Kızamık hastalığını Türkiye’de yok etme hedefine giderek yaklaşılırken, aşı önemli bir yere sahip. Kızamık hastalığı geçirdikten 5-6 yıl sonra ortaya çıkan SSPE vakaları aşı yapılmayan yerlerde daha fazla.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, ''2010 yılına kadar kızamık hastalığını ülkemizden tamamen yok etme hedefine oldukça yaklaşmış durumdayız'' dedi.
Bakan Akdağ, SSPE'nin bildirimi zorunlu olmayan hastalıklar arasındayken, verdikleri önemden dolayı 2004 yılında bildirimi zorunlu hastalıklar listesine dahil edildiğini anımsattı.
2005 yılından itibaren SSPE'ye ilişkin veri toplanmaya başlandığını belirten Recep Akdağ, kızamık aşısının 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak uygulandığını, 1998'de okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim 1. sınıflarda 2. doz uygulaması başlatıldığını hatırlattı.
SSPE hastalığının kızamık geçirilmesinden ortalama 5-6 yıl sonra ortaya çıktığını ifade eden Akdağ, son 3 yıldır kızamık aşı oranlarının yüzde 95'in üzerinde olduğunu, bu oranın AB ortalamasının da üzerinde bulunduğunu bildirdi. Sağlık Bakanı Akdağ, ''2001 yılında 30 binin üzerinde olan kızamık vaka sayısı, 2006 yılında 34, 2007 yılının ilk 10 ayında ise sadece 3'tür. 2010 yılına kadar kızamık hastalığını ülkemizden tamamen yok etme hedefine oldukça yaklaşmış durumdayız'' dedi.
Bilimsel İnceleme Komisyonunun, eğitim ve araştırma hastaneleri ile üniversite hastanelerinden 1995-2005 döneminde 1131 SSPE hastası tespit ettiğini bildiren Bakan Akdağ, şöyle devam etti:
''2006 yılında bildirimi yapılan SSPE vaka sayısı 115'tir. SSPE hastalığının nispeten daha sık görüldüğü iller, geçmiş yıllarda kızamık aşı oranları düşük olan veya bu illerden göç alan illerdir. Son yıllarda ortaya çıkan SSPE vakaları, aşılama oranlarının ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu geçmiş dönemlerde görülen kızamık vakalarından kaynaklanmaktadır.
Çünkü SSPE hastalığı, kızamık hastalığı geçirdikten 5-6 yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Geçmiş yıllarda aşı oranlarının düşük olduğu ve bundan dolayı kızamık salgınlarının görüldüğü illerde SSPE görülmesi tesadüf değildir. Aşı oranlarının düşük olmasında ise dönemin sağlık sistemi ve uygulamalarının, aşılama konusuna yeterince duyarlı olmayan anne-babaların, aşı karşıtı tutumların, terör faaliyetlerinin ve diğer toplumsal engelleyicilerin değişik oranlarda rolleri olmuş olabilir.''
2010’da Kızamık Türkiye’yi terk ediyor
Sürekli Yorgunluğun Nedenleri
Gün sonunda bitkin ve halsiz kalıyor,uyuduğunuz halde yorgun mu kalkıyorsunuz? İşte insanı yorgun düşüren ve enerjisini bitiren en büyük 11 düşman...
İşte insanı yorgun düşüren ve enerjisini bitiren en büyük 11 düşman.
Bilim adamları, kronik yorgunluk ile tüm bu etkenler arasında şaşılacak bağlantılar olduğunu tespit ettiler.
1- Derin uykuda bizi rahatsız edenler:
Gürültü stres yaratır ve stres tansiyonu yükseltir. Sonuçta sürekli halsiz ve uykulu oluruz. Bunun için size önerimiz, yatak odanızdan saat gibi ses çıkarabilecek tüm eşyaları kaldırmanız olacaktır.
2- Kahve ve çay: 6 fincandan sonrası zarar:
Kafein uyarıcı etki yapar, yani beyne daha fazla enerji emri verir. Günde 3 fincan kadar çay veya kahve içersek, bu canlandırıcı özellikten iyi şekilde faydalanırız. Fakat miktar ikiye katlanırsa, kafein ve tein, vücudumuzdaki demiri emer. Bu durumda beyin ve kalbe yeterli oranda oksijen gitmez. Sonuçta kendimizi çok yorgun hissederiz.
3- Karbonhidrat uyku hapı etkisi yapar:
Tüm karbonhidratlar, aç karnına yenildiği zaman ağırlık yapar. Siz siz olun, aç karnına bu besinleri tüketmemeye özen gösterin.
4- Su eksilirse dikkatiniz de dağılır:
Her gün yaklaşık 8 bardak su içmemiz gerekiyor, yoksa hissedilir bir biçimde enerji boşluğuna düşeriz. En iyisi, her saat başı içine biraz limon suyu sıkılmış bir bardak su içmektir.
5- Cep telefonu hipnozdan beter:
20 dakikadan uzun telefon görüşmelerinin uyku hipnozu gibi bir etki yaptığı ortaya çıktı. Dolayısıyla, uzun süreli ve sık olarak telefonla konuşmak bizi yorar.
6- Duş alacağımıza yatağa geri dönelim daha iyi:
Suyun sıcaklığı vücut sıcaklığının çok üzerindeyse bünyemiz uyku getiren hormonları fazlasıyla salgılamaya başlar. Akşamları iyi uyumak için sıcakla, sabahları enerji depolamak için ılık suyla yıkanın!
7- Bazı besinlere karşı dayanıksız olabilirsiniz:
Her şeyi doğru yaptığınız halde zinde değilseniz, "çölyak" hastası olabilirsiniz. Bu bünyenizin tahıl nişastalarını işleyememesi anlamına gelir. Baş ağrısı ve yorgunluktan şikayet eden bu kişilerin buğday, arpa gibi tahıllardan uzak durması gerrekir.
8- Kola bünyeyi aside boğar:
Az harekete bir de aşırı kola, çay ve et tüketimi eklenirse, bünyede aşırı asit meydana gelir. Sonuçta da dolaşım bozuklukları, migren, bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi rahatsızlıklar yaşanır.
9- Gürültü de yorar:
Uzun süreli gürültüye maruz kalan insanların enerjisi tükeniyor. Bağıra çağıra konuşan insanların arasında olmak bile insanı yormaya yetiyor.
10- Floresan ışığı kronik esnemeye neden olur:
Floresan ışık, öğrenme ve konsantrasyon yetimizi yüzde 60 oranında düşürür. Gün içinde saatlerce bu ışığa maruz kalan birinin bağışıklık sisteminin zayıfladığı ispatlandı. Bu da kronik yorgunluğa neden olabilir.
11- Küften uzak durmalı:
Bulunduğunuz ortam yeterince havalanmıyorsa küf oluşabilir. Bünye, küfe tıpkı mikroplarda olduğu gibi karşılık verir, bununla mücadele eder. Bu da açıklanamayan sürekli yorgunluğa neden olabilir.
Yeni doğan bebeğin bakımı korktuğunuz kadar zor değil
Yeni bebeği olan genç anne-babalar, hastaneden dönüp evde bebekle baş başa kalınca ne yapacaklarını şaşırıyor.
Eskisi gibi kalabalık ailelerde yaşanmadığı için, evde bebek bakımında yol gösterecek tecrübeli büyüklerin olmaması korkularını büyütüyor. Bebekteki en ufak bir değişiklik annede büyük korkulara yol açabilmekte ve ebeveyn doktora koşmaktadır. Hamilelik döneminde bebek bakımıyla ilgili kitaplar okunmuş, başka annelerden öneriler alınmış olsa da, tecrübe edilmeyen her durumda acemilik yaşanması normal bir durum. Genç anne-babaların öncelikle her şeyin mükemmel olması gerekmediğini ve her bebeğin farklı bir gelişim gösterdiğini kabul etmesi gerekiyor. Bu durum kardeşlerde bile farklılık gösteriyor. Hangi durumun acil, hangisinin normal olduğunu öğrendikten sonra yeni doğan bebeğin bakımı çok da zor gelmiyor.
Medical Park Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Pınar Balgöz Ergül, yeni doğan bir bebek eve götürüldükten sonra yapılacak en önemli şeyin yeteri kadar emzirmek olduğunu söylüyor. Bebek 2-3 saatte bir uyanıp ağlayarak emmek istiyor ve annenin memesini tutup 15 dakika süreyle aktif olarak emebiliyorsa sağlığında endişe edilecek bir durum yok demektir. Bebek uzun süre uyuyorsa, uyandırılamıyorsa, memede uzun süre tutulamıyorsa acil bir sorun olduğu belli olur. Dr. Pınar Balgöz Ergül, annelerin merak ettiği soruları cevapladı.
YENİ EBEVEYNLERE TAVSİYELER
Islak mendil kullanalım mı?
Bebeklerin cildi çok hassas olduğu için mümkün olan en yumuşak, en az katkı maddesi içeren temizlik malzemesi kullanılmalı. Alt temizliği 1. aya kadar pamuk ve su ile yapılmalı. Bu dönemde ıslak mendil tahriş edici olabilir, pişik oluşturabilir. 1. aydan sonra katkı maddesi ve parfüm içermeyen ıslak mendil kullanılabilir.
Nasıl yatıralım?
Bebek her zaman sırtüstü yatırılmalı. Ani bebek ölümü sendromu denilen, ilk 1 yaşta sebebi belli olmayan kayıplar oluyor. Bunun daha çok yüzüstü yatan bebeklerde görüldüğü tespit edildi. Yatağında yastık ve çok fazla örtünün bulunmaması gerek. Yatağının kenarındaki parmaklıklar boynunun ve başının geçemeyeceği darlıkta olması lazım.
Ateşlenirse ne yapacağım?
Bazı aileler 37-37,5 derece ateşi bile acil diye hastaneye getirebiliyor. 37 normal kabul edilebilecek bir değerdir. Ancak 38'in üzerine çıkan bir ateş bebeğin doktor tarafından görül-mesini gerektirebilir. Yeni doğandaki yüksek ateşi evde düşürmeye çalışmak doğru değil. Fazla giydirilmişse üzerini açıp bir süre sonra tekrar ateşi ölçülebilir; ama ateş düşürücü ilaç vermek yanlıştır.
Emziğin ne zararı var?
Bebeklerin emziğe alışmasının anneleri biraz rahatlatmasının dışında hiçbir yararı yoktur. Aksine tamamen zararlıdır. Bir şekilde ihtiyaç duyuluyorsa 1. aydan önce verilmemeli. Çünkü emzik emen bebek, anne memesini erken bırakıyor. Meme başı şaşkınlığı denilen bir durum yaşıyor. Emziği memeden kolay tuttuğu için bir süre sonra memeden tamamen vazgeçiyor. Ayrıca, emziğin sürekli temiz kalmasını sağlamak çok zor.
İshal mi olmuş?
Yeterli beslenen bebeğin günde 5-6 kez bezini ıslatması, 5-6 kez kakasını yapması normaldir. Daha fazla da olabilir; ama bir gün boyunca hiç yapmaması acil bir durum sayılabilir. Bazen aileler anne sütü alan bebeğin normal görüntülü sulu-sarı dışkısını ishal olarak değerlendirebiliyor. Günde 7-8 kere, hatta gaz durumuna bağlı olarak köpüklü bile olması korkulacak bir durum değildir.
Gaz sorunu niye olur?
2-3 günlük bebeğin ağlaması gazdan değil, bebeklerin emme ve anne ile beraber olma isteğine bağlıdır. Gerçek gaz sancıları 15 günden sonra başlar. Gazın en önemli sebebi, hatalı beslenme tekniğidir. Emzirirken doğru tutulamaması ve memeyi tam tutmadığı için hava yutması bebeklerde gaz yapar. Bebek annenin yediklerinden de bir derece etkilenebilir. Her beslenmeden sonra mutlaka gazını çıkarmak gerekir.
Kusması tehlikeli mi?
Bebekler karnı doyduktan sonra ve gaz çıkarırken bir miktar kusabilir. Bu normaldir. Ancak, aşırı fışkırır tarzda, yeşil renkli kusması veya emmede azalma, karın şişliği gibi durumlar varsa acil sayılır. Mutlaka doktor görmelidir.
Cildinde neden kızarıklıklar var?
Yeni doğan bebeklerin vücudunda birtakım kızarıklıklar da olabilir. Bunlar bir süre sonra kendiliğinden geçer. Bebeğinizin cildinde tıkanmış ter ve yağ bezleri burun, yanaklar ve çenede beyaz noktacıklar olabilir. Birkaç hafta içinde bu bezler çalışmaya başladığında bu noktacıklar ortadan kalkar. Temizlemeye gerek yoktur.
Bebeğe su vermek gerekir mi?
