenmesi sırasında
Et, sindirimi zor bir besindir. Yeni kesilmiş hayvanların etlerindeki sertlik, hem pişirmede hem de sindirimde zorluğa yol açar. Bu nedenle özellikle mide-bağırsak hastalığı olan kişiler kurban etlerini hemen tüketmemeli, etler buzdolabında birkaç gün beklettikten sonra yenilmelidir.
Bayramlarda psikolojik olarak daha fazla yemek yenmesi hissi vardır, ağır ve aşırı yemek yenmesi halinde sindirim zorlukları, gaz sıkıntısı, hazımsızlık, mide bulantısı ve ani tansiyon yükselmesi gibi rahatsızlıklar görülebilir. Özellikle sindirim sistemi, kalp damar ve endokrin rahatsızlıkları olanların beslenmelerine dikkat etmesi gerekmektedir.
Kesim işleminden sonra kan iyice akıtılmalıdır. Kanı yeterince akıtılmamış hayvanların etleri daha kanlı bir görünümde olur. Bu tür et, kanın mikroorganizmalar için iyi bir üreme ortamı olması nedeniyle çabuk bozulur.
Kurban etleri, büyük parçalar şeklinde değil, birer yemeklik olacak şekilde küçük parçalara ayrılarak buzdolabı poşetine veya yağlı kâğıda sarılmalı ve buzdolabının buzluk kısmında veya derin dondurucuda saklanmalı. Bu şekilde hazırlanan etler, buzlukta -2 derecede birkaç hafta, derin dondurucuda -18 derecede ise daha uzun süreyle saklanabilir.
Çözdürülen et, hemen pişirilmeli ve tekrar dondurulmamalıdır. Çözdürme, oda ısısında açıkta bırakılarak değil, buzdolabının alt bölmesinde bekletilerek yapılmalıdır.
Etlerin pişirilmesinde haşlama ve ızgara gibi yöntemler tercih edilmeli, kızartmalardan kaçınılmalıdır. Eti çok yüksek ısıda, uzun süre pişirme ve kızartma yöntemi kanser yapıcı maddelerin oluşumuna yol açabileceği için sağlığa zararlıdır. Etler ızgarada pişirilirken, etle ateş arasındaki uzaklık eti yakmayacak ve 'kömürleşme' olmayacak şekilde (en az 15 cm) ayarlanmalıdır.
Kırmızı etteki doymuş yağ oranının yüksek olması kalp-damar sağlığını tehdit edebilir. Yağlı etlerin doymuş yağ ve kolesterol içeriği daha yüksek olduğu için, kalp-damar hastalığı, diyabet ve yüksek tansiyonu olan kişiler, Kurban Bayramı'nda yağsız veya az yağlı etleri tercih etmeli ve diğer sebze yemekleriyle birlikte dengeli olarak tüketmelidir.
Etle yapılan yemekler kendi yağıyla pişirilmeli ve ilave yağ konmamalıdır. Kurban etleri ve elde edilen iç yağı, kuyruk yağı gibi hayvansal yağların 'ziyan olmasın' düşüncesiyle aşırı tüketiminden kaçınılmalıdır.
Atık ve artıkların ortamdan kaldırılması sırasında
Kesimi takiben ortaya çıkan kan, mide ve barsak içeriği ile hastalıklı et ve sakatatın köpek vb. hayvanların erişebileceği yerlerde bırakılması, akarsulara atılması ya da karıştırılması hem çevre açısından hem de bulaşıcı hastalıklar açısından tehlikelidir.
Belediyelerin büyük çoğunluğu çöpleri açık alanda işlenmeden depolama şeklinde bertaraf etmektedir. Bu durum kurban atıklarının uygunsuz durumda ortamdan uzaklaşmasını beraberinde getirmektedir.
Belediye çöplüklerine biriktirilen çöpler vahşi hayvanların ve sokak hayvanlarının temasından kurtarılamadığından, bu atıklardaki olası hastalıklar sokak hayvanları vasıtasıyla tekrar insanlara ve diğer hayvanlara bulaşması için bir risk olmaktadır.
Bu nedenle kesim sonrası oluşan atık ve artıklar belediyelerce veya şahıslarca açılmış derin çukurlara gömülüp üzeri sönmemiş kireçle örtülerek kapatılmalı yada özel imha fırınlarında yakılmalıdır.