6 aya kadar bebeğe su vermemek lazım. Çünkü anne sütünün yüzde 80'i zaten sudur. Bebeğin ayrıca suya ihtiyacı yoktur. Dışarıdan verilen her şey bebek açısından bir enfeksiyon riski taşır. Bu yüzden ellerin sık sık yıkanması, biberonların steril edilmesi gerekir.
Ne kadar sık yıkanmalı?
Mevsime göre her gün veya gün aşırı banyo yaptırılabilir. Banyo suyu sıcaklığı annenin elini yakmayacak şekilde 37 derece civarında olmalı.
Göbek bağı hâlâ düşmedi?
Bebeğin göbeği 1-2 hafta arasında düşer. Ama bu süre bazen 20-25 güne de uzayabilir. Normal sayılması gerekir. Göbek bakımı için doktorların önerdiği alkol veya antiseptik solüsyon kullanın. Göbek düşene kadar bebeğin bezini göbek kordonu dışarda kalacak şekilde bağlayın.
Evliliğini canlı tutmak isteyen; ilgiyi eksik etmemeli
Birbirlerini severek evlenenler, sevgilerini ömür boyu sürdüreceklerine dair söz verir, yemin ederler. Fakat romantizm devri bittikten sonra yavaş yavaş taşlar yerinden oynar. Muhabbet gülleri solmaya, aşk masalı bitmeye yüz tutar. "Bize neler oluyor? Acaba evlilik sevgi büyüsünü bozuyor mu?" sızlanmaları başlar.
Halbuki sevginin büyüsünü bozan evlilik değildir. Sevdiklerini elde edenler, evlendikten sonra birbirlerine yeterli ilgiyi göstermiyorlar. Daha önce sevdiği için uykusuz kalan gözler, onu görmüyor. Sahip olmak için plan yapanlar, sevdiğinin yanında olduğunun farkına bile varmıyor. Narin sevgi çiçeğinin ilgisizlikten sararıp solacağı unutuluyor. "Ben zaten onu seviyorum" düşüncesiyle ilgisiz davranmanın sevgi büyüsünü bozacağı dikkate alınmıyor. Erkek, işten gelir gelmez, "Off! Çok yoruldum." diyerek hemen TV'nin düğmesine dokunuyor. Oysa önce eşinin günün nasıl geçtiğini, ayaküstü de olsa sormalıdır. Bu davranış kadında "eşimin ilk ilgi alanı ben olduğuma göre demek ki, beni çok seviyor" duygusu uyandırır.
Eşi tarafından ilgi görmeyip ihmal edilen kadın kendisini ev işine verir. Gözü sadece işini görür. Bazı erkek de kadının maddi ihtiyacını karşılamakla onunla ilgilendiğini sanır. Elbette her dakika aşk destanı yazılmaz. Ama sevgi dolu bir bakış, bazen hoş bir gülüş, bir çiçeği sunuş, ya da şefkatle yaklaşıp sıkıntısını paylaşmak, gün ortasında sadece "seni seviyorum" mesajını atmak... Veya tek kelimeyle "sesini duymak istedim" sözcüğü iletmek ilgiyi canlı tutan küçük davranışlardır. İlgi, evliliğin bakımını yapan, onu onaran ve eşleri birbirine bağlayan gönül bağıdır.
Kadının da eşini kapıda karşılaması eşine "seni çok seviyor ve özlüyorum" mesajını verir. Şayet eşler, çalışıyor ve eve birlikte dönüyorlarsa erkek, "ben erkeğim" düşüncesiyle TV'nin karşısına geçip ayaklarını uzatmamalıdır. İş yapmasa bile mutfağa seğirten eşinin yanına uğraması kadının tüm yorgunluğunu giderir. Çünkü sevgi ışık gibidir. Sevgi ışığının sürekli yanması için ilgi düğmesini açmak gerek. İcabında eskiyen ampullerle ilgilenerek ışığın artması sağlanmalıdır. Yoksa ilgisizlik o sevgi ışığını zamanla sördürebilir.
Tabiat eczanesinden şifalı bitkiler!
www.burasiturkiye.com internet sitesinde yer alan bilgilere göre, bazı yiyeceklerin taşıdığı özellikler:
Satsuma (Küçük portakal): İçerdiği folik asit ve C vitamini sayesinde öksürüğü ve kanlı tükürmeyi keser. Ayrıca kan pıhtılaşmasına karşı en etkin doğal yiyecek olduğu için ileri yaşlarda felç veya kalp krizi riskini de azaltır.
Tarçın: Yemeklere girmiş olabilecek E-coli bakterisinin vücutta yayılmasını önler. Midenin düzenli çalışmasına etki eder. Kusmayı engeller. Hatta bal veya limon suyuyla birlikte alındığında boğazdaki yanmaları keser.
Hardal: İçindeki singrin maddesi, midenin gaz çıkarmasına yardımcı olur. Sindirim sistemini düzenler, mide ağrılarını giderir. En fazla bir çay kaşığı alınmalıdır.
Nane: İçerdiği mentol, midenin normalleşmesini sağlar. Vücuda giren grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini de azaltır. Nane çayı, baş ağrısı, grip, stres gibi hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da birebirdir.
Avokado: Sindirimi çok rahat olan bu meyve özellikle yeni doğmuş bebeklerin ilk maması olarak tavsiye ediliyor. İçerdiği E vitamini kalbe iyi gelir, yüksek potasyum dinç tutar ve insanı depresyona sokan uyuşukluluk ve rahatlığı atar. Vücudun kolesterol oranını ayarlar. Teninizin sürekli hücre yenilemesini sağlar (Zayıflamak isteyenler dikkat: Yağ oranı bir çikolata kadar yüksek olan avokadoyu yememenizi öneririz).
Çikolata: Sütlü çikolataları tercih edin. Çünkü içerdiği kakao yağı, magnezyum, E vitamini beynin kendisini yenilemesine ve psikolojik rahatlık sağlamasına yardımcı olur. Migreni olanlar çikolatadan uzak durmalıdır.
Patates: Orta boy bir patates, bir insanın bir gün içinde alması gereken C vitaminini içerir. Beyindeki serotonin adlı kimyasal maddenin kendisini yenilemesini sağlar.
Bezelye: Haftada 10 porsiyon domatesli bezelye yemeği yiyen bir erkeğin, yemeyene oranla prostat kanserine yakalanma riski yüzde 35 daha az. B vitamini ve protein deposu olan bezelye, kalp için de çok önemli.
Kepekli Ekmek: Kalp hastalıklarıyla bağırsak kanseri için faydalıdır. Günde 12 gramdan fazlası kişiye göre zararlı olabilir.
Kiraz: 100 gramında 40 kalori bulunuyor. İçerdiği ellegic asit, vücudu kansere karşı korurken, kiraz kalp damarlarındaki normal bir kan dolaşımını sağlar. Çok kiraz yenmesi, gut hastalığına yakalanma riskini de düşürür. Günde 20 kiraz yemek 1 aspirin yerine geçiyor.
Pirinç: E ve B12 dışında tüm B vitaminleri ve potasyum içerir. Özellikle kolon ve bağırsak kanserlerine karşı faydalıdır. Kolesterolü düşürdüğünden kalbe iyi gelir.
Fındık: Kalp krizine karşı koruyucu olan E vitamini açısından en zengin besinlerin başında gelir. Her gün yenilen bir avuç fındık kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucudur.
Zeytinyağı: İçindeki omega yağ asitleri, kandaki kolesterol düzeyini dengede tutar. Antioksidan özelliği olan E vitamini açısından da zengindir. Bu sayede kalp krizi, felç, kanser ve erken yaşlanmaya karşı beyni koruyucu etkiye sahiptir.
Soğan: Bağışıklık sistemini güçlendirir. İçerdiği allicin ve sülfür, mide ve bağırsak kanserine karşı koruyucu etkiye sahiptir. Son araştırmalar kemik erimesine karşı, peynir ve sütten daha etkili olduğunu göstermiştir.
Çilek: Kolesterol düzeyini düşürür ve sindirim sistemini düzenler. Ellegic asit adı verilen kansersavan bir maddeyi de içerir.
Domates: Likopen açısından zengin ender bitkilerden biridir. Likopen, pankreas gibi çeşitli kanser hastalıklarını önleme konusunda hayati önemdedir. C vitamini açısından zengindir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Lifli bir besin olması da bağırsak kanseri riskini azaltır.
Kayısı: Antioksidan olan betakaroten açısından zengindir. Hücrelere ve dokulara zarar veren moleküllerin etkisini ortadan kaldırarak kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Lifli olduğu için bağırsakları koruyucudur.
Tahıllar: Arpa, mısır, buğday, yulaf gibi tahıllar B ve E vitamini, potasyum ve kalsiyum içerir. Kanserojen maddelerin vücuttan atılması sürecini hızlandırır. Tahıl ağırlıklı bir beslenme rejimi, bağırsak kanseri riskini yarı yarıya azaltıyor.
Fasulye: Fasulye, C vitamini ve betakaroten gibi kalp hastalığı ve kanseri önleyen antioksidanlar açısından zengindir. B vitamini de cinsiyet hormonlarını kuvvetlendirir.
Pancar: Demir ve folik asit açısından zengin olan pancar, eski çağladan beri kan hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Amerikalı uzmanlar, pancar suyunun sarılık tedavisinde de etkili olduğunu belirtiyor.
Lahana: Kanserli hücrelerin çoğalmasını önleyen kroten maddesi içerir.
Havuç: Tam 40 araştırma, havuç tüketimi arttıkça kanser riskinin azaldığını ortaya koymuştur. Bunun temel sebebi betakaroten, C ve E vitaminleri gibi antioksidanlar açısından zengin oluşudur.
Çay: Günde 2 bardak içilen çayla, 4 elma, 5 soğan, 7 portakal yemiş gibi kalp dostu antioksidan madde almış olursunuz. İngilizler, özellikle çocukların haftada en az 6 bardak sütlü çay içmesini öneriyor.
Papatya: Çay olarak içildiğinde sindirime yardımcı olur, karın ağrılarını dindirir. Sıcak bir banyonun ardından hazırlanacak papatya çayı torbaları, egzamanın sebep olduğu kaşıntı ve yanmaları alır.
Acı pul biber: Portakaldan 3 kat daha fazla oranda C vitamini içerir. Capsantin adlı kimyasal madde zona hastalığının sebep olduğu ağrıları dindirmek için yapılan kremlerde kullanılır.
Portakal suyu: Bir bardak portakal suyu günlük C vitamini ihtiyacının tamamını karşılar. İçindeki potasyum vücudun su dengesini korur; cildin kurumasını, kırışıklıkların meydana gelmesini önler.
Enginar: Bol miktarda folik asit ve potasyum içerir. Düşük yağ oranı, sindirimi kolaylaştırıcı etkisi, antioksidan özellikleri sayesinde anne adayı ve bebeğin sağlığına önemli faydaları vardır.
Böğürtlen: E vitamini içerir. Vücuttaki zararlı besin atıklarının temizlenmesini sağlar. C vitamini boldur. Cenini korur.
Kabak: 100 gram kabak günlük folik asit ihtiyacının 4'te birini karşılar. Yüksek orandaki potasyum sıvı-tuz dengesini sağlar.
Tahıl: İdrar yollarını açıcı, çalıştırıcı ve rahatlatıcı etkileri sayesinde dehidratasyonu rahatsızlığı bulunanların mutlaka yemeleri gerekir. Mideyi rahatlatıcı özelliği vardır.
Küçük çocuklarda bronşit öldürmesin
Küçük çocuklarda bronşit sırasında meydana gelen balgam nefes borusunu tıkayarak ölümle sonuçlanabilmekte.
Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Kendirci, bronşite yakalanan çocukların, balgam çıkaramayacakları için nefes borularının tıkanarak ölebileceklerini bildirdi.
Kendirci, ailelerin çocuklardaki kış hastalıkları konusunda dikkatli olmalarını istedi. Kendirci, yetişkinlerde akciğerlerdeki büyük hava yollarının iltihaplanmasına bronşit, çocuklarda ise küçük hava yollarının iltihaplanmasına bronşiolit adı verildiğini ve özellikle kış aylarında bu tür hastalıkların çok sık görüldüğünü kaydetti.
Süt çocuklarında bronşiolite daha çok rastlandığını ifade eden Kendirci, "Öksürük, nefes darlığı, hışırtılı solunum ile kendini gösteren bronşiolit, küçük çocuklar için tehlikeli bir hastalıktır. Bronşiolite yakalanan süt çocukları, balgamı çıkaramayacakları için nefes boruları tıkanarak ölebilirler. Akciğerlerde zar delinmesi gelişebilir ve bir parçası sönebilir.
2 yaşın altındaki çocukların tedavisinde geç kalınmamalıdır. Akut bronşiolit, astım gelişme riskine karşı takip edilmelidir." dedi. Kendirci, bronşiolit için nemli oksijen tedavisi ve kalp yetmezliğine sebep olmayacak bronşiolleri genişletici ilaçlar verilmesi gerektiğini kaydetti.
Üşüyen elleri ovmayın, hohlayın
Kış aylarında üşüyen eller ovulmak yerine nefesle ısıtılmalı.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ferruh Ayoğlu, '''Kış aylarında el ve ayak donmalarında, donmuş kısımlar ovuşturulmamalı, nefesle ısıtılmalıdır'' dedi.
Yrd. Doç. Ayoğlu, soğuk havalarda donma tehlikesiyle karşılaşılabileceğini, vücut ısısının çok iyi korunmasının önem arz ettiğini söyledi. Donmanın tüm vücutta olabileceği gibi el, ayak, burun ve kulakta da gerçekleşebileceğine dikkati çeken Yrd. Doç. Ayoğlu, şunları kaydetti:
''Hava sıcaklığının düştüğü günlerde vücudun özellikle el ve ayak gibi uç kısımları donmaya karşı korunmalı. Sıcak tutucu çorap ve ayakkabı giyilmesi önem taşıyor. Ancak, parmakların hareket etmesini güçleştiren dar ayakkabıların yanı sıra kat kat giyilmiş kalın çoraplar kan dolaşımını engellediğinden donma olayı ayakta sık görülebiliyor. Kış aylarında el ve ayak donmalarında, donmuş kısımlar ovuşturulmamalı, nefesle ısıtılmalıdır. Ciddi lokal soğuk yaralanmalarında donmuş kısımlara soğuk ya da sıcak malzeme kullanılarak da müdahale yapılmamalıdır. Kışın sokakta kalan ya da evlerini çeşitli nedenlerden dolayı ısıtamayanlar için donma tehlikesi fazladır. Soğuk bölgelerde yaşayanlar da risk altındadır.''
Asla sıcak suya sokulmamalı
Yrd. Doç. Ferruh Ayoğlu, çevre ısısının kışın düşük olması dolayısıyla kaybolan vücut ısısını düzenleyen mekanizmalar yetersiz kaldığından donma tehlikesinin söz konusu olabildiğini, donmuş bölgenin kesinlikle sıcak suya sokulmaması ve ateşe yaklaştırılmaması gerektiğini kaydetti. Aşırı soğuklarda vücut ısısının çok iyi korunmasının sağlık problemleri yaşanmaması açısından önem arz ettiğine dikkati çeken Yrd. Doç. Ayoğlu, şöyle dedi:
''İklim değişikliği insan sağlığını etkileyen önemli faktörlerden biridir. Soğuk günlerde ev ve iş yerlerinin sıcaklığının 21 derece civarında tutulmasına dikkat edilmeli. Mevsim şartlarına uygun giyinilmesi de yararlıdır. Güneşli havada, kış mevsimi olduğu gerekçesiyle üst üste kazak giyilmemeli ya da ince gömlekle dışarı çıkılmamalıdır. Vücut ısısının iyi korunması sağlık problemlerinin yaşanmasını engelleyecektir.''
Diabet cinsel sağlığı olumsuz etkiliyor
Türkiye’de yaklaşık beş milyon insanın sorunu olan diyabet, cinsel yaşam kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Ancak bu sorunların bir çoğu basit tedbir ve tedavilerle düzeltilebiliyor
Daha çok kalıtım ve hormonsal bozukluklarla ortaya çıkan ve önemli bir sağlık sorunu olan diyabetin görülme sıklığı giderek artıyor. Özellikle son yıllarda kalorili, şekerli ve yağlı yiyeceklerin fazla tüketilmesi bu artıştaki en önemli neden olarak gösteriliyor. Uzun yıllar kontrol edilmeden devam eden diyabette diğer komplikasyonlara paralel olarak cinsel sorunlar da gelişebiliyor.
Ancak diyabetin yarattığı cinsel sorunların yaşam kalitesini düşürmesine izin vermemek mümkün. Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz, diyabette cinsel sağlığı korumanın yolları ve yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi. Tip 1 veya Tip 2 diyabetin kadınlarda seksüel hayatı fiziksel olduğu kadar ruhsal açıdan da etkilediğini ifade eden Prof. Yılmaz, “Özellikle diyabetin neden olduğu kilo artışı başta olmak üzere bir takım fiziksel değişikliklerin kadınların cinsel hayatında bir takım olumsuzluklar yarattığı söylenebilir” dedi.
Ancak bu sorunların büyük çoğunluğunun basit önlemler veya tedavilerle düzeltilebildiğini kaydeden Yılmaz, “Özellikle iyi glisemi ayarı, bunun gibi birçok sorunu ortadan kaldırıyor. Bizim toplumumuzda kadınlarda diyabetin cinsel sağlık üzerine olan etkisi, erkeklere göre daha az dile getirilmekte ve irdelenmekte olmasına rağmen sorun hiç de azımsanacak ölçüde değildir” diye konuştu.
Diyabetin kadınlarda en sık neden olduğu cinsel sorunlardan bahseden Prof. Yılmaz, “Diyabetin kadınların cinsel sağlığı üzerinde yarattığı en önemli etki, enfeksiyonlardır. Vajinal enfeksiyonlar ve üriner sistem enfeksiyonlarına diyabetik kadınlarda, özellikle kan şekerinin yüksek olduğu dönemlerde daha sık rastlanıyor” şeklinde konuştu.
Ne tür tedbirler alınabilir
Prof. Dr. Yılmaz, “Kadınların bu sorunların üzerine gitmeleri ve basit önlemlerle giderilecek sorunların, cinsel yaşamlarını olumsuz etkilemesine izin vermemeleri gerekir” tavsiyesinde bulundu.
Diyabetin erkekler üzerindeki komplikasyonlarına da değinen Yılmaz, “Bunlar arasında en az tartışılan ve diyabetik erkeklerin hekime başvuru nedenleri arasında hemen hemen en son sıralarda yer alan sorun ise iktidarsızlık. Bu sorunun tıp dilindeki karşılığı ‘impotans veya erektil disfonksiyon’. Diyabetik olmayan bireylerde de ilerleyen yaşla beraber cinsel aktivitede bir yavaşlama olduğunu belirten uzmanlara göre, tüm impotans nedenlerinin yüzde 40’ının nedenini diyabet oluşturuyor” dedi.
Diyabetlilerde impotans tedavisi için üç seçenek olduğunu bildiren Prof. Yılmaz, şunları söyledi;
“Yalnızca psikolojik faktörleri düzeltmek ve impotansa neden olabilecek ilaçları kesmek, bu seçeneklerin başında geliyor. İkinci sırada ise ilaç tedavisi var.”
Diyabetten kaynaklanan cinsel sorun tedavisindeki son seçenekte ise cerrahi yöntemlerin yer aldığını ifade eden Prof. Yılmaz, ilaç tedavisinden cevap alınamayan kişilerde bu tedavinin uygulanabileceğini söyledi.
Bayanlara özel Viagra!
ABD'de testler son aşamada. Artık kadınlara özel Viagra da yolda. Fakat ne derece etkili olacağını önümüzde ki yıllarda daha iyi görebileceğiz.
ABD'nin Virginia Üniversitesi laboratuvarlarında, viagranın erkeklerdeki etkisine benzer bir etkiyi kadınlarda yaratabilen bir ilacın testlerine başlandı. Erkeklik hormonu testosteron yüklü LibiGel adlı merhem, sekse ilgilerini kaybeden kadınlarda libido patlamasına yol açıyor.
Virginia Üniversitesi, LibiGel'in seksüel istek bozukluğundan mustarip kadınlara reçeteli satışlarına önümüzdeki aylarda başlamayı hedefliyor.
Merhemi deneyecek olan yaşları 30-65 arasında değişen 25 kadının tamamının yumurtalıkları alınmış.
Bu bilgilerin ardından, "cinsel istek bozukluğu" tekrar tartışılması gereken bir mesele olarak göze çarpıyor. Tedavisinin daha çok psikolojik olduğu bu sorun, erkek ve kadınların önüne çoğu zaman özellikle çıkarılarak, ilaç satışlarının artırılmasının hedeflendiği söyleniyor. Bu türden satılık hastalıkların tıp dünyasında var olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, bu hastalığın da satılık hastalıklardan biri olduğu ve ilacının üretildiği söylenebilir.
Öte yandan, merhemin 24 saat içerisinde etkisini gösteriyor olması nedeniyle, günün herhangi bir saatinde etkisini yoğunlaştırması halinde kadınların ne türden bir hissiyat ve davranış içerisine girecekleri tartışma konusu.
Dikkat! Çocuklarda kanser artıyor
Özel Ege Lisesi'nde, Ege Lösemili Çocuklar ve Onkoloji Derneği işbirliği ile düzenlenen "Çocukluk Çağı Lösemi ve Kanserleri" konulu bilgilendirme toplantısında her yıl 18 yaş altında 3 bin 700 kanser beklendiği belirtildi.
Öğrenci velilerini bilgilendirmek amacıyla, "1. sınıflar Toplum Hizmetleri Projesi" çerçevesinde yapılan toplantıda konuşan Ege Üniversitesi (E.Ü.) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı ve Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Kantar, kanserin genetik bir hastalık olduğunu belirterek, Türkiye'de 18 yaş altındaki çocuklarda her yıl 3 bin 700 kanser beklendiğini kaydetti.
Kansere yakalanmamak için özellikle yüksek gerilim hattına sahip yerlerden ve elektro manyetik alanlardan uzakta durulmasını tavsiye eden Doç. Dr. Kantar, "Cep telefonlarını bugün gönül rahatlığı ile kullanabiliyoruz. Bugünün bilimsel verilerinde, cep telefonunun kansere yol açtığına dair kesin bir kanıt yok. Fakat unutmayalım ki, bugünün bilimsel doğruları, yarının yanlışları olabilir" dedi.
Yaş ilerledikçe kansere yakalanma riskinin arttığını söyleyen Doç. Dr. Kantar, "Dört kilonun üstünde doğan bebeklerde, böcek ilaçları temasları, düzensiz beslenme, gebelikte kahve, sigara, alkol kullanımı kansere yakalanma riskini arttırıyor. Ayrıca sağlıklı beslenerek gelecek yıllara yatırım yapmış oluyorsunuz. İnsanın en önemli varlığı sağlığıdır" şeklinde konuştu.
Gelişmekte olan ülkelerde nüfusun yarıya yakınının bulaşıcı hastalıklardan öldüğünü dile getiren E.Ü. Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yavuz Anacak, Batı Avrupa ve Amerika'da kanserden ölenlerin oranının, enfeksiyon yüzünden ölenlerin oranından daha fazla olduğunu ayrıca kanserli çocuk sayısında da gelişmiş ülkelerden, az gelişmiş ülkelere doğru oranın arttığını belirtti. ABD'de yüzde 1 oranında kanserli çocuk ölümüne rastlanıyorsa, Mısırda bu oran yüzde 6 olduğunu vurguladı. Kanserin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Anacak, "Zengin ülkelerde çocuk ölümleri fakir olan ülkerlerdeki ölümlerden daha az görülmektedir. Fark tedavinin başarısızlığından ve ekonomik yetersizliklerden dolayı giderek açılmaktadır" diye konuştu.
Ömrünüzü 11 yıl daha uzatmanın formülü!
Hayatınızda ufak değişiklikler yaparak ömrünüze olumlu katkıda bulunabilirsiniz. Üstelik fazla masraf yapmadan hem sağlıklı kalabilir hemde ömrünüzü 11 yıl daha uzun yaşama imkanına sahip olabilirsiniz.
Yapılan bir araştırma, asansör yerine merdivenleri kullanmak ve sürekli oturmayıp arada dolaşmak gibi önemsiz görünen ayrıntıların insan sağlığına etkisinin sanılandan çok daha büyük olduğunu ortaya koydu. İşte Önemsiz Görünen Ayrıntılarla 11 Yıl Fazla Yaşamanın Formülü:
Cambridge Üniversitesi bilim adamlarının, yaşları 45-79 arasında değişen 25 bin kişiyle yaptığı araştırma “uzun yaşam formülünü” basitleştirdi. Araştırmaya göre,
• sigara içmeyi bırakmak 5,
• spor yapmak 3,
• gün içinde 5 kez sebze ve meyve yemek de 3 yıl insan hayatını uzatıyor.
Bilimadamları, bu uğurda çok da çaba harcanmasına gerek olmadığı görüşünde. Zira, araştırmaya göre,
• günlük yemek listesine bir elma veya bir armudun eklenmesi, insan hayatını 2 yıl uzatıyor.
Araştırma, kişilerin ne kadar spor yapmaları gerektiğini ise mesleklerine göre belirliyor.