Hayvan pazarları, kesim yerleri ve atık imha alanlarında ilgili kuruluşlar tarafından düzenli olarak dezenfeksiyon işlemleri yapılmalıdır.
Kurbanlık hayvanlardan bulaşabilecek hastalıklar
Zoonozlar, hayvanlardan insanlara bulaşan ve halk sağlığı yönünden çok büyük önem taşıyan bakteri, virüs, parazit ve mantarların yol açtığı hastalıklardır.
Kurban bayramı ile ilişkili olabilecek bazı zoonoz hastalıklar şunlard: Tüberküloz (verem), Bruselloz (Malta Humması), Şarbon, Toksoplazmoz, Tenyazis, Kist Hidatid.
İnsanlara hasta hayvanlardan elde edilen besinlerle veya doğrudan temasla geçebilen bu hastalıkların görülme sıklığı kurban bayramlarında yaklaşık %30 oranında artıyor.
Zoonozların azaltılması veya önlenmesi için öncelikle hastalıkların hayvanlarda kontrol altına alınması gerekir. Kasaplık hayvanların asgari teknik ve sağlık şartlarına sahip kesim yerlerinde veteriner hekim kontrolünde kesilmesi ve tüketiciye sağlıklı bir şekilde ulaştırılması da şarttır.
Antibiyotik kullanımı için uyarılar
Havaların soğumasıyla sık görülen alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarında antibiyotik tedavisinin hastalığın türüne göre uygulanması ve gereksiz kullanımlardan kaçınılması gerektiği belirtildi.
Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Sosyal Pediatri Ünitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elif Özmert, alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan mikropların birbirinden farklı olduğu için antibiyotik kullanımına dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Üst solunum yolu enfeksiyonlarının genellikle burun akıntısı, öksürük ve ateş şeklinde görüldüğünü belirten Özmert, hırıltı, hızlı nefes alıp verme ve göğüste çekilmenin olması durumunda ise alt solunum yolu enfeksiyonlarının söz konusu olabileceği için antibiyotik kullanımının da buna göre belirlenmesi gerektiğini anlattı.
Özmert, alt solunum yolu enfeksiyonu olan zatürrenin, antibiyotik ile tedavi edilmesinin uygun olduğunu belirterek, "Zatürre tanısı konulmadan kullanılan antibiyotikler, çocuğun hastalığa yakalanmasını engellemez. Aksine, tedavi için daha kuvvetli bir antibiyotiğin kullanılmasına neden olur" uyarısında bulundu.
Alt solunum yolu enfeksiyonlarından bronşiyolitte antibiyotiğin kullanılabileceğini ifade eden Özmert, havaların soğuması ve kapalı mekanlarda daha fazla zaman geçirilmesine bağlı olarak son aylarda sıkça karşılaşılan üst solunum yolu enfeksiyonlarından nezle ve grip tedavisinde ise antibiyotiğin kullanılmasının uygun olmadığını kaydetti.
Çocuklarda nezle, grip gibi hastalıklara bağlı ateş görülmesi halinde ateş düşürücü şurupların, burun tıkanıklığında serum fizyolojiklerin kullanılmasının ve bol sıvı gıda alınmasının yeterli olduğunu anlatan Özmert, "Nezle ve gribin bulgularına azaltmaya yarayan fakat tedavi edici değeri olmayan nezle-grip ilaçlarının da kullanılmaması gerekir. Bu ilaçlar, çocuklara yarar sağlamadığı gibi pek çok olumsuz yan etkiye de neden olabilmektedir" uyarısında bulundu.
Prof. Dr. Elif Özmert, çocuklarda sık görülen orta kulak iltihabının antibiyotiklerle tedavi edilmesi gerektiğini belirterek, "Bademcik iltihabı yapan ve halk arasında beta olarak bilinen mikrop da antibiyotik ile tedavi edilmeli" dedi.
Mikropların Direnç Kazanmalarını Sağlar
Uygunsuz antibiyotik kullanımının mikropların ilaca direnç kazanmalarına neden olacağına işaret eden Özmert, gereksiz yere antibiyotik kullanımından kaçınılması gerektiği uyarısında bulunarak, "Bu nedenle, doktor önermediği sürece asla gereksiz yere antibiyotik kullanılmamalı" diye konuştu.