• Tüm gün oturarak çalışanların bir saat,
• neredeyse bütün gün ayakta duran kuaförlerin veya tezgahtarların 30 dakika egzersiz yapmaları hayatlarını 3 yıl uzatıyor.
• Temizlikçiler, hemşireler veya inşaat işçilerininse ağır çalışma koşulları sebebiyle spor yapması gerekmiyor.
Araştırmada,
• asansörü kullanmak yerine merdiveni tercih etmenin,
• oturmak yerine arada sırada dolaşıp hareket etmenin spor kadar etkili olduğu da vurgulanıyor.
Kabızlık kanser nedeni olabilir
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Cengiz Pata, bağırsaklarda ve anüsde bazı hastalıklara ve şikayetlere neden olabilen kabızlığın tedavi edilmezse kansere yol açabileceğini belirtti.
Doç. Dr. Cengiz Pata, akut kabızlığın ciddi hastalıkların habercisi olabileceğini, bu nedenle acil olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, toplumda birçok insanda görülebilen kabızlığın tedavi edilmediği durumlarda kansere bile neden olabileceğini vurguladı. Pata, rektal kanama, karın ağrısı ve krampları, bulantı ve kusma ile istemsiz kilo kaybının kabızlığa eşlik etmesi durumunda, dikkatli olunması ve acil olarak gastroenteroloji uzmanına başvurulması gerektiğini belirtti.
Pata, dışkının çok koyu renkli ve çok kötü kokulu olmasının yanlış beslenmenin ya da herhangi bir bağırsak hastalığının belirtisi olduğunu kaydederek, şu ifadelere yer verdi:
"Dışkıyı çıkarmakta zorlanmak, sert dışkı, gaz-şişkinlik, karın bölgesinde ağrı, 3 günden daha uzun aralıklarla dışkı çıkarmak, dışkı çıkarırken anüste ağrı, nadir tuvalet ihtiyacı hissetmek, dışkı çıkardıktan sonra hala içeride bir şey kalmış hissi ve anüste şişlikler olması kabızlığın belirtileridir. Kabızlığın nedenleri ise; yeterli su içmemek, yanlış beslenme, hareketsizlik, aşırı yemek, bağırsak hastalıkları, hemoroidler, kas zayıflığı, bazı ilaçlar, prostat sorunları, stres, yeme biçiminde değişiklik, bazı diyetler, uzun süren yolculuklar, barsak fonksiyonel hastalıkları, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarıdır.”
Pata, kabızlık sorununun ortadan kaldırılması için lif zengini yiyecekler olan çiğ sebzeler, meyve, hububat, kepek gibi besinlerin tüketilmesini önererek, lifli besinlerin bağırsakların çalışmasını hızlandırdığını belirtti. Liften zengin besinlerin bağırsaktaki toksinlerin, maya mantarlarının ve hastalık yapıcı bakterilerin oluşmasını azalttığını kaydeden Pata, lifli yiyecekler kadar su tüketiminin de önemli olduğunu vurguladı.
Kalın bağırsağın her gün en az 1,5 litre suya ihtiyacı olduğunu bu nedenle yetişkin bir insanın günde 1.5-2 litre su içmesi gerektiğini belirten Pata, genç hastaların kabızlığın uzun sürmesi durumunda, 50 yaş üzeri hastaların ise kabızlık belirir belirmez bağırsak tetkiki için bir gastroenteroloji uzmanına görünmeleri gerektiğini belirtti.
Alzheimer'ı geciktirmek mümkün mü?
Uzmanlar uyarıyor; alzheimerden kaçış mümkün değil ancak yapılacak bazı uygulamalarla hastalık geciktirilebilir. Sürecin ertelenmesi ve yavaşlatılması için zihnin sürekli olarak zinde tutulması gerekiyor.
Böylece hastanın yaşam kalitesi de artırılabiliyor.
Realage'de yer alan bilgilere göre, Alzheimer Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Haşmet Hanağası, kalp ve damar hastalıklarından korunabilmek için uygulanan bir çok yöntemin alzheimerin oluşumunu engellemeye olumlu katkı sağladığını söyledi.
Doç. Dr. Haşmet Hanağası, “halk arasında ‘bunama’ olarak bilinen ve özellikle 65 yaş üzerinde görülen alzheimer hastalığının, erken yaşlarda alınacak tedbirlerle frenlenmesinin ilerleyen yaştaki yaşam kalitesi açısından büyük önem taşıdığını belirtti.
65 yaşından sonra her bireyin risk altında olduğunu vurgulayan Hanağası, klinik olarak hastalığın, başta bellek olmak üzere tüm düşünce işlevlerini etkileyerek, hastaların geçen zaman içinde günlük yaşam aktivitelerinde giderek başkalarının yardımına bağımlı hale gelmesine neden olduğunu ifade etti.
Hanağası, “Alzheimer hastalarında depresyon, halüsinasyon, hezeyan, uykusuzluk gibi nöropsikiyatrik davranışsal semptomlar sıklıkla görülür” dedi.
Hastalık Tamamen Ortadan Kaldırılamıyor
Alzheimer tedavilerinin giderek geliştiğini, ancak tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayan hastalıklar arasında yer aldığını bildiren Hanağası, “Hastalar, yeme içmeden giyinmeye, konuşmadan isteklerini belirtmeye kadar bir çok yaşamsal faaliyetlerinde gerileme yaşayabiliyor. Yani hastalığın seviyesine göre yaşam kaliteleri düşüyor” diye konuştu.
Hanağası, kalp ve damar hastalıklarından korunabilmek için yapılan bir çok yöntemin bu hastalığın ilerleme hızını yavaşlattığını ifade ederek, kolesterol ve tansiyon gibi hastalıkların yanı sıra sigara gibi bazı kötü alışkanlıkların da alzheimer hastalığını tetikleyen en önemli faktörler olduğunu vurguladı.
Kaçış Yok, Ancak Geciktirilebilir
Hanağası, alzheimerden kaçışın olmadığını ancak, yapılacak bazı uygulamalarla hastalığı geciktirmenin mümkün olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
“Bu hastalık, özellikle beyin kabuğunda bilinmeyen bir nedenden dolayı anormal protein birikiminden kaynaklanıyor.
Balık, meyve sebze ve zeytinyağlı yiyeceklerden oluşan ve Akdeniz diyeti olarak bilinen beslenme tarzı hastalığı geciktirirken, kızartma ağırlıklı yağlı yiyecekler ise bu hastalığa yakalanma oranını artırıyor. Bu nedenle beslenirken iki kere düşünmek gerekli” dedi.
Emekli Olunca Köşeye Çekilmeyin
Özelikle Türk halkında hakim olan “Emekli oldum. Bir köşeye çekileyim” görüşünün de alzheimeri tetiklediğini ifade eden Hanağası, zihnin sürekli olarak zinde tutulması gerektiğini söyledi.
Sürekli çalışma halindeki zihnin hastalığın ilerleme hızını azalttığına işaret eden Hanağası, “Bu nedenle herkesin emekli de olsa kendisine birer hobi edinmesini öneriyoruz.
Hobinin yanı sıra sürekli olarak bulmaca çözmenin de alzheimer hastalığına karşı bir yöntem olduğu biliniyor.”
Gırtlak kanseri gençler ve kadınlarda artıyor
Sigara, alkol ve hava kirliliğinin tetiklediği gırtlak kanseri gençler ve kadınlar arasında da artış gösteriyor. Erken teşhisle boğazın delinmesi önleniyor.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağatay Akçalı, ''genelde 50-60 yaşlarında ve erkeklerde görülen gırtlak kanserinin artık gençlerde ve kadınlarda da artış gösterdiğini'' bildirdi.
Prof. Dr. Akçalı, gırtlağın, boğazın hemen altında ve yutak önünde bulunan, ses tellerinin bulunduğu bir organ olduğunu, bu organın gıdaları tüketirken besinlerin nefes borusuna kaçmasını engellediğini vurguladı. Tüm kanser türlerinde olduğu gibi gırtlak kanserinde de önceki yıllara göre artış olduğunu, erkeklerde yüzde 10-15 kadınlarda ise yüzde 2 civarında görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Akçalı, ''Genelde 50-60 yaşlarında ve erkeklerde görülen gırtlak kanseri, gençlerde ve kadınlarda da artış gösterdi. 30-40 yaşlarında gırtlak kanserli hastalara rastlanıyor'' dedi.
Prof. Dr. Akçalı, sigara, alkol ve hava kirliliğinin gırtlak kanserinin oluşumunu tetikleyen faktörler olduğunu ifade ederek, ''Kadınlar ve daha çocuk yaşlarda sigara içiminin yaygınlaşmasının, hastalığın bu kesimi de kapsamasında önemli etken olduğunu düşünüyoruz'' diye konuştu.
Erken teşhiste tedavide yüzde 100 sonuç alındığını, ancak ilerleyen aşamalarda tedavinin güçleştiğini, hatta, gırtlağın tamamen çıkartılmasının söz konusu olduğunu ifade eden Prof. Dr.Akçalı, ''Bu durumda hastanın nefes alabilmesi için boğazında kalıcı delik oluşturmak zorunda kalıyoruz'' dedi.
Prof. Dr. Çağatay Akçalı, gırtlak kanserinin hastanın yaşam kalitesini büyük oranda düşürdüğünü, ses kısıklığı nedeniyle hastanın çevresiyle iletişim kuramaması ve konuşma yeteneğini kaybetmesine neden olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
''Gırtlak kanserinin belirtileri, hastalığın organ içindeki yerleşimine ve büyüklüğüne bağlıdır. Ancak, genel belirtileri arasında uzun süren ses kısıklığı ilk sırada gelir. Yutkunma güçlüğü, boğazda takıntı ve ağrı hissidir. Ancak, gırtlağa yerleşen tümörün çapı büyükse bu yutma sırasında ağrıya, kanlı balgama ve nefes darlığına da yol açabilir.'' Prof. Dr. Akçalı, özellikle sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklarından vazgeçemeyenlerin mutlaka yılda bir kez de olsa birkaç dakika süren kontrolü ihmal etmemeleri gerektiğini sözlerine ekledi.
Beynimizin keşfedilmeyi bekleyen 10 sırrı!
Beynimizin her geçen gün yeni bir fonksiyonu daha keşfediliyor. Ama hala daha muamma olarak bilinen 10 fonksiyonu var olduğu iddia ediliyor.İşte bu fonksiyonlar...
Kafamızda taşıdığımız 1 kilo 350 gramlık koca bir labirent. Her gün tepemizde ve bizi o yönetiyor. En güzel duyguların da, şeytani emellerin de planlayıcısı o... Sırlarla dolu, kapalı ve karanlık bir kutu gibidir beynimiz. İşte beynin çözülemeyen 10 sırrı!
1. Bilgi nöronlarda nasıl kodlanıyor?
Beynin en karışık işlemlerinden bir tanesi, bilginin kodlanması. Bu süreçte beyindeki nöronlar, yani sinir hücreleri, zarlarının dışında elektrik akımı oluşturuyor. Bu elektrik akımları, ‘akson’ adı verilen uzantılara ulaşarak, onlar vasıtasıyla gerekli olan kimyasal sinyallerin açığa çıkmasını sağlıyor.
Bu akımlar sayesinde dünyayla, çevremizde olup bitenle ilgili bilgiler beynimize aktarılıyor. “Ne görüyorum?”, “Aç mıyım?”, “Hangi sokağa sapayım?” gibi sorulara yanıt işte böyle bulunuyor.
2. Anılar beyinde nasıl saklanıyor ve nasıl tekrar hatırlanıyor?
Bir kişinin ismi gibi, yeni bir şey öğrendiğinizde beynin yapısında birtakım fiziksel değişiklikler meydana geliyor. Ancak bu değişikliklerin hâlâ ne tür değişiklikler olduğunu, nerelerde meydana geldiğini, bilginin nasıl depolandığını ya da yıllar sonra tekrar hatırlanarak tekrar nasıl gündeme getirildiğini anlayamıyoruz.
Beyinde çeşit çeşit hatıralar var. Ancak beyin, ‘kısa dönem anılarla’ (yeni öğrenilen bir telefon numarasını hatırlamak gibi), ‘uzun dönem anıları’ (geçen yıl doğum gününüzde yaptıklarınız gibi) birbirinden bir şekilde ayırıyor. Beyin travması ya da beynin zarar görmesi ise bu yetenekleri bozabiliyor.
3. Beyin, geleceği nasıl öngörüyor?
Çoğu zaman gelecekle ilgili birtakım planlarımız ve öngörülerimiz olur. Geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünürüz. Beynimizde, gelecekle ilgili bir şekil vardır. Ancak beynin bu ‘gelecek simülasyonunu’ nasıl yaptığı henüz anlaşılmış değil. Beyin, dünyayla ilgili öngörülerde nasıl bulunabiliyor? Bilim adamları hâlâ bunun yanıtını arıyor.
4. ‘Duygu’ ne demek?
Beyin, sadece bilgi biriktiren bir organ değil; aynı zamanda duygu, motivasyon, korku ve umutları barındıran bir organ. Bütün bunlar bilinçaltında olan şeyler aslında...
Örneğin beynin duygularla ilgili bölümü sinirli yüzlere, o yüzleri görmeden de tepki verebiliyor. Kültürler arasında da temel duyguların dışa vurulması, aslında birbirine benziyor. Hatta Darwin’in de gözlemlediği gibi, temel duyguların ifade edilmesi bütün memelilerde benzer.
Bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi bir şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar.
5. Zekâ nedir?
Zekâ farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Ancak ‘biyolojik’ açıdan zekânın ne anlama geldiği henüz bilinmiyor. Milyarlarca nöron, bilgiyi ‘harekete geçirmek’ için nasıl birlikte çalışıyor? Gereksiz bilgi beyinden nasıl siliniyor? İki kavram ‘birbirine uyunca’ ve böylece bir soruna çözüm bulduğunuzda, beyinde neler oluyor? Zeki insanlar bilgiyi beyinlerinde ‘hatırlaması kolay’, ayrı bir bölgede mi muhafaza ediyorlar?
Beyin fonksiyonlarının temel işleyişiyle ve nöronlar arasındaki bağlantılarla ilgili, bilim adamlarının elinde hâlâ çok az bilgi var. Ancak zekânın, beynin tek bir alanıyla değil, pek çok bölgesiyle ilgili olduğu üzerinde duruluyor. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı hâlâ araştırılıyor.
6. Beyin, ‘zamanı’ nasıl algılıyor?
Alkışladığınızda ya da parmağınızı ‘şıklattığınızda’ sesi mi daha önce duyarsınız, hareketi mi daha önce görürsünüz?
Her ne kadar duyma yeteneği, görme yeteneğinden daha hızlı çalışsa da, parmakların görüntüsüyle, çıkarılan ses aynı anda gerçekleşiyormuş hissi doğuyor. Yani beyin pek çok olayın aynı anda gerçekleştiği ‘hissi’ yaratarak aslında bizi ‘kandırıyor’. Beynin zamanla ‘oynadığını’ aslında çok kolay anlayabilirsiniz.
Aynanın karşısında sol gözünüze bakın. Daha sonra bakışınızı sağ gözünüze kaydırın. Gözlerinizi diğer tarafa çevirmek bir zaman alıyor elbette. Ancak siz gözlerinizin hareket ettiğini görmüyorsunuz. Gözlerinizi kırpıştırdığınızda da aslında gözleriniz çok kısa süreliğine de olsa karanlıkta kalıyor. Ancak bu karanlığı da görmüyorsunuz.
7. Nasıl uyuyor ve rüya görüyoruz?
Zamanımızın üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Araştırmalara göre, az uyumak sinir sisteminde bozukluğa yol açıyor. Canlılar uyuduklarında beynin bir bölümü de uyuyor, ama uykunun mekanizması, işleyişi hâlâ bilinmiyor.
Uykuda nöronların aşırı derecede hareket halinde oldukları biliniyor.
Ayrıca önemli bir sorunu çözmeden önce uyumanın, o sorunu çözebilmek açısından yararlı olduğu da düşünülüyor. Düzenli uykunun, öğrenme kapasitesini de artırdığı söyleniyor. Özetle, uyku sayesinde beyin bir şekilde gerekli bilgileri depoluyor, gereksizleri ise ekarte edebiliyor.
8. Beynin ayrı ayrı olan sistemleri, birbirleriyle nasıl bütünleşiyor?
Gözle bakıldığında, aslında beynin her bölgesi aynı görünüyor. Ancak aktivitelerini, işlevlerini ölçtüğümüzde, her nöron bölgesinde farklı bilgilerin kayıtlı olduğunu görüyoruz.
Örneğin görme yeteneğini ilgilendiren bölgenin içindeki alanlarda hareketler, yüzler, köşeler ve renklerle ilgili çeşit çeşit bilgiler bulunuyor. Yetişkin bir insanın beynini, çeşitli ülkelerin bulunduğu bir dünya haritasına benzetebiliriz. Beynin içinde koku, açlık, acı, hedef koyma, sıcaklık, öngörü ve daha pek çok şeyle ilgili ‘beyin ağları’ var. Farklı işlevlerine rağmen bu sistemler birbirleriyle bir şekilde bütünleşerek çok iyi bir işbirliğine giriyorlar.
9. ‘Bilinç’ nedir?
İlk öpücüğünüzü düşünün. Bu, hafızanızdan hiç çıkmaz. Peki bu hafıza, bu deneyimi yaşamadan, bu deneyimin bilincinde olmadan önce neredeydi?
Modern bilimde, ‘bilinç’ çözülememiş olan en önemli sırlardan biri. Bilinç, tek bir fenomen değil. Peki ne? Bilinç, beyindeki hangi sistemlerle ilgili? Bilim adamlarının bu konuda da hiçbir fikri yok...
Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre, bilinç konusunda, büyük bir ihtimalle yine bir grup aktif nöron iletişim içinde.
Bilincin altında yatan mekanizmanın moleküllerle ya da hücrelerle ilgili olabileceği üzerinde de duruluyor. Belki de mekanizma, bu sistemlerin etkileşimleriyle oluşuyor. Bilim adamları bu sıralar bilincin, beynin hangi bölgeleriyle ilgili olduğunu araştırıyorlar.
10. Bilgisayara karşı beyin...
Beyindeki elektrik akımlarının hızının, bilgisayarlardaki sinyal hızından 100 milyon kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz?
Bir insan, arkadaşını hemen tanırken, bir bilgisayarın bir yüzü tanıması genellikle çok zor oluyor. Beynin pek çok işlemi aynı anda yaptığını söyleyen bilim adamları, beynin bütün bölgelerinden gelen bilgilerin tek bir bölgede birleşmediğini, ancak bu farklı bölgelerin kendi aralarında güzel bir ‘işbirliğine’ girdiklerini ve bir ağ, yani ‘network’ oluşturduklarını belirtiyorlar. Bizim de dünyaya olan bakış açımız işte bu karmaşık network sayesinde oluşuyor.
'Sonradan kazanılan hiç bir hastalık şifasız değil'
Koruyucu ve önleyici tıbbın toplumsal önemi’ konulu konferansa konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu, koruyucu tıbbın ulusal bilince dönüştürülmesi gerektiğini söyledi.
Hastalıkların toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerinden ve yapılan harcama boyutlarından örnekler veren Prof. Dr. Saraçoğlu, “Sonradan kazanılan hastalıkların tümü önlenebilir hastalıklardır. İlkokuldan üniversite sonuna kadar önleyici tıbbın eğitimini vermek zorundayız. Ulusal bir hareket olarak bunu benimsemek zorundayız.” dedi.
Tarihi süreç içerisinde milletlerin yok olmasına neden olan hastalık zincirlerinden bahsederek, konunun toplumsal boyutunu gözler önüne seren Prof. Dr. Saraçoğlu, Roma İmparatorluğu’nun en önemli çöküş nedeninin, bilinçsizce kurşun kap ve kupalardan yemek yenilmesi olduğunu çarpıcı bir örnekle aktardı.
Saraçoğlu, “Basit bir konunun bilinçsizce uygulanmasının bir imparatorluğun çöküşünde ana neden olarak karşımıza çıkması, konunun önemini ortaya sermektedir. O dönemde Roma İmparatorluğu’nda kurşun kaplardan yemek yeyip, kurşun kuyalardan içki içmek önemli bir zenginlik ve güç göstergesiydi. Devlet yönetiminde olan tüm varlıklı insanlar genç yaşlarda kurşunun yol açtığı hastalıklar nedeniyle ölüp gitti, bu yüzden de imparatorluğun yönetim kademesinde telafisi mümkün olmayan boşluklar oluştu.” sözleriyle gözler önüne serdi.
‘Bozulan dengenin bedeli çok ağır ödenir’
Dünyada her şeyin bir denge üzerine kurulu bulunduğunun altını çizen Prof. Dr. Adnan Saraçoğlu, bozulan dengenin bedelinin çok ağır olduğunu kaydettiği konuşmasında, doğanın bozulan denge karşısında yeni ve farklı dengeler kurduğunu bildirdi. Bulaşıcı hastalıkların tarihsel seyri ve yok ettiği toplumlarla ilgili bilgilere işaret eden Saraçoğlu, öncelikle doğanın dengesine saygı gösterilmesi ve bozulmamasına dikkat edilmesi gerektiğini öğütledi.
‘Sonradan kazanılan tüm hastalıklar önlenebilir’
Dünyada sonradan kazanılan hiç bir hastalığın şifasız olmadığının altını çizen Prof. Dr. Adnan Saraçoğlu, sonradan kazanılan tüm hastalıkların önlenebilir hastalıklar olduğunu vurguladı. “Bir hastalığa yakalanmadan önceki tedavi ile yakalandıktan sonraki tedavi çok farklı şeylerdir.” diyen Saraçoğlu, Türkiye’de toplam 2 milyon 100 bin Hepatit hastası olduğunu belirterek, her bir hasta için tedavi giderinin 52 bin dolar olduğunu, milyarlarca dolara ulaşan bu tedavi giderinin sadece Hepatit hastaları için harcanacağı düşünüldüğünde Türkiye ekonomisinin buna imkanının olmadığının açık olarak görüleceğini söyledi. Önleyici tedbirlerle hastalıktan korunmanın hem ekonomik olarak, hem de toplumumuzun geleceği açısından çok önemli olduğuna değinen Saraçoğlu, “Hastane kapılarında uzayıp giden kuyruklar kader değil, cehaletin acı sonuçlarıdır. Koruyucu tıp eğitimi vermek devletin borcu, bu eğitimi almak ta vatandaşlık görevi olmalıdır.” dedi.
‘Genç nüfusumuz kaosa sürükleniyor’
Önleyici sağlık hizmetlerinin bilinçli olarak bu toplumdan uzaklıştırılmaya çalışıldığını dile getiren Prof. Dr. Adnan Saraçoğlu, ileri yaş hastalıklarının genç hastalığı, genç hastalıklarının ise çocuk hastalığı pozisyonuna geldiğinin altını çizerek, “Gerekli tedbirler alınmazsa ve toplumumuz bu konuda bilinçlendirilmezse, sürekli öğündüğümüz genç nüfusuzumu ileride büyük kaoslar beklemektedir. Tehlikenin farkında olmalıyız ve buna göre çareler üretmeliyiz.” diye konuştu.
‘Hiç bir bitki fahiş fiyatlı değildir’
Bitkilerin sağlık üzerindeki koruyucu etkilerinin tüm dünya tarafından kabul edilen bilimsel bir gerçek olduğunu söyleyen Saraçoğlu, bu konunun bazı kesimler tarafından ticarete dönüştürülerek fahiş fiyatlara satıldığını hatırlatarak, “Türkiye’de yetişen hiç bir bitkinin fiyatı fahiş değildir. Dünyanın en kaliteli bitkileri bizim topraklarımızda yetişmektedir. Bir dünya para verilerek satın alınan süslü püslü kutulardaki koruyucu bitkiler, tamamen bizim topraklarımızdan öldü parasına toplattırılıp yurt dışında paketlenerek tekrar bize satılan bitkilerdir. Bitkilerin koruyucu özelliklerinden yararlanmak bir ticaret kapısı değil, önemli bir bilim kapısıdır.” dedi.
Stres kilo aldırır mı?
"Bazı çalışmalar, stresli dönemlerde vücudun yağ depolamasında artış olduğunu göstermektedir" denildi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Beslenme Uzmanı Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, stresin kilo alma nedenleri arasında olduğuna dikkat çekerek, " Bazı çalışmalar, stresli dönemlerde vücudun yağ depolamasında artış olduğunu göstermektedir" dedi.
Zayıflama konusunda bilgiler veren Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, kişinin kendine güven duyması, zayıflamayı başarabileceğine kendine inandırması, sabırlı ve kararlı olmasının ön şart olduğunu söyledi. Az yemek çok yakmanın enerji açığı oluşturduğunu belirten Elmacıoğlu, enerji açığının da daha az beslenmek, daha fazla hareket etmek ve spor yaparak kalorileri yakmakla gerçekleşebileceğini kaydetti.