Üst solunum yolu enfeksiyonlarında uygun olmayan ilaç tedavisi yapıldığını belirten Özmert, "Uygunsuz antibiyotikler hem boğazımızda bulunan diğer bakterilerin hem de dışarda bulunan bakterilerin o ilaçlara direnç kazanmalarını sağlar. Daha sonra gerçekten zatürre olunduğunda ve antibiyotik kullanıldığında da fayda sağlamaz" dedi.
Özmert, antibiyotik kullanımında ishal, döküntü gibi yan etkilerin de görülebileceğini, gereksiz antibiyotik kullanımının hem bireysel hem de ülke ekonomisine maddi zarar vereceğini söyledi.
Gözlerinize Dikkat!
Yaklaşık 20-25 yıl önce bilgisayarların gelişimi iş yerlerinde bir devrim yarattı. Daha önce ofis işleri daktilo, dosyalama, okuma ve yazma gibi aktiviteler içeriyordu. Bu aktivitelerin her biri kısmen farklı vücut ve bakış pozisyonu gerektirir, bu da aktiviteler arası doğal bir ara verme yaratırdı. Bilgisayarlar bu işlemlerin hepsini bir araya topladı, bunları ekran karşısından kıpırdamadan yapılır hale getirerek kalite, üretim ve etkinliği artırdı. İş dışında da internet, vb amaçlı bilgisayar kullanımımız arttı. Bunun sonucunda 21. yüzyıl bir salgınla karşı karşıya kaldı: "Bilgisayara bakma sendromu". Bilgisayar kullanıcıları olarak bu sendromun bir veya birkaç bulgusundan pek çoğumuz şikayetçiyizdir: Gözlerde ağrı, yorgunluk, rahatsızlık, kızarıklık, bulanık görme, çift görme. Bu sendromun gözlerle ilgili olmayan diğer belirtileri ise baş-boyun-omuz ve sırt ağrıları!
Bilgisayara bakma sendromunun en önemli nedeni göz kurumasıdır:
Bilgisayarla çalışma sonrasında gözlerde kuruluk ve buna bağlı yanma ile ağırlık hissi olur. Bilgisayar kullanıcısında, göz yüzeyindeki kuruluğu telafi etmek üzere refleks bir göz yaşarması da meydana gelebilir. Göz yüzeyinde kuru noktalar oluşmasının temel sebebi ekran karşısında göz kırpma hızımızın düşmesidir. Bunun yanı sıra şu risk faktörleri de ekran karşısında gözlerimizin kurumasında rol oynar:
• Ofis ortamı: Klimalar, kağıt tozu, lazer ve fotokopi tonerleri; ortamda kuruluk ve gözün korneasını (en öndeki saydam tabaka) rahatsız eden kimyasal dengesizlik yaratır.
• Göz yüzeyindeki buharlaşma alanının artması: Kâğıttan bir yazı okurken genellikle aşağı doğru bakarız. Göz kapaklarımız, göz yüzeyinin önemli bir bölümünü kapar ve gözyaşının buharlaşmasını engeller. Ekrandan bir yazı okurken ise genellikle ileri doğru bakarız. Bu da göz kapakları arasındaki aralığı genişletir. Böylece gözyaşı daha geniş bir alandan buharlaşır.
• Cinsiyet: Kadınlarda göz kuruması şikayeti erkeklerden daha fazladır.
• Yaşlanma: Yaşlandıkça gözyaşı üretimimiz azalır.
• Kimi römatolojik hastalıklar
• Kontakt lens kullanımı: Lens, kurudukça, göz kırpma sırasında üst göz kapağına yapışır ve rahatsız edici bir sürtünme hissi yaratır.
• Kirpik diplerinde "blefarit" ismini verdiğimiz kepeklenme, kızarma.
• Göz kapaklarının iç kısmına makyaj malzemesi sürülmesi.
Peki ya ekranın görüntü kalitesi, ışıklandırma ve yansımanın gözlerimiz üzerindeki olumsuz etkileri neler?