Beslenmede günlük yağ tüketiminin azaltılmasının herkes tarafından benimsendiğini, toplam kalori alımı azaltılması veya egzersizin arttırılmasıyla sağlanacak 250-500 kalorilik fazladan harcamayla haftada yarım kilo verilebileceğine dikkat çeken Elmacıoğlu, insanın kendine hedef koyması gerektiğini ve bu hedef içerisinde uzman gözetiminde kilolarını programlı bir şekilde verebileceğini ifade etti.
Kilo alma ve vermede psikolojik nedenlerin de olduğunu vurgulayan Elmacıoğlu, "Stresle baş etmek çok önemli. Bazı çalışmalar, stresli dönemlerde vücudun yağ depolamasında artış olduğunu göstermektedir. Stresle baş etmeyi öğrenmeye çalışmak ve organizmayı korumak gereklidir. Bunun için hafif fizik aktivite, düzenli kan şekeri seviyesi, fazla kilolardan kurtulmak, düzenli öğün, yeterli uyku stresle mücadelenin olmazsa olmazıdır" diye konuştu.
3 saat arayla öğün atlamadan günde 5-6 öğüne denk gıda tüketiminin yapılmasının önemli olduğunu vurgulayan Elmacıoğlu, az ancak sık yemek yemenin sağlıklı beslenmenin ön şartı olduğunu, egzersizin ise olmazsa olmazlarda yer aldığını kaydetti.
Yeni bir salgın mı geliyor?
Son günlerde başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkelerini kasıp kavuran, hastanelerin ve okulların kapatılmasına yol açan salgın hastalık nedir?
Daha önce bilinmeyen ve yeni ortaya çıkan bir hastalıkla mı karşı karşıyayız? Bu hastalıktan korunmak için neler yapılması gerekiyor?...
Memorial Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarlar Koordinatörü Doç. Dr. Kenan Keskin'in verdiği bilgilere göre, bu salgın hastalığın etkeni olan “Norovirus” aslında daha önceden bilinen ve tanınan bir virüs. Daha önceden bu virüse “norwalk like virus” adı veriliyordu. Bu virüs insanlarda, sindirim sistemini (mide ve bağırsaklar) tutan, bulantı, kusma, ishal ateş ve baş ağrısı şikayetlerine yol açan bir enfeksiyon hastalığına sebep oluyor.
Dünya üzerinde, bu etkenle olduğu kanıtlanmış, kayıtlara geçmiş pek çok salgın biliniyor. Bu salgınların büyük bir kısmı da; lüks restoranlar, oteller ve eğlence yerlerinde meydana geldi. Hatta yüksek fiyatlarla hizmet veren bir tur gemisinin yolcuları arasında da bu etkenle bir salgın meydana geldiği yolunda basında haberler yer aldı.
Bu Belirtileri Önemseyin!
Norovirüs’ü alan kişilerde 24-48 saat sonra; şiddetli bulantı, kusma, ishal, kimi zaman baş ağrısı ve ateş gibi belirtiler meydana geliyor. Hastalık 2-3 gün içerisinde kendiliğinden geçmekle birlikte özellikle küçük çocuklarda, yaşlılarda, düşkünlerde ve vücut direncinin düşük olduğu; kalp hastalığı, akciğer hastalığı, şeker hastalığı, kronik böbrek hastalığı gibi hastalıkları bulunanlarda şiddetli seyredebiliyor.
Hastalık sağlıklı bireylerde özel bir tedavi gerektirmiyor, kaybedilen sıvı ve tuzun ağız yoluyla alınmasıyla kendiliğinden iyileşme oluyor. Ancak yukarıda belirtilen, hastalığı ağır seyredenlerde hastanede yatarak destek tedavisi uygulanması gerekli olabiliyor.
Hastalık, sağlıklı insanlara, etkenin ağız yoluyla alınması sonucunda, bulaşıyor. Daha çok gıda hazırlayıcıları ve sunucularından (restoran, cafe, tabldot yemekhaneleri, oteller, hastaneler vb. mutfak ve yemekhanelerinde çalışanlar) yayılıyor ve bu yerlerde kontamine yiyecek ve içecekleri yiyen içen insanlara bulaşma oluyor. Bundan başka, hasta olan insanlardan, onların çıkarttıları ile temas eden hastalara da bulaşma olabiliyor.
Deniz Ürünleri ve Dondurulmuş Gıdalara Dikkat
Deniz ürünlerinin yenmesi ile de salgınlar meydana geldiği biliniyor. Etken virüs soğukta canlılığını koruduğundan, dondurulmuş besinlerden kaynaklanan salgınların olduğu da biliniyor.
Bir gıda maddesine Norovirüs karıştığı olduğu biliniyorsa bunun tüketilmemesi ve imha edilmesi önem taşıyor.
Ayrıca lağım suları ile kirlenme ihtimali olan çiğ sebze ve salata melzemelerinin çok iyi yıkanması ve bunlardan arta kalan çöplerin ortada bırakılmayıp, hemen çöpe atılması gerekiyor. Çok az miktarda virüs alınması, hastalık oluşumu için yeterli olduğu için hastalık, hızla yayılma ve salgın oluşturma eğilimi gösteriyor.
Korunmada En Etkili Yol Elleri Yıkamak
Özellikle gıda hazırlayan ve sunanların tuvaletten çıktıklarında mutlaka ellerini yıkamaları, sık sık banyo yapmaları, kısacası kişisel hijyen kurallarına riayet etmeleri büyük önem taşıyor. Hastaların kullandığı çamaşır, masa örtüsü ve benzeri tekstil ürünlerinin ise yüksek sıcaklıkta yıkanması gerekiyor.
Bundan başka hasta olanların uygun süre (norovirüs enfeksiyonu tanısı konulan gıda hazırlayıcı ve sunucularında iki hafta) işlerine ara vermeleri, diğer bireylerin ise hastalık süresince evde istirahat etmeleri uygun oluyor.
Bir kişi bu hastalığa birden çok kez yakalanabilir, çünkü virüsün farklı serolojik tipleri (farklı antijen yapısına sahip tipler) bulunuyor ve bunlardan birisi ile hastalanan kişilerde, o tipe karşı oluşan antikorlar, diğer tiplere karşı koruyuculuk sağlamıyor. Etken virüsün bu özelliği nedeniyle bir koruyucu aşısı da geliştirilemiyor.
İşte hayatımızı kurtaracak 7 besin!
Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü 2008'e sağlıklı bir başlangıç yapmanız için, vücudu kanser, kalp krizi gibi ciddi sorunlara karşı koruyan besinlerin listesini açıkladı
Kalbi koruyor
* BADEM:
Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.
Diyabeti önlüyor
* KAHVE:
Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.
Sinirleri rahatlatıyor
* TARÇIN:
Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın.
Patatesi haşlayın
* PATATES:
Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi'ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17'nci sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdekten sonra yemeyi tercih edin.
Kaslar için faydalı
* SEBZE ÇORBASI:
Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellike sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor.
Kansere karşı birebir
* ZEYTİNYAĞI:
Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren '8oxodG'adlı maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanısıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor. 1 çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.
Kanseri engelliyor
* ÇAY:
Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60'a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.
İshal, çocukları vuruyor
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Pof. Dr. Sabri Acar, her yıl dünyada 1 milyar, Türkiye'de ise 1-1.5 milyon çocukta ishal görüldüğünü ve yine dünyada her yıl 1.2 milyon çocuğun ishalden hayatını kaybettiğini söyledi.
Mide ve bağırsaklarda bulunan gıdalar-yiyecek ve içeceklerin tam emilmeden sulu bir şekilde dışarı atılmasına ishal dendiğini hatırlatan Pof. Dr. Sabri Acar, ishalde; gaitanın sayısından ziyade kıvamının önemli olduğunu vurguladı. Her yıl dünyada 1 milyar, Türkiye'de ise 1-1.5 milyon çocukta gastroenterit(ishal-kusma) görüldüğünü, bunların yüzde 80'inin 2 yaş altı çocuklar olduğunu belirten Acar, "Sosyoekonomik durumu bozuk olanlarda, çevre koşulları iyi olmayan yerlerde oturanlarda, kreş, okul, bakımevi gibi toplu yaşam yerlerinde ishal daha sık görülmektedir. Dünyada her yıl 1.2 milyon çocuk ishalden ölmektedir ki bu da ortalama dakikada 1 çocuğun ishalden öldüğünü göstermektedir. Bulantı, kusma, iştahsızlık, ishal, karın ağrısı, bazen ateş, karın şişkinliği, susama hissi gastroenteritlerde görülen şikayetlerdir. Gastroenteritler; mikrobik, virütik, paraziter ve mantarlara bağlı olabildiği gibi, mikrobik olmayan ishallerde olabilir" dedi.
Ağızdan alınan gıda ve yiyecekler iyi temizlenmemiş, iyi hazırlanmamış, iyi muhafaza edilmemiş ise veya çocuklar kirli ellerini ağızlarına götürmeleri ile mikropların ağız yoluyla alındığını ifade eden Pof. Dr. Sabri Acar, "Ağız yoluyla girip bağırsağa yerleşen virüsler villusları harap ederek; mikroplar ise bağırsak duvarına yapışarak veya salgıladıkları toksinlerle ishal ve kusmaya sebep olurlar. İshal ve kusması olan bir çocukta gözler çökük, ağız-dili-damağı kuru, ufak bebekse fontaneli(bıngıldak)çökük, karın çökük, cilt turgor ve tonusu bozulmuş olabilir. Hastalarda genel bir düşkünlük, su kaybı derecesine bağlı olarak şok ve koma gelişebilir. Normal şartlarda basit bir ishal 3-5 günde bol sıvı ve perhizle düzelebilir; ancak su kaybına giren(bol kusma ve ishali olan kişide) daha yakından takip gerekir" diye konuştu.
İshalle çocuklarda yüksek ateş, gaitada kan ve su kaybı yok ise, evde takip edilebilir, tuz-şeker karışımı sıvı yanında bol sulu gıdalar; yoğurt, pirinç lapası, patates püresi, elma, muz, şeftali, yağsız ve şekersiz gıdalar verilir" diyen Pof. Dr. Acar, "Eğer su kaybı gelişirse, bu arada hastada; yüksek ateş, kusma ve ishal ev şartlarında devam ediyorsa, doktora müracaat edip, hastaneye yatırılarak serum takılabilir" şeklinde konuştu.
İshal-kusma yani gastroenterit oluşmadan önce tedbir alınması gerektiğine işaret eden Pof. Dr. Sabri Acar, şu tavsiyelerde bulundu: "Eller sık sık yemek öncesi ve sonrası mutlaka yıkanmalı, ağızdan alınan tüm yiyecekler; temiz, iyi hazırlanmış veya kaynatılmış, içinde katkı maddesi bulunmayan bir durumda olmalı ve uygun şartlarda muhafaza edilmelidir. Tuz-şeker karışımı sıvılar ve perhizle ishal ve kusma düzelmiyorsa doktora başvurulmalıdır".
Sisli havalar astım hastalarını tehdit ediyor
Son günlerde yaşanan sisli havalar özellikle kronik astım ve bronşit hastalarını tehdit ediyor. Uzmanlar, astım hastalarını çok gerekmedikçe sisli havalarda dışarı çıkılmaması konusunda uyardı.
Uzmanlar, kış aylarının beraberinde getirdiği hava kirliliği ve soğuk havanın birçok hastalığı tetiklediğini belirterek, özellikle kronik astım hastalarının bu aylarda çok dikkatli olması gerektiğini ifade etti. Isınmak için kullanılan kalitesiz kömürün yol açtığı hava kirliliğinin özellikle astım ve bronşit hastalarını olumsuz etkilediğini dile getiren uzmanlar, sisli havaların bu tür hastaları etkilediğini söyledi. Bu tür hastaların özellikle hava kirliliğinin arttığı akşam saatlerinde dışarı çıkmaması
gerektiğini vurgulayan uzmanlar, sisli havalarda ise kesinlikle astım hastalarının dışarı çıkmaması gerektiğini kaydetti. Hava kirliliğinin sadece astım hastalarını değil tüm insanları tehdit ettiğini dile getiren uzmanlar, kronik kalp, böbrek, karaciğer hastalarının da kirli havadan olumsuz etkilendiğini ve hastalıklarını ağırlaştırabildiğini ifade etti.
Düzensiz kanamalar miyom işareti olabilir
Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Fatih Güçer, genç kadınlarda şiddetli adet kanamalarının tehlikeli olabileceğini söyledi.
Kadınların yaklaşık yüzde 25'inde bulunan miyomların rahmin kas tabakasından kaynaklanan iyi huylu urlar olarak tanımlandığını ifade eden Doç. Dr. Fatih Güçer, "Gerçek bir tümör olmadıkları için de metastaz yapmaz, yani bir organa yayılmazlar. Diğer taraftan miyomlar rahimde bulundukları yerlere göre farklı bulgular verirler. Saplı olan ve karnın içerisine doğru büyüyen miyomlar kanama bozukluğuna yol açmazken, rahim duvarını tutan veya rahim boşluğuna doğru büyüyen miyomlar kanama bozukluğunun sık rastlanan sebeplerinden birini oluştururlar" dedi.