Bilgisayarın ekrandaki görüntüleri ne kadar iyi gösterdiği 3 şeye bağlıdır: Tazelenme ("refresh"), çözünürlük ve nokta yüksekliği ("dot pitch"). İdeal tazelenme hızı 70 Hz ve üstüdür. Çözünürlük ne kadar yüksekse o kadar iyidir. Nokta yüksekliğinin 0.28 mm veya altında olması tercih edilir.
Kullanma klavuzlarını ihmal etmeyin!
Windows’da tazelenme hızı ve çözünürlüğü, Ekran Özellikleri’nde "ayarlar" kısmından değiştirebilirsiniz. Eğer farklı bir işletim sistemi kullanıyorsanız, yardım menüsüne veya monitörünüzün kullanım kılavuzuna başvurun. Nokta yüksekliği ise sabittir, ayarlanamaz.
Çevre aydınlatması (floresan, pencere, masa lambası, vb) fazla olmamalıdır. Yoksa ekrandaki karakterlerde yansıma ve parlamalar meydana gelir. Etraftaki ışıklandırma düzenlenemezse, parlama önleyici filtreler kullanılmalıdır. Ekran filtreleri görsel algılamayı artırıp, gözleri biraz olsun rahatlatabilirler.
LCD daha az yoruyor
CRT ("cathode ray tube") monitörlerle LCD ("liquid crystal display") monitörler karşılaştırıldığında ise; LCD monitörler göz sağlığı yönünden daha avantajlıdırlar. LCD teknolojisinin gelişimi, gözlerimizin daha az yorulmasını sağlıyor.
Bilgisayara bakma sendromundan daha az etkilenmek için şu kurallara uyun:
1. Çevre aydınlatması fazla olmasın.
2. Ekran sizden 35-40 cm uzak olsun.
3. Saatte en az 2 kez başınızı ekrandan kaldırıp, uzağa doğru bakın.
4. Yılda 1 kez göz muayenesi olun.
5. Suni gözyaşı damlası kullanın (göz doktorunuza sorun).
6. Ofisinizin havasını nemlendirin.
7. Ekran filtresi kullanın.
8. Gözlük kullanıyorsanız, camları antirefle özellikte olsun.
Adet döngüsü sağlığın göstergesi!
Ağrılı âdet görme, âdet düzensizliği ve aşırı kanama kadınların yabancısı olmadıkları sağlık sorunlarıdır. Bu sorunların çoğu genellikle ağır değildir ve geçicidir. Ancak bazı olgularda vücuttaki önemli sorunların işareti de olabilirler. Bu bakımdan, âdet döngüsünün, bir kadının genel sağlık durumu için iyi bir gösterge olduğu söylenebilir. Örneğin, belirli yeme bozuklukları olan kadınlar, âdetten kesilebilirler. Ya da savaş zamanı gibi aşırı stresli durumlarda, pek çok kadın âdet görmez. İnsan bünyesi çok ilginçtir. İnanılmaz koruma mekânizmaları vardır. Vücut böyle zamanların, hamile kalmak için elverişli olmadığını adeta anlar.
Her kadın için anlamı farklı
Adet döngüsünün düzenli olmasının anlamı, her kadın için farklıdır. Örneğin kadının yaşına göre, normal tanımı farklıdır. Öyle ki ilk âdetlerini gören gençlerde seks hormonları kararlı duruma gelene kadar ilk birkaç yılda, âdetin düzensiz olması beklenebilir.
Menopoz öncesi düzensizleşir
Menopoz öncesinde âdet döngüsü düzensizleşebilir, çünkü yumurtalık hormonlarının düzeylerinde dalgalanma başlamıştır. Bu da menopoza girecek kadınların düzensiz âdet görmesine yol açar. Ergenlik ve menopoz öncesi arasında kalan yaşam süresinde ise bir kadının aylık döngüler halinde düzenli adet görmesi beklenir. Ama bu dönemde de hamilelik, çeşitli hastalıklar, ilaçlar, stres ve kistler gibi başka ve çeşitli sorunlar bu döngünün düzenini değiştirebilir.