"Bir adet döneminde ortalama 20-60 ml. kan kaybedilir. Sağlıklı kadınların yaklaşık yüzde 10-15'inde bu sorun gelişebilir" diyen Güçer, "Ortalama adet sıklığı 28 günde birdir, 25 günden kısa ve 35 günden uzunsa bir problem olabilir. Adet kanamalarının şiddetli olmasının başlıca sebepleri arasında hormonal denge bozuklukları vardır. Bu tür kanama pelvik veya sistemik bir hastalık olmaksızın ortaya çıkan rahim orijinli aşırı, uzamış veya sık kanamadır. Hiçbir nedenin bulunmadığı, rahim ve rahim içinin
tamamen normal yapıda olduğu, hormon ve pıhtılaşma sisteminin normal fonksiyon gördüğü bu grup, disfonksiyonel kanama bozukluğu başlığı altında toplanır. Muayenelerin 1/5'i, cerrahi girişimlerin 1/4'ü bu sebeple yapılır. Böyle bir durumda ayırıcı teşhiste akla gebelik, çeşitli ilaç kullanımları, var olan sistemik hastalıklar ile miyom ve polip gibi rahme ait olan patolojik durumlar mutlaka gelmelidir. Adenomyosis denilen ve rahmin kas tabakasında endometriozis varlığı ile tanımlanan durum da şiddetli kanamaya yol açabilir. Nadiren de olsa rahim kanserinin kendisi veya öncü lezyonları da bu tip anormal kanamalara yol açabilir. Ayrıca kanın pıhtılaşmasını ve
kanamanın durmasını sağlayan pıhtılaşma sistemi denge bozukluklarında da adet kanamaları şiddetli olabilir" diye konuştu.
Güçer, "Miyom söz konusu ise, doğum yapmamış genç kadınlarda miyomektomi denilen sadece miyomun çıkarılması tercih edilirken, hormonal tedaviye cevap vermeyen ileri yaş hastalarda çocuk doğurma isteği de tamamlanmışsa, yumurtaları bırakarak sadece rahmin alınması gerekebilir. Tedaviye cevap vermeyen aşırı kanamalarda alternatif olarak, rahmin iç yüzeyinin ısı veya elektrik enerjisinden yararlanılarak yakılması düşünülebilir. Poliplerin rahim ağzından dışarıya çıkacak kadar büyük olanları, dibinden tutularak cerrahi olarak çıkartılabilir. Genç yaştaki kadınlarda şiddetli adet kanamaları dışında kısırlığa neden olabildikleri için cerrahi olarak çıkarılması esas tedaviyi oluşturur. Ayrıca menopoz döneminde ve menopoz sonrası dönemde poliplerin teşhisi ve tedavileri ayrı bir anlam kazanır, çünkü polipler bu dönemde kanserle birlikte gelişebilir. Tüm poliplerde yüzde 10 oranında 1-10 yıllık süreçte kanser gelişimi de gözlendiğinden çıkarılmaları şarttır" diye bilgi verdi.
Öksürük deyip geçmeyin
Öksürüğün tek başına bir hastalık olmadığı ve birçok tehlikeli hastalığın habercisi olabileceği belirtildi.
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, öksürüğün bir alarm görevi yaptığını ve bu alarmı susturmak yerine anormal olan ve 3 haftadan daha uzun süren öksürüklerde mutlaka bir hekime başvurulması gerektiğini söyledi. Uzun süren öksürüklerin, birçok tehlikeli hastalığın habercisi olabileceğini kaydeden Prof. Dr. Özlü, "3 haftadan daha uzun süren öksürüklerde mutlaka hekime başvurulmalıdır. Bu tür öksürükler, öksürük şurubu veya öksürük kesici haplarla tedavi edilmeye çalışılmamalıdır. Uzun süren, inatçı, nöbetler şeklinde gelen, gece veya sabaha karşı uykudan uyandıran öksürükler astım, KOAH, akciğer kanseri, verem gibi bir çok önemli hastalığın belirtisi olabilir. Öksürük önemsenmeyip, rastgele ilaçlarla tedaviye kalkışılırsa, hasta erken teşhis şansını yitirebilir" dedi.
Prof. Dr. Tevfik Özlü, öksürüğün tek başına bir hastalık değil, çeşitli hastalıkların habercisi olduğuna dikkat çekerek "Öksürük tedavi edilmemeli, öksürüğe neden olan hastalık bulunup, o tedavi edilmelidir. Uzun süredir öksüren bir hastada öksürüğün nedenini bulmak için röntgen filmleri, tomografiler, solunum testleri, bronkoskopi, endoskopi gibi ileri tetkik ve incelemeler gerekli olabilmektedir. Nedeni araştırılıp bulunmadan, öksürük hapları veya şuruplarıyla öksürüğün baskılanması, asıl hastalığın teşhisini geciktirip, ilerlemesine neden olabilir. Çünkü öksürük bir alarmdır. Vücudumuzda bazı anormal gelişmelerin başladığını göstermektedir. Bu alarmı susturmak yerine, anormal olan durumun tespiti ve giderilmesi gereklidir" şeklinde konuştu.
Öksürüğün genellikle göğüs, boğaz veya karın boşluğunda meydana gelen bir rahatsızlığın belirtisi olarak ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Özlü “Öksürükler genellikle 3 grupta toplanır. Kuru öksürük; nezle, boğaz iltihabı, bademcik iltihabı, fazla sigara içmek, sindirim bozuklukları, gastrit, ishal, kabızlık, bağırsak solucanları, kalp hastalıkları ve ses tellerinin hastalanmasından kaynaklanan öksürüklerdir, balgamsızdır. Nöbet şeklinde gelen öksürük; bu çeşit öksürük, boğmaca veya ciğer şişmesi, gırtlak veya hava borusunun tahriş olması, veya astımdan kaynaklanır. Bu çeşit öksürükte pek az balgam görülür. Balgamlı öksürük ise sık sık tekrarlar. Hastada hırıltı vardır. Balgam çıkarır ve nefesini dışarı vermekte zorluk çeker. Balgamlı öksürük; Bronşit, astım, sinüs iltihabı, müzmin sinüzit, kalp hastalıkları veya tüberkülozun bir işareti olabilir. Sebebi ne olursa olsun öksürük ciddiye alınması gereken bir sağlık sorunudur” diye konuştu.
Şifalı bitkilere bilimsel onay
Halk arasında bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan defne, adaçayı, sığır kuyruğu gibi doğal ürünlerin faydaları, bilimsel çalışmayla kanıtlandı.
Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mahmut Çalışkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kentte yoğun olarak yetişen bitkilerin faydaları üzerinde inceleme yaptıklarını söyledi.
''Bitkilerde antibakteriyel etkiler var mı?'' projesi kapsamındaki çalışmayla, bölgede yetişen defne, adaçayı ve sığır kuyruğunu 2 yıl süresince topladıklarını ve güneş görmeyen bir ortamda kuruttuktan sonra yağlarını aldıklarını ifade eden Çalışkan, şöyle devam etti:
''Bitkilerden elde ettiğimiz yağları, bakteri ortamına aktardık ve bu şekilde beklettik. Daha sonra bu yağın bakterinin gelişimini durdurup durdurmadığını, antibakteriyel etkilerinin olup olmadığını araştırdık. Yaptığımız çalışmayla yıllarca ninelerimizin şifa niyetine soğuk algınlığı, öksürük balgam söktürücü olarak kaynatıp içtiği sığır kuyruğunun; mideyi rahatlattığı ve idrar söktürücü özelliği olduğuna inanılan adaçayının; kozmetik sanayisinde yoğun olarak kullanılan ve ağrılara iyi geldiği belirlenen defnenin, antibakteriyel özelliklerinin bulunduğu ve yararlı olduğu sonucuna ulaştık.''
Çalışkan, hastalıklara iyi geldiğine inanılan diğer doğal ürünler üzerinde de araştırmalarının devam edeceğini sözlerine ekledi.
Yüz felcine dikkat
Edirne Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Hatice Gül, kış aylarında yüz felci riskine karşı uyarılarda bulundu.
Edirne Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Hatice Gül, gözyaşı ve tükürük salgısının azalması, tat duyusunun bozulması, gürültüye duyarlılık artışı gibi bulguların yüz siniri felcinin belirtisi olduğunu söyledi.
Uzm. Dr. Gül, soğuk havalarda karşılaşılan sağlık sorunları arasında yüz felcinin de bulunduğunu bildirdi.
Yüz sinirinin çalışmamasının en belirgin bulgusunun yüzün bir yanındaki hareketlerin azalması veya kaybolması olduğunu ifade eden Uzm. Gül, ''Gözyaşı ve tükürük salgısının azalması, tat duyusunun bozulması, gürültüye duyarlılık artışı gibi bulgular yüz siniri felcinin belirtisidir. Yüz felci, yüzün kaslarını uyaran sinirlerde ortaya çıkmakta. Bu durumda ağızda ve yüzün değişik yerlerinde kaymalar meydana gelmekte'' dedi.
Toplumda en sık görülen yüz felci sebebi olan ve ''Bell paralizisi'' adı verilen bu durum, yüz sinirinin iç kulak çevresindeki bir bölümünde iltihap ve ödem oluşmasıyla gelişmekte olduğunu bildiren Uzm. Dr. Gül, şunları kaydetti:
''Yüz çok fazla soğuğa maruz kalan bir bölgedir. Soğuk ve rüzgar da yüzdeki virüsleri tetikler ve yüzdeki sinir uçlarında ödem oluşturabilir.
Yüz felci tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bu nedenle yüz felci bulguları olan hastalar hemen bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdırlar. Bu hastaların büyük çoğunluğu tedaviyle iyileşmektedir.''
YÜZ FELCİNDEN KORUNMA YOLLARI
Vücut direncini düşüren rahatsızlıklar, şeker hastalığı ve yüksek tansiyonun yüz felcinin tedavi süresini uzatmakta olduğu gibi hastalığa kaynak oluşturduğunu anlatan Dr. Gül, bu tip hastalıkları olanların özellikle beslenmelerine dikkat ederek, tedavilerini aksatmamaları gerektiğini bildirdi.
Uzm. Dr. Gül, korunma yöntemlerini şöyle sıraladı:
''Soğuk ve rüzgarlı havalarda yüzü mutlaka sert hava akımından korunmak gereklidir. Kar maskesi, atkı takarak yüzün rüzgarla temas önlenmelidir. Cereyan yapacak şekilde pencereler açık bırakılmamalıdır. Soğuk hava, soğuk günlerde dışarı çıkılırken mutlaka yüz ve başı soğuktan koruyacak şekilde şapka, şal ve atkı kullanılmalıdır. Banyo sonrası saçlar tam kurutulmadan dışarı çıkılmamalı, rüzgara karşı durulmamalıdır.
Çok soğuk havalarda, özellikle erkekler tıraş olduktan sonra en az 10 dakika bulundukları ortamdan çıkmamalıdırlar. Tıraş, sıcak ya da soğuk suyla değil, ılık suyla olunmalıdır. Ayrıca havalar çok soğuk olmasa da rüzgara maruz kalmamak için otomobil kullananların da camlarını açmaması önemlidir.''
SAKIZ ÇİĞNEMENİN ÖNEMİ
Yüz felci olan hastaların, sağlık kuruluşuna gitmelerinin yanı sıra hekimlerce verilen tedavi ve önerilere uymaları gerektiğini hatırlatan Uzm. Dr. Gül, ''Tedavide yüz egzersizleri de çok önemlidir. Yüz felci hastaları, yüz kaslarına masaj yapmalı, sıcak uygulamalı ve bu kasların hareket etmesini sağlamak için sakız çiğnemeli. Özellikle uzun süren yüz felçlerinde yüz kasları hareketsizlikten güçsüzleşirler ve daha sonra yüz siniri çalışsa bile yüzde asimetri ve güç kaybı olabilir. Hastanın kendi kendine uygulayabileceği masaj ve sakız çiğneme dışında fizik tedavi uygulanması da hekimin gerekli gördüğü durumlarda önerilebilir'' dedi.
Stres düşman ordusu gibi
Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Çelikkol, ''Strese karşı canlının durumu, düşmanla karşılaşan ordu gibidir. Savaşı kazanamaz ya da kaçamazsa bu hastalık demektir'' dedi.