Prof. Dr. Ergin Bengisu’ya sordum; "Neler dersin bu konuda hocam, mesela âdet kanamasının kaç günde bir olmasını normal kabul etmeliyiz?" dedim. Sınıf arkadaşım ya hem de aynı binadayız, sohbeti de tatlı, aklıma ne gelse sorarım ona jinekoloji konusunda. Aslında sırf jinekoloji değil, tıbbın her konusuyla ilgilenir Ergin Hoca. Boş vakitlerimizde hep yaşam kalitesini yükseltmek için, önleyici tıpta, sağlıklı yaşamda neler yapılması gerektiğini konuşur dururuz. Modern tıp anlayışında biz doktorlar, hastalarımızı sağlık riskleri ile ilgili her konuda, uyarmaktayız artık. Biz dahiliyeciler, duruma göre "Smear testinizi yaptırdınız mı bu yıl" derken, jinekologlar da gerektiğinde, "Aman dikkat kolesterolünüz yüksek, herhalde çok yağlı yiyorsunuz" demekte. Böylelikle hastasına, sağlık risklerinden korunmak konusunda yol göstermekte.
Ergin Hoca, "İki âdet kanamasının arasının 22 ilâ 35 gün arasında olması normal kabul edilir"dedi ve devam etti. Aylık döngüleri arasında (artı/eksi 5 güne kadar) değişkenlik olması mümkündür. Ama bu değişikliğin çok belirgin ve hızlı olması bir sorun olduğunu gösterebilir. Normalde âdet döngüsü 35 gün olan bir kadının aniden 22 günde bir âdet görmeye başlaması, bir uyarı sinyali olabilir. Doğrusu, böyle bir durumda doktorunuza danışmaktır, bu durumun sebebini araştırır ve gelip geçici bir durum mu, yoksa altında başka sebepler mi var o karar verir. Bu tip değişimlerde hanımlar genelde doktora gitmezler, ya "Yaşlanıyorum canım normaldir" derler veya yakın dostlarına danışıp, onların benzer durumlarını kendilerine adepte ederler. Tabii bu bazen ciddi sonuçlar doğurabilecek bir yanlıştır.
Adet günlüğü tutun
Sağlıkla ilgili, ister âdet düzensizliği ister başka bir bulgu olsun, normalin ve alışılagelmişin dışına çıkan, dikkat çekici her durumu vakit kaybetmeden doktorunuzla paylaşmak, size sağlıklı yıllar kazandırır ve olası hastalıkları önlemede, bazen boş yere kıymetli zaman kaybolmamış olur.
Adet döngüsü normal olan bir kadın, âdet görmediğinde, şartlar müsaitse, öncelikle gebelik düşünülmelidir. Adet kanaması genellikle 2 - 8 gün sürer. Bunun dışındaki süreler, doktora gitmek için bir sinyal olmalıdır. Kadınların bir "âdet günlüğü" tutmaları, belirtileri izlemek ve doktorlarına daha ayrıntılı bilgi verebilmek için çok faydalıdır. Duygusal sıkıntı, diyet veya egzersiz, döngüyü etkileyebilir. Bunları da doktora bildirin.
Günlüğe bunları not edin
• Adet ayın kaçında başladı?
• Bir âdetin ilk gününden sonrakinin ilk gününe kadar olan süre kaç gün?
• Adet kanaması kaç gün sürüyor?
• Kanamanın azlığı/çokluğu? Âdetteki en şiddetli günler hangileri?
• Adet kanaması haricinde leke tarzında kanama (spotting) var mı? Varsa ne zaman? Seksten sonra mı?
• Ağrı var mı? Ağrının tarifi, nerede ve ne zaman?
• Diğer semptomlar ne? Baş ağrısı, sırt ağrısı, mide - bağırsak sorunları, halsizlik, bayılma nöbetleri var mı?
• Olağandışı bir akıntı var mı?
• Kullandığınız ilaçlar neler?
Adet kesilmesinin nedenleri
• Emzirme
• Menopoz
• Doğum kontrol hapları ve bazı ilaçlar
• Stres
• Kötü ve yanlış beslenme
• Depresyon
• Aşırı kilo kaybı
• Aşırı egzersiz
• Bazı kronik hastalıklar
• Ani kilo alma veya obezite
• Tiroit hastalıkları ve polikistik over sendromu dahil bazı hormonal problemler