Prof. Dr. Çelikkol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, stresle baş edebilmenin önemine dikkat çekti. Stres karşısında canlının durumunun, düşmanla karşılaşan orduya benzediğini anlatan Prof. Dr. Çelikkol şöyle konuştu:
''Strese karşı canlının ilk tepkisi savaşmak veya kaçmaktır. Bir ordu düşmanla karşılaşırsa savaşır, eğer gücüne güvenemezse geri çekilir veya kaçar. Stres karşısında canlının durumu da böyledir. Stresten kaçabilirse kaçar. Kaçamazsa savaşır, yener veya yenilir. Yenilmesi hastalık demektir.'' Stresin, yöntemini bilmek koşuluyla korunabilecek bir düşman olduğunu anlatan Prof. Dr. Çelikkol, '' Stres psikosomatik bozukluk dediğimiz hastalıkların meydana gelmesine ya da belirtilerinin artmasına yol açar. Hipertansiyon, mide ülseri, cilt bozuklukları gibi hastalıklar, bedensel olmakla birlikte, oluşumunda ruhsal nedenlerin, stresin etkili olduğu bilinmektedir'' diye konuştu.
STRESLE BAŞ EDEBİLME
Prof. Dr. Çelikkol, stres konusunda herkesin başvurabileceği, birden fazla koruyucu ve tedavi edici tekniklerin olduğunu belirterek, şu tavsiyelerde bulundu: ''Hayata karşı olumlu bir tutum benimseyin. Her şeyi kontrol edemeyebileceğinizi kabul edin. Gevşeme tekniklerini öğrenin ve uygulayın, düzenli olarak egzersiz yapın. Sağlıklı ve dengeli beslenin, yeterince uyuyun ve dinlenin. Stresinizi azaltmak için alkol veya sigaradan yardım beklemeyin. Sosyal bir çevre edinin, zamanınızı etkili şekilde kullanmaya çalışın.''
Elektronik sigara yasaklandı
Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, şöyle denildi:
“Nikotin içeren elektronik sigara ve kartuşların, alım yolu ve dozu dikkate alındığında, yüksek dozda nikotin alınma, dolayısıyla bağımlılık yapma riskinin fazla ve sigarayı bıraktırıcı çalışmaları engelleyici olması nedeniyle Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Danışma Komisyonunca yasaklanmasına karar verilmiştir.”
Zayıflamanın ödülü..
Normal değerlerin üzerinde kilolu olmak özellikle de kadınların yaşadığı önemli sorunlardan biri. Güzel görünmek kadar sağlıklı ve zinde görünmeyi de olumsuz etkileyen kilo, aynı zamanda psikolojik olarak da kişiyi etkiler.
Normal değerlerin üzerinde kilolu olmak özellikle de kadınların yaşadığı önemli sorunlardan biri. Güzel görünmek kadar sağlıklı ve zinde görünmeyi de olumsuz etkileyen kilo, aynı zamanda psikolojik olarak da kişiyi etkiler.
Rejim yapmak, yemek alışkanlığını değiştirmek, çok tercih edilen ancak zararlı olan yiyeceklerden uzak kalmak kilo sorunu yaşayan birçok kişi için gösterilmesi zor iradelerdir.
Hatta çoğu zaman kilolu kişiler ameliyat olmayı bile bu iradeyi göstermeye tercih eder. Bu talebe karşılık olarak yapılan cerrahi girişimler de başarılı şekilde uygulanmaktadır.
Aşırı kilodan kurtulmak için yapılan gastrik “bypass” ameliyatlarının yanı sıra, mide bandı ve mide balonu olarak isimlendirilen yöntemler günümüzde en fazla kullanılan ve başarılı olan cerrahi yöntemlerdir.
Bu yöntemlerle ilk önce fazla kilolardan kurtulmak ve sağlıklı bir vucuda sahip olmak gerekir. Ancak bunlardan sonra vücudun bozulan görünümü plastik ve estetik cerrahi yöntemlerle düzeltilir.
Zayıflama Sonrası Değişiklikler
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Çetinkale obezite tedavisi sonrası yapılan estetik ameliyatların hastalar açısından yüz güldürücü olduğunu belirtiyor.
Prof. Çetinkale, zayıflama sonrası vücutta oluşan değişimleri anlattı:
“Kilo verilip zayıfladıktan sonra esneme kabiliyetini kaybetmiş dokular ve deri tekrar eski normal görünümüne geri dönemez. Kemik yapıdaki değişiklikler daha kalıcıdır. Genç ve aşırı kilolu olmayan hastalarda bu geri dönüş kısmen gerçekleşebilir. Ancak çoğu hastada deri ve diğer dokular kendini toparlayamaz ve sarkmalar ve cepler oluşur.
Bu durum pek çok hastada psikolojik stres yaratır.Hangi yolla olursa olsun kilo kaybı hedefine ulaşıldığında arzu edilen ve istenilen zinde ve sağlıklı vücut görünümüne sahip olunamaz. Özellikle cilt gevşemiş ve sarkmış olabilir ve bir çok hastada vücut hatları düzensiz ve uyumsuz görünür.
Erkek ya da kadın her iki cinsiyettede göğüsler aşırı sarkmış ve deforme görünümde bazen kağıt gibi incelmiş ve yassılaşmış görünürler. Karın ön bölgesi göbek altında aşırı sarkma, yanlara doğru gidildikçe keseler şeklinde deri ve deri altı yağ dokusu fazlalıkları göze çarpar. Bu durum bel ve sırt bölgesinde de devam eder. Koltuk altı ve bacak iç yanlarda sarkmalar olur."
Şişman hastalarda kilo verme ile birlikte ortaya çıkan deformiteler:
· Yüz hatları ve çizgileri belirginleşir ve olduğundan daha zayıf, üzgün ve yaşlı bir ifade ortaya çıkabilir
· Boyun ve alt çenede sarkıklık olur ve platisma bandları görünür hale gelir
· Üst kollarda ve koltuk altında yarasa kanadına benzer bir sarkma gelişebilir
· Göğüslerde bir çok değişik şekil gelişebilir: Göğüslerde yassılaşmalar, meme uçları aşağıya doğru yer değiştirmesi, memelerde sarkma, vücud ölçülerine göre memeler büyük veya küçük kalabilir, asimetrik meme gelişebilir, karın bölgesinde göbek altı ve üstü bölgelerinde, ilaveten yanlara doğru ve sırtta belin alt kısmına doğru genişleyerek önlük benzeri sarkmalar gelişebilir
· Kasık bölgesinde ve üstbacak iç yan ve diz iç yan kısmında aşırı hacim artışları ve sarkmalar kalabilir.
· Basen bölgesi ve kalçalarda aşırı sarkma ve cepler oluşur
· Genital organlarda ve pubis bölgesinde sarkma gelişebilir
Estetik Ameliyatlarla Zayıflama Mümkün mü?
Prof. Oğuz Çetinkale, aşırı kilolardan herhangi bir zayıflama metodu kullanılmadan sadece plastik ve estetik cerahi ile kurtulmanın mümkün olmadığının altını çiziyor:
"Yukarıda sıralanan yöntemlerle kilo vermeden sadece plastik cerrahi girişimlerle zayıflanamaz. Plastik ve estetik cerrahi yöntemlerle, ancak belli vucut bölgelerinde şekil düzeltilir ve az da olsa çıkarılan doku parçalarının ağırlığı kadar kilo eksilmesi olur. Fazla yağlardan kurtulmak için tercih edilen ve en sık başvurulan vakumla yağ alma 'liposuction' yöntemi de bir zayıflama girişimi değildir.
Bu yöntemle, sadece fazla yağ birikimi olan bölgelerden bu birikimlerin alınarak bölgenin fazla çıkıntılı olan görünümünün düzeltilmesi amaçlanır. Alınan yağlı dokular hacim olarak 6-8 litreye kadar çıkarılsa da bunun ağırlığı 4-5 kg'dan daha fazla değildir. 100 kg'ın üzerindeki bir hastada 5 kg'lık azalma çok önemli değildir, ancak bu ağırlığın sadece belli bölgelerden alınmış olması o bölgede önemli görüntüsel düzelme yapabilir.
İdeal olanı ilk önce diğer yöntemlerle aşırı kilolardan kurtulmak daha sonra belli bölgelerde biriken ve kendiliğinden düzelmeyen yağlı doku ve deri fazlalıklarının düzeltilmesidir."
Zayıflama Sonrası Estetik Adımlar
Prof. Oğuz Çetinkale, kilo kaybından sonra vücut şekillendirme işlemlerine karar vermeden önce kilonun dengelendiğinden ve sonlandığından, vücut ağırlığının normal değerler içine girdiğinden emin olunması gerektiğini vurguluyor:
"Eğer plastik cerrahi ameliyatlarından sonra kilo vermeye devam edilirse yeniden sarkmalar oluşacaktır. Plastik cerrahi ameliyatlarından sonra, verilen kilolar tekrar geri alınırsa, yapısı bozulmuş cilt altı destek dokusu ve incelmiş deri tekrar gerilmeye başlar. Deri çatlaklarına ilaveten ameliyat izleride gerilerek genişler ve görünür gerilme izleri ve geniş nedbeler ortaya çıkar. Bu nedenlerle kilo dengesinin kurulması, sabitlemesi ve idamesi yapılacak plastik cerrahi ameliyatlar için son derece önemlidir."
Genel olarak, vücut şekillendirme için iyi adaylar şunlardır:
· Kilo kaybı işlemi tamamlanmış olan herhangi bir yaştaki yetişkinler
· İyileşmeyi azaltabilen veya ameliyat riskini arttırabilecek tıbbi rahatsızlıkları düzeltilmiş ve şişman iken taşıdığı hastalıkları kontrol altında olan sağlıklı bireyler
· Sigara içmeyenler
· Bu ameliyattan etkin bir görünüm ve vücut şekillendirmenin sağlayabileceği sonuçlardan olumlu beklentileri olan bireyler
· Kendini daha sağlıklı bir yaşam tarzı sürmeye adamış olan bireyler
· Böyle bir ameliyatın riskini bilerek kendini buna göre hazırlayan bireyler
Kilo kaybından sonra deforme olmuş vucut bölgelerinin estetik girişimlerle yeniden şekillendirilmesi artık yaygın olarak gerçekleştirilen ameliyatlardır. Bu ameliyatlar kozmetik bir girişim değildir. Hayatın sağlıklı devamını temin eden ve yaşamı uzatan girişimlerdir
Prof. Çetinkale, genel olarak, aşırı bir kilo kaybını izleyen ve plastik cerrahi yöntemlerle gerçekleştirilen vücut şekillendirme girişimlerinin, vücudun pek çok alanında kalan aşırı yağlı doku ve deriyi azalttığını belirtiyor.
Vücudunda aşırı eksilme ile normale dönüş yaşayan bazı hastaların yüzlerinden de aşırı kilo vererek yüz ifadelerinin değiştiğini ifade eden Prof. Çetinkale,bu şekilde hastalar olduğundan daha yaşlı ve üzgün ifadeli göründüğünü, bu durumda da hastalara ilaveten yüz gençleştirme ve estetik düzeltici işlemler yapıldığını dile getiriyor:
“Bu girişimler şişman hastaların hayatının belli bir dönemini ayırdığı zayıflama mücadelesinin en önemli aşamasıdır. Zayıflama mücadelesinin adeta bir ödülü gibi kabul edilebilecek bu estetik ameliyatlar, vücudun görüntüsünün iyileştirilmesinde ve hastanın kendisine olan güvenin artmasında önemli rol oynar.”
Vücut Şekillendirme Ameliyatları
Büyük bir kilo kaybını takiben vücut şekillendirme amacıyla önerilebilecek olan estetik ve rekonstrüktif cerrahi girişimler şunları içermektedir;
· Abdominoplasti: Karın germe. Karnın üzerinden sarkan aşırı deri önlüğünün düzeltilmesi
· Mamoplasti: Göğüs dikleştirilmesi, yassılaşmış göğüslerin düzeltilmesi, küçük göğüslere hacim kazandırılması
· Jinekomasti: Erkeklerdeki meme büyümesinin küçültülmesi
· Üst kol lifting: Üst kolların iç kısımlarının sarkıklığının düzeltilmesi
· Üst bacak lifting: Kalçanın iç, dış ve orta bacak kısmının sarkıklığının düzeltilmesi
· Alt beden lifting: Karnın, kaba etlerin, kasığın ve kalçaların dış kısımlarının kaldırılması fazlalıkların alınması.
· Liposuction: Vakumlu yağ alma tekniği tek başına kullanılabildiği gibi diğer ameliyatlarlada kombine edilir. Şişmanlık sonrası hastalarda daha dikkatli kullanımı gerekir.
· Yüz gençleştirme: Yüzün orta kısmının, alt çenenin ve boynun sarkmasının germe yöntemiyle azaltılması, yüzdeki çökük alanların doldurulması.
· Genital lifting: Sarkan genital organların normal yerlerine iadesi cinsel yaşamın ve üreme fonksiyonun devamı için gereklidir